Fakhria: Kadın olarak doğmak başlı başına bir utanç ve günah kaynağıydı

Afgan Avukat, sosyal yardımlaşma uzmanı ve yoga eğitmeni Fakhria, Taliban rejimi sırasında üç yıl burka giymek ve eğitimine ara vermek zorunda olan kadınlardan. Fakhria 13 yaşından beri, Birleşmiş Milletler gibi kurumlarda Afganistanlı kadın ve çocuklara yardım etmek için çalıştı. Çocukken dans etmenin, spor yapmanın, şarkı söylemenin yasak olduğu bir ortamda büyüyen ve avukatlıktan yoga eğitmenliğine uzanan Fakhria’nın yaşamı, örnek aldığı kişiler gibi zorlu ama içinde umudu da barındırıyor

SULTAN YAVUZ - Afganistanlı Fakhria, ülkesinde okuma şansı bulan ve hayatı boyunca kadın aleyhtarı koşullarla mücadele ederek hem avukat hem de sosyal yardımlaşma alanında uzman olmuş bir kadın. Taliban rejimi sırasında üç yıl burka giymek zorunda kalan ve eğitimine ara veren Fakhria, İngilizce konuşabilen az sayıdaki kişiden biri olduğu için, 13 yaşından başlayarak Birleşmiş Milletler bünyesinde çeşitli kurumlarla çalışarak, ülkesindeki kadın ve çocuklara yardım etmiş. Çocukluğunda, Afganistan’da pek çok kişinin okuma yazma bilmediğini ve kadın hakkı kavramının olmadığını belirten Fakhria, Birleşmiş Milletler’in “You and habitat” programına dâhil olmuş. Bu programın hem kıyafet ve gıda yardımı hem de eğitim sürecini kapsayan bir proje olduğunu kaydeden Fakhria, burada iletişim koordinasyonunu sağlayarak, 20 farklı bölgedeki ihytiyaç sahiplerini ve neye ihtiyaçları olduğunu listeleyerek kuruma gönderiyormuş. “Taliban kontrolünde ne elektiriğimiz ne de eğitim hakkımız vardı” Güvenlik sorununun çok yoğun olduğu, Afganistan’ın kuzeyindeki Belh vilayetinin yönetim merkezi olan Mezar-ı Şerif şehrinde yaşayan Fakhria, okuldan ayrı kaldığı zaman dilimini ve yaşadıkları zorlukları şöyle anlatıyor: “Afganistan’da doğduğum yer çok bağnazdı. Ne giydiğinden, onun hangi renk olması gerektiğine kadar herşeye karışılıyordu. Spor, dans, müzik yasaktı. ‘Yana bakma, yukarı bakma, sadece önüne bak’ deniyordu. Çocuk olarak da, bir kadın olarak kendinizi deneyimleyebileceğiniz hiçbir ortam yoktu. Zaten kadın olarak doğmak başlı başına bir utanç ve günah kaynağıydı. Her şey yasaktı ve bu tüm kadınlara damgalanmıştı. Ben 13 yaşındayken burka giyiyordum ve Taliban yeni domine etmeye başlamıştı. Taliban kontrolünde ne elektiriğimiz ne de eğitim hakkımız vardı. Kadınlar hiçbir şekilde okula gidemedi, sosyal hayata karışamadı ve bu yasak üç yıl sürdü. Ben bu dönemde hem İngilizcemi geliştiriyor hem de diğer kadınlara gelir elde edebilsinler diye nakış öğretiyordum. Rejimin ardından eğitimime devam ettim ve Belh Üniversitesi’nde hukuk okurken bu süre boyunca uluslararası organizasyonlarda, halkla kurum arasındaki iletişimi sağlama işine devam ettim. Birleşmiş Milletler’in bir alt organizasyonu olan “Save the Children” isimli çocukları koruma programında çalışma fırsatı buldum.” Cezaevindeki kadınların avukatlığını yaptı Fakhria, üniversiteyi bitirdikten sınra Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan iş teklifi almış, ancak kısa bir süre çalıştıktan sonra ululararası bir örgütte aldığı iş teklifi ona daha cazip gelmiş. Hapishanedeki kadınları savunma avukatı olarak işe başlayan Fakhria, kadınların neden hapiste olduklarından başlayarak tüm süreci takip etmiş. Onları mahkemede savunmuş. Kadınların hapse girmeleri için çok kolay nedenlerin gerekçe olduğunu vurgulayan Fakhria, en fazla suç oluşturan durumun “zina” olduğunu belirtiyor. Zina için bir kadınla bir adamın birlikte olması gerekmediğini, bir kadının sadece yabancı bir erkekle konuşmasının da aynı suç kapsamına alındığını ifade eden Fakhria, bu durumu ve adalet sistemindeki eşitsizliği şu sözlerle anlatıyor: “En çok, evlenmemek için evden kaçan kadınlar cezaevine giriyor diyebilirim. Aileler, kadınları zorla evlendirmek istediklerinde, komşularına ya da bir tanıdıklarının evine sığınan bu kadınlar yakalandıklarında, hem onlara hem de koruyan tarafa ceza veriliyor. Namahrem kabul ediliyor çünkü... Hükümet iki tarafı da hapse atıyor ama erkekler hem para ödeyerek hem de bağlantılarını kullanarak bu cezadan kurtulurken, kadınlar cezaevine giriyor. Ancak kadınlar hapise girince daha mutlu oluyorlar, çünkü dışarı çıktıklarında muhtemelen ya babaları ya da erkek kardeşleri tarafından öldürülecekler.” “Böyle bir kadın olmanın bedelini her yerde ödüyorum” Fakhria, ülkesindeki kadınların desteklenmediğini, kendisinin ise babası konusunda şanslı olduğunu düşünüyor. Babasının, kendisini yeterince desteklediğini ve sevdiğini vurgulayan Fakhria, şu çarpıcı sözlerle Afganistan’daki hayatını özetliyor: “Ben bunun için çok bedel ödedim, hâlâ da ödüyorum. Sokakta, çevremde, akrabalarım arasında... Eğitimli ve özgürlüğünü kazanmış bir kadın olduğum için her yerde bunun kötü sonuçlarını yaşıyorum.” Persçe yazan ilk kadın şair Rabihe Belihi, İbn-i Sina ve Mevlâna’nın, Afganistan’da yaşadıklarının düşünüldüğünü söyleyen Fakhria, söz konusu şahsiyetlerin bakış açısını benimsediğini ve Mevlâna’nın spiritüel babası olduğunu ifade ediyor. Fakhria, “Mevlâna da benim gibi çok fazla zorluk çekmiş ve sonunda ayrımcılığın olmadığı, sevginin belirleyici olduğu bir akıl noktasına ulaşmış. Ben de sevginin ve insan olmanın önemini kavrayarak, onun vardığı felsefeye vardım” diyor. Gençken ülkesinde kadın haklarına dair parlak bir durum olmasa da her şeyin bir gün düzeleceğine dair umut taşıdıklarını dile getiren Fakhria, “Şimdi bir sürü yardım programı devam ediyor, bazı kadınlar çalışabiliyor ama kimse umut görmüyor. Umutlar tükendi ne yazık ki...” diye belirtiyor. “Hindistan’da kendini keşfetti” Fakhria, Hindistan’a hukuk alanında yüksek lisans yapmaya gittiğini ve bu süreçte yoga ile tanıştığını söylüyor. Kendisini ülkesinde deneyimleyemediğini kaydeden Fakhria, ilk yoga yaptığında Tanrı’nın onunla konuştuğunu hissetmiş. İlk defa kendisiyle içsel bir iletişime geçen Fakhria, ne isterse yapabileceğini keşfetmiş. Hindistan’da yoga eğitimi alan ve aynı zamanda yoga eğitmeni olan Fakhria şunları söylüyor: “Benim ülkemde her şey yasaktı ve yoga da spor gibi İslam’a aykırı ve günah bulunuyordu. Oysa yoga yapınca şunu anladım; benim nefesimi dinlememin, bedenimle ilişki kurmamın nesi yasak olabilirdi? Yanlış yapmadığımı fark ettim ve kim ne derse desin, bunu yapacağım dedim. Yoganın suç olmadığını anladım ve yoga ile hem entelektüel anlamda kendimi geliştirmemin hem de toplumsal alanda bir şeyler yapmam gerektiğinin farkına vardım. Kadınların kendilerini sporla bedensel olarak ifade edebilmeleri ve entelektüel birikim... Bunlar yok diye kadınlar acı çekiyor. Bugün geldiğim noktada yogayı ve entelektüel bilgiyi harmanladım. Kendimi avukattan çok sosyal çalışma alanında tanımlıyorum ve kendimi ifade edebildiğim platform olarak da yogayı tercih ettim. Bir sürü farklı gruptan insanın bir arada olabileceği bir ortamı var, bunu öğrendim.” “Olaya ülkesel bazda değil, evrensel bakmalıyız” Hindistan’daki master’ının ardından Afganistan’a geri dönen Fakhria, Eğitim Bakanlığı’nda danışman olmuş. Artık güçlü ve karar verici bir konumda olan Fakhria’nın bu işi ise dört ay sürmüş çünkü bu pozisyonun sembolik olduğunu görmüş. Fakhria, “Çok fazla erkek dominizasyonu ve kirli politika vardı, aslında pozisyonum işe yarar değildi. Gündüzleri çalışıyordum ama akşamları da yabancı elçiliklere yoga dersi vermeye başlamıştım bile ülkemde” diyor. Fakhria, Ortadoğu ve Türkiye’de gördüğü temel sorunun, kadınların sosyal ve kamusal hayata karışma engeli ve eğitim olduğunu düşünüyor. Sosyal bariyerin her işte olduğunu ve kadınların kanalize olurken zorlandığını vurgulayan Fakhria, kadınlara ilişkin sorunları şöyle sıralıyor: “Temel noktamız fırsat eşitsizliği... Mesela Türkiye’de de eğitim alıp doktora yapabilirsin ama erkek ve kadın olarak aynı eğitimi alsan da, sonuçlar farklı oluyor. Erkekler için daha iyi ve korumacı fırsatlar var, kadınlar sadece dekoratif amaçlı ya da unvandan ibaretler. Mesela erkek bir mont giyerken, bunu soğuktan korunmak için yapıyor ama kadın mont giyerken aynı zamanda onu kimliksel bir gösterge olarak da taşıyor. Eğitime ulaşabiliyor olsak da, kendimizi ifade edebileceğimiz alanda sorun var. Mesela Afganistan’da master yapan bir kadın öğrenciye, neden eğitim aldığını sorduğumda, ‘Çeyizimde güçlü dursun’ diye cevabını vermişti. Afganistan’da bir kadın evlenirken, evi, arabası var mı, ailesi nasıl diye bakılırken, eğitim durumuna da dikkat edilir. Kendini daha çekici kılmak için, ‘Bak bu kızın master’ı da var’ desinler diye okuyor yani. Zaten kullanacağı bir alan da yok... Türkiye’de ise alt yapı daha iyi, eğitim konusunda kadınlar şanslılar ama hâlâ fırsat eşitsizliği var. Zaten önemli olan daha şanslı olmamız değil, dünyanın hiç bir yerinde kadınlar acı çekmemeli, eğer daha şanslıysak büyük etkisi olan toplantılar yapmalı, bir araya gelmeli ve çözüm üretmeliyiz. Olaya ülkesel bazda değil, evrensel bakmalıyız. Pozitif ayrımcılık olmalı ama kadın ve erkek diye ayırmanın da faydası yok. İnsan olarak değiştirmek ve bütüncül bakmak gerekiyor. Temel problem, insanların mentalitesinin değişmesi, haksal ve insancıl olmalıyız. İnsana ırkıyla, cinsiyetiyle, diniyle değil de insan olarak bakmalıyız. Eğer detaylı tanımak istersek diğerleri gelir. Bütüncül olmak gerekiyor.”