Kimi teknik direktörlerin ısrarıyla gelmişti, kimi menajer kurbanıydı, kimiyse mülteci! Üç büyüklerin bazı “garip transferleri” vardı; belki özlerinde iyi futbolculardı, ama biz anlayacak zamanı bulamadık… İşte 4 büyüklerin yaptığı ilginç transferlerin öyküsü... GULLIT’İN TAKIM ARKADAŞI Robert McDonald, Beşiktaş (1989) 1989 yazında İskoç Ian Wilson ve kendisi gibi İngiliz Alan Walsh ile birlikte Beşiktaş’a transfer olan Gordon Milne’in asker arkadaşlarından (!) biri McDonald, manşetlerde şöyle karşılanmıştı: “Ruud Gullit’in eski takım arkadaşı Beşiktaş’ta!” Evet, sahiden Milan’da ortalığı kasıp kavuran Gullit, PSV Eindhoven günlerinde McDonald’la aynı formayı giymişti. Belki de o üç Britanyalı arasında yürüyüşüyle, demeçleriyle en havalı takılanın kendisi oluşu, bu sebepleydi. Beşiktaş’taki ilk idmanında sahaya çıkar çıkmaz, daha evvelden namını duyduğu Metin, Ali, Feyyaz üçlüsünü yanına çağırır ve şöyle der: “Beyler, sizin adınızı duydum. Galiba takımın atak yükü sizden sorulurmuş. O zaman iyi bir haberim var! Ben güçlü bir adamım, yükseldiğim her top bende kalır. Top bendeyken etrafımda olursanız, çok gol atarsınız!” Bunun üzerine Feyyaz; “İyi, desene bu sene krallığı Tanju’dan aldık!” der, diğerleri de şimdiden beş gol fazla yazar kendilerine. Ama antrenman başladığında, acı gerçekle karşılaşırlar. Çift kale maçta yedek takımın forveti Halim, stoper oynayarak McDonald’a bir tane bile top vermez, takır takır bütün hava toplarını alır! Çiçeği burnunda transferin daha fazla dile düşmemesi için Gordon Milne, Halim’i “Bravo ama bu kadar yeter!” deyip oyundan alır. Zaten McDonald’ın da daha ilk günden futbol oynamaya pek niyeti kalmamıştır. Açılış törenindeki maça dahi “Menajerim gelmeden olmaz!” diyerek çıkmaz. Eşi de İstanbul’a pek ısınamamıştır. Nihayetinde, daha imzası ıslakken kontratı feshedilir ve ülkeden ayrılır. Ancak yine de Feyyaz, aklına yazdığı o krallığa sezon sonunda ulaşacaktır. “ASLINDA İYİ OYUNCU AMA…” Lazar Lemiç, Fenerbahçe (1966) Partizan teknik direktörü Abdulah Gegiç, Fenerbahçe’den aldığı teklifi kabul etmiş ve yanında iki öğrencisi kaleci Radoviç ve orta saha Lemiç’le birlikte İstanbul’un yolunu tutmuştu. Radoviç’in de pek ışık verdiği söylenmezdi ama Gegiç’in başını asıl ağrıtacak isim Lemiç olacaktı. Yugoslav oyuncu oynadığı hiçbir maçta varlık göstermiyordu. Hocası Gegiç onu her defasında “Ülkeye alışamadı, aslında çok iyi oyuncu!” diye savunsa da onu bir kez olsun haklı çıkaramayacaktı. Hatta durum öyle bir noktaya gelmişti ki gazetelerde teknik direktör Gegiç’in, Lemiç’i oynatabilmek için o pozisyonda oynayacak diğer oyuncuları kasti olarak forma sokmadığı yazılıyordu. Bir Beşiktaş maçında yaşananlar ve sonrasında yapacakları ise bardağı taşıran son damla olacaktı. Maç boyunca Beşiktaşlı Kuzman ile kavga etmiş, maç sonunda ise Kuzman’a Macarca küfür ettiği gerekçesiyle Yusuf Tunaoğlu’ndan yumruk yemişti. O günden sonra izinsiz olarak Yugoslavya’ya kaçan Lemiç, öğrenci olan eşinin sınava gireceğini bahane etti. Ancak daha sonra Fransa’da başka kulüplerle transfer görüşmesinde olduğu anlaşılacaktı. Uzun bir zaman sonra ülkeye döndüğünde ise ilginç bir savunması vardı: “Eşim için Yugoslavya’ya gitmiştim. Sonra çok kar yağdı, yollar kapandı gelemedim!” Lemiç, o sezonun sonunda hocası Abdulah Gegiç ve kaleci Radoviç’le birlikte takımdan gönderildi.FUTBOLCU DİYE ALDIK ATLET ÇIKTI Dominic Iorfa, Galatasaray (1991) “500 bin dolar mı? Galatasaray maalesef şaşırmış ya da yöneticileri kandırmışlar.” Bu sözler, dönemin Nijerya teknik direktörü Westerhof’a aitti, konu ise Galatasaray’ın yeni Nijeryalısı Dominic Iorfa! Westerhof o günlerde Milliyet’e verdiği röportajda şöyle devam ediyordu: “Bizim yedek kadromuza dahi girememişti. Tek olumlu yanı süratli oluşu. Ancak kolektif futbola uyum sağlayabilmesi için daha çok zamanı var. O kadar zaman tanınır mı bilemiyorum. Ben onu milli takıma hiç düşünmemiştim.” Iorfa, Galatasaray formasıyla daha ilk çıktığı maçta izleyen herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Topla ilk buluşmasında, 5-6 metre sürdükten sonra topu ayağına dolandırarak yere düşmesi, yıllar sonra dahi hatırlanacaktı. Iorfa, “Galiba o futbolcu değil, kısa mesafe koşucusu!” denilecek kadar uzaktı bu oyundan. Ancak çekeceği sıkıntılar sahayla sınırlı değildi. Hiçbir talibi çıkmayınca, ödemeleri yapılmadı. Oturduğu evin kirasını bırakın, aidatlarını bile ödeyemiyor, vicdan sahibi takım arkadaşlarından Kosecki’nin verdiği cep harçlıklarıyla geçiniyordu. Bir gün sağdan, soldan topladığı paraları eşine ulaştırıp, onu Nijerya’dan İstanbul’a davet etti. Bayan Iorfa, önce Bulgaristan’a uçacak, oradan Türkiye’ye giriş yapacaktı. Ancak Bulgaristan’da vize sorunu yaşayınca uçaktan inemedi, bir süre sonra da ortalıktan kayboldu! Dominic, eşini bulmak adına Bulgaristan’a gitmek için özel izin istedi ve en azından bu konuda mutlu sona vardı… Şimdilerde o çiftin Dominic Iorfa Jr. adında bir oğlu var. O da bir futbolcu ve hatta Wolverhampton Wanderers U-18 takımında stoper oynuyor. İngiltere U-18 Milli Takımı’na da çağırıldığını düşünürsek, şimdiden babasından daha iyi bir kariyere imza atacağı kesin. Baba Iorfa ise her şeye rağmen futboldan kopmadı hatta işi daha da abarttı! Çünkü o, şimdilerde Nijerya kulübü Lobi Stars’ın başkanı.SIĞINMACI FUTBOLCULAR Süleyman Vafi & Bahri Kavaya, Fenerbahçe (1950) Bir Rus gemisiyle İstanbul Boğazı’ndan geçen iki genç, şöyle bir şehre bakar. “Memlekette çektiğimiz ızdıraba bak, bir de şu güzelim İstanbul’a!” der ve çılgınca bir karar verirler. Boğazın ortasında gemiden atlayıp, yüzerek Kadıköy dolaylarında karaya çıkar ve mülteci olarak İstanbul’a ayak basarlar. Sığınacak yeri de bulmuşlardır: Fenerbahçe Spor Kulübü! Çünkü aslında onlar da birer futbolcudur, hatta Arnavutluk Milli Takımı’nda bile forma giymektedirler. Süleyman ve Bahri, Fenerbahçe’de denenmek için antrenmanlara çıkarılır. Paslarıyla, teknikleriyle bir anda ilgi odağı olurlar. Hemen Türk vatandaşlığına geçirilerek, takıma katılırlar. Milliyet’in genç muhabiri Halit Kıvanç, bu ilginç olayı gözden kaçırmaz, hemen Süleyman ve Bahri’yle bir röportaj yapmak için harekete geçer. Sorulardan biri şöyledir: “Peki, futboldan başka başarılı olduğunuz bir spor dalı var mı?” Bahri, hafif bir kahkaha atarak cevap verir: “Herhalde bütün Türkiye bizim yüzmede de ne kadar iyi olduğumuzu biliyordur!” İkilinin, çok kısa bir müddet forma giymelerinin, aslında pek de futbolculukla alâkaları olmadığı ortaya çıkar ve bizlere yıllar sonra dahi anlatılacak hikâyeler bırakarak Avustralya’ya göç ederler. Tabii yüzerek değil! BÜYÜYÜNCE HAGI OLACAKTI! Ionel Lutu, Galatasaray (1998) Hagi, Filipescu ve Adrian Ilie… Galatasaray’ın yeni bir yabancı transferi için başka adrese ihtiyacı yoktu. Söylenenlere göre Hagi kalitesinde tekniğe, bir de üstüne Rıdvan kıvamındaki sürate sahip olan Ionel Lutu hakkında beklentiler büyüktü. Hatta menajeri Becali onun için şöyle demişti: “Boyunun kısa olması sizi yanıltmasın, onun futbolu büyük! Göreceksiniz Türkiye’de herkesin sevgilisi olacak. Galatasaray taraftarları ona tapacak!” Lutu da, “Hagi’yle birlikte futbol oynamak her Rumen gencin hayali, çok mutluyum. Kendimi kısa zamanda kanıtlayacağım!” diyordu. Ancak sahaya çıktığı ilk maçta, hiç de öyle bir intiba bırakmadı. Çektiği bir şut, kaleye 3 dakika sonra ulaşabilmişti. Yani, oyunculuğu Hagi’nin sokağından bile geçmezdi! Fatih Terim, defalarca izleterek aldırdığı Lutu’dan çabuk vazgeçmez. Ancak ne var ki bir de üzerine sürekli sakatlıklar yaşar. En sonunda onun da sabrı taşar: “Biz onu kaliteli bir oyuncu diye aldık. Ancak ne var ki her şans verdiğimizde sakatlandı. Tekrar düşündük, bir daha sakatlandı. Yapılacak bir şey yok, dünyada ne star transferler bile uyum sorunu yüzünden başarısız olabiliyor!” Ionel Lutu, inatla “futbolculuk” kariyerini sürdürdü. Önce ülkesine döndü, sonra Kore’de şansını denedi. Tekrar ülkesine döndü, bir yıl sonra bir daha Kore yolculuğuna çıktı. Daha sonra kısa bir Kıbrıs, Kazakistan turu derken, üç yıl önce ülkesinde birkaç alt lig takımlarında forma giydikten sonra futbolu bıraktı. ÜÇ FRİKİKTEN İKİ GOL GARANTİ Francesco Manassero, Beşiktaş (1993) Transferde tam yetkiyle görevlendirilen Gordon Milne, Güney Amerika’dan iki transferle döner: Arjantinli Osvaldo Nartallo ve Perulu Francesco Manassero. Ekranlarda dönen Milan’a attığı gol ve Mario Kempes modelindeki saçlarıyla Nartallo, kısa sürede ilgi odağı haline gelir. Ancak Manassero, ayağının tozuyla öyle açıklamalar yapar ki yeryüzünde bu transfere heyecan duymayan hiçbir Beşiktaşlı kalmaz! “Peru’da iki kez yılın orta sahası seçildim. 30-40 metreden sert şutlar atarım, hele frikiklerde üstüme tanımam! Üç frikikten ikisini gol yaparım… Beni tanımadığınız için önyargılı yaklaşabilirsiniz ama Madida da aynı şeyleri yaşamış, şimdi seviliyor. Amacım, Türkiye’nin en iyi yabancısı seçilmek!” TSYD Kupası maçında Fenerbahçe karşısında sahaya çıkar Francesco Manassero. Ancak pek bir varlık gösteremez. Neyse ki o çok övündüğü duran top fırsatını yakalar, üstelik bu bir penaltıdır! Manassero, topu kaleciye nişanlar ve çok geçmeden oyundan alınır. Kısa bir zaman sonra Beşiktaş’a gelen bir faks, transferdeki bir skandalı ortaya çıkarır. Kulübü Defensor Lima’ya 20 bin dolarlık bedel yatılırmıştır ama Beşiktaş’ın ödediği bonservis 330 bin dolardır! Francesco, “Benim bundan haberim yok, menajerim Marcello’ya sorun!” der. Sahiden de aradaki miktarı menajeri cebine atmış ve ortalıktan toz olmuştur. Başkan Seba, bunun üzerine sözleşmesini fesheder ve Manassero, o çok övündüğü frikiklerini, şutlarını gösteremeden ülkesine döner. Gittiğinde Defensor Lima başkanını “Sen de işin içindesin!” diyerek suçlayıp, ortalığı karıştırır. Yıllar sonra ise Peru Futbolcular Sendikası’nın başkanı olur! Gordon Milne, her ne kadar “Evet, bu transferler benim ama dönen dolaptan haberim yoktu” demiş olsa da Nartallo ve Francesco transferleriyle birlikte Beşiktaş’taki dönemi biter ve devre arasında yollar ayrılır. (FourFour Two ile Spornova.net sitesine teşekkür ederiz)
Editör: TE Bilisim