Dünyanın birçok ülkesi gibi yurdum insanı da bir süredir Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimlerle yatıp, kalktı. Bazıları bu seçimlere ülkemizde gereğinden fazla önem atfedildiği gerekçesiyle sosyal medyadan tepki gösterdi. Bazıları ise takım tutar gibi “Trump’çı-Biden’cı” oldu. Bize göre, ABD seçimleri tabii ki de önemlidir, tüm dünyayı ilgilendirir, ancak abartmanın da alemi yok. “Beyzbol sopalı fotoğrafı” da, “Türk askerinin başına çuval geçirildiği” günleri de “hakaretamiz mektubu” da unutmayanlardanız. Sonuç kim seçilirse seçilsin değişmez diyorduk yine aynı görüşümüzü savunuyoruz. Şahsen ne “Trump’çı ne de Biden’cıyız” neden mi? Hafızalarımızı yoklayalım; TRUMP: Önce Trump’ın sosyal medyadan yaptığı açıklamayı anımsayalım; "Daha önce de açık bir şekilde söylediğim gibi, tekrar ediyorum, eğer Türkiye benim müstesna ve eşsiz bilgeliğimle belirlediğim sınırların dışına çıkarsa (daha önce yaptığım gibi) Türkiye ekonomisini mahvederim.” Breh breh… Rahip Brunson krizini unuttuk mu? Peki ya o hiçbir diplomatik teamüle uymayan aşağılayıcı mektubuna ne demeli? Sadece bu yüzden böyle bir devlet başkanını ya da adamı bir Türk vatandaşı olarak bırakın desteklemeyi affedebilmek mümkün mü? Peki Trump yönetimi, FETÖ terör örgütünün elebaşının yargılanmak üzere ülkemize teslimi konusunda herhangi bir adım attı mı? Bu konuda Ankara taleplerinden bir sonuç alabildi mi? Peki ya Suriye konusu, burnumuzun dibindeki teröristlerle ortaklaşa kurduğu garnizonuyla kendi askerini azaltıp terör örgütlerini yasallaştırma çabalarını yoğunlaştırıp “uydu devlet kurmaya” devam edip terör örgütleriyle birlikte komşumuz olmayı sürdüren politikalarına hiç değinmeyelim. Sadece Suriye de 480 kilometrelik askeri hedefimizi baltalayıp 140 kilometreye düşürdüğünü unutmamak yeterli olacaktır. Ki bu yakın bir gelecekte S-400 ya da F35 konularından çok daha ciddi ülkemizin beka sorununu gündeme getirecek kadar tehlikeli ve yaşamsal bir konudur. Trump’ın uluslararası ilişkilerinden söz ederken, kurumlar üzerinden değil şahsi kafa-kolla, duygularıyla hareket ederek, şovmen kişiliğine uygun biçimde, popülist ve etik değerlere yer vermeden sürdürdüğünü ifade etmek gerekir. Özetleyecek olursak, Trump döneminden söz ederken, Halkbank davasının ötelenmesi ve sözde Ermeni soykırımının tanınmaması dışında Türkiye’ye yönelik önemli bir adım attığı söyleyebilmek zor. BİDEN: Biden, 63’de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitiren John Fitzgerald Kennedy’nin ardından, ABD’nin ikinci Katolik Başkanı. 77 yaşındaki Biden’ın yardımcısı ilerici, aydın bir senatör olan Kamala Harris ise, ana tarafından Hint, baba tarafından Jamaikalı, aileden İsrail lobisinin büyük desteğini alan bir politikacı. Bazı iddialara göre ülkeyi bu yeni dönemde Biden değil Kamala Harris ve perde arkasındaki derin devlet-İsrail lobisi dizayn edecek. 2009-2017 yılları arasında iki dönem boyunca Obama’nın yardımcılığını yapan Biden, gerek uzun başkan yardımcılığı gerekse senatörlüğü boyunca Türkiye’yi yakından tanıyan bir isim. Senato’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı sırasında da Ermeni lobisine olan yakınlığıyla biliniyor. Keza 74 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Yunan asıllı nüfusun yoğunlukta olduğu Delaware eyaletinden seçilen Biden, Türkiye karşıtı ambargo kararını desteklemişti. 2011-2016 yılları arasında ülkemizi 4 kez ziyaret eden Biden, FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişiminden 1 ay sonra geldiği Ankara’da, “gerektiği gibi tepki veremediğimiz için şahsen Türkiye’ye geldim” demişti. Biden’ın geçtiğimiz Ağustos ayındaki açıklamaları ise hayli tepki çekmişti. Biden, “yanlış olduğunu düşündüğümüz şeyler hakkında sesimizi çıkarmalıyız. Yaptıklarının bedelini ödemeli. Muhalefetle doğrudan iletişimde olup, Erdoğan’ı mağlup etmeleri için cesaretlendirebiliriz. Darbe ile değil, seçimle” ifadelerini kullanmıştı. Biden’ın Türkiye’yle ilgili son çağrısı ise, Ayasofya ile ilgiliydi. Biden, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kararından dönmesi ve bu değerli yerin müze statüsünü koruması çağrısı yapıyorum.” demişti. Azerbaycan ve Karabağ konusundaki yanlı açıklamaları da hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor. Artık seçim geride kaldı, seçime yönelik siyasi söylemler, kürsülerden atılan iç siyasete yönelik nutuklar dönemi bitti. Artık zaman reel politika dönemidir. 20 Ocak’taki yemininin ardından Beyaz Saray’daki koltuğuna oturacak Biden ve ekibinin ilk işi, dağ gibi yığılmış iç sorunlara çözüm bulmak olacak. Biden’ın önceliği dış politika değil, her gün 100 binin üzerinde vakanın yaşandığı, binden fazla insanın yaşamını yitirdiği Pandemiye çözüm bulup yayılmasını önleyebilmek. İkinci öncelik ise, bu dönemde 20 milyondan fazla insanın işini kaybettiği, belki de 29 buhranından buyana yaşanan en derin ekonomik krize çözüm bulmak. Biden’ın gündeminde, Trump’ın hasara uğrattığı kurumların yeniden tesisi var. ABD’nin kendi çıkarları var. Dış politikaya gelecek olursak, NATO ve ABD ilişkilerini onarım dönemi ve İran ile nükleer anlaşma Biden’ın öncelikli konuları olacaktır. Dolayısıyla Türkiye konusu 2021’in ilk aylarında Washington’un öncelikli gündeminde olmayacaktır. Suriye’de ise, PKK-PYD/YPG terör örgütü konusunda Trump öncesine dönüp bazı kanalları kapatabilir. Bu gruplar, Trump’ın gitmesine üzülmekle birlikte demokratların Ankara’ya yönelik baskıları için umutlanıyor. Bu noktada Biden’ın ABD’deki “antiTürk gruplara boyun eğip eğmeyeceği” önem kazanıyor. Biden ve ekibinin PKK, Ermeni ve İsrail lobilerinin yanı sıra FETÖ lobisini ne kadar dinleyeceği, onların etkisi altında kalacağı önemli. Çin-Rusya-İran denkleminde selefi grupların hakim olduğu, yerel grupların cirit attığı bir bölgede Biden ve ekibinin Ankara’yı tamamen göz ardı etmesi pek de düşünülmemeli. Özetle, Kıbrıs’tan Doğu Akdeniz’e, hemen her konuda Trump’ın sürdürdüğü Ankara karşıtı politikada ilk dönemde fazlaca bir değişiklik beklenmemeli. SONUÇ OLARAK Dünyaya salt dolar ve ticaret penceresinden bakan “tüccar” Trump’ın aksine “sistem ürünü” olan Biden diğer ülkelere, yeniden devlet ve kurumlar penceresinden bakmaya başlayacaktır. Bu bağlamda ABD ve onun çıkarlarına, politikalarına bağlılık her zaman öncelikli olmakla birlikte, “demokrasi ve insan hakları” gibi “daha insani” yaklaşımlar demokrat Biden ve ekibinin dikkate alacağı hususlar arasında yer alacaktır. Ancak yine de Beyaz Saray’daki değişimin ülkemiz ve Ankara açısından 20 Ocak sonrasının pek de kolay olmayacağını öngörebiliriz. En büyük fark, karar verici mekanizma daha fazla öngörülebilir ve kurumsal olacaktır. “Öngörülemez bir adam” ile yönetilen bir ülkeden her gece gelebilecek bir salvoyla uyanmanın zorluğuna alışmıştık. Dolayısıyla bu yeni dönemde de Washington’dan gelmeye devam edecek Ankara karşıtı açıklamalardan bunalıma girip, buhran yaratmaya gerek yok. Amerikan halkı 4 yıllığına başkanını seçti, biz kendi işimize bakalım, öncelikli olarak “demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü” gibi konularda çıtayı yukarılara taşıyalım. İstidamdan işsizlik sorununa, eğitimden sağlığa, ekonomiden güvenlik konularına kadar onlarca iç sorunlarımızı ivedi çözümler bulalım. Ardından, “egemen bir devlet olduğumuzu hiçbir zaman unutmadan, tam bağımsız duruşumuzdan ödün vermeden, ülke çıkarlarımızı her şeyin üstünde tutarak”, dış politikamızı tesis edelim. Teslimiyetçi yaklaşımlar ya da stratejik ortaklık gibi söylemler geçerliliğini yitirdi. ABD’nin yanı sıra, Avrupa Birliği, Rusya ya da Çin hangi güç odağıyla olursa olsun, komşularımız ve Orta Doğu’daki ülkeler de dahil tüm ülkelerle çıkarlarımızın gerektirdiği biçimde diyalog yoluyla ve doğru politikalarla omurgalı biçimde eşit iki devlet olarak dış politikamızı sürdürmeliyiz.