Taner DEDEOĞLU Doğu Akdeniz’de son derece stra-tejik öneme sahip “Yeşil Ada” Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu döneminde üzerindeki Türk ve Rum halklarının asılarca huzur içinde yaşadığı bir ülkedir. Adada, 1878 yılında başlayan İngiliz yönetimi döneminde huzursuzlukların, iç çatışmaların ve Rum-Yunan ikilisinin sürdürdüğü ENOSİS (Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etme) mücadelesi sonucu Türk halkının soykırıma tabi utulduğu karanlık bir dönem yaşamıştır. Yirminci yüzyılın ortalarında Rumlar, Türk halkını azınlık durumuna düşürerek temizlemek ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla Yunan Genel Kurmayının örgütlemesiyle terör eylemlerine başlar. Hedef önce İngilizleri kaçırmak ardından da Türkleri yok etmektir. Bu amaçla 1950’li yılların başında terörün fitilleri ateşlenir. Yunanistan eski Subaylarından Grivas’ı adaya göndererek silahlı EOKA örgütünü kurdurur. Örgütün 1 Nisan 1955 tarihinde ENOSİS hedefini gerçekleştirmek için başlattığı terör eylemleri ve soykırım amaçlı olaylar, Türklerin de örgütlenmesi ile yıllarca süren iç savaşa dönüşür, binlerce masum Türk öldürülür… Kıbrıs Barış Harekâtının kırk üçüncü yılı nedeniyle, on yıllar süren terör ve katliam olaylarının içinde yaşayan, daha sonraki dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetim kadrosunda yer alan ve Türkiye Büyükelçiliği görevinde de bulunan Ahmet Zeki Bulunç ile Zaman Tüneline giriyoruz. 1945 yılında Lefkoşa’da doğan Ahmet Zeki Bulunç daha ilkokul yıllarında vahşeti tanır. Ufak olaylar şeklinde başlayan katliamlarda Rumların şehit ettiği Türklerin cenazeleri, Bulunçların evinin önünden tören yürüyüşüyle geçirilerek Türk mezarlığına defnedilmektedir. Bulunç,  bu günlerde tanık olduğu EOKA’nın bir cinayetini şöyle anlatıyor: CİNAYETE TANIK OLUYOR “Köşklüçiftlik İlkokulunda son sınıftaydım, bir sabah okula gidiyordum, bugün Kıbrıs Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Derneği’nin bulunduğu sokağın başında üniformalı bir İngiliz deniz subayı da motosikleti ile geçerken EOKA’nın kurduğu pusuda vuruldu ve üç-beş metre önüme düştü. Çok korktum. Olay yerinden üç yüz metre kadar uzaktaki Belediye İşçi Evlerinde oturduğumuz evimize panik içinde koşarak döndüm, yatağın altına girdim. Annem geldi, ‘ne oldu oğlum, neden korktun?’ diye sordu, ‘adam vurdular’ diyebildim, daha sonra annem beni okula götürdü. Cinayeti işleyen daha sonra yakalandı, bu kişi Türklerin soykırımcısı terörist EOKACI Nikos Samson idi. Yıllar sonra idama mahkûm oldu ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla kurtuldu. 21 Aralık 1963 Rum katliamlarının başlatıldığı günlerde Türk bölgesi Küçükkaymaklı saldırısının başrol oyuncusu idi. Yunan Cuntasının 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı gerçekleştirdiği darbe sonucu Rum Cumhurbaşkanı oldu ve Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni kurduğunu ilan etti! Rumların ENOSİS mücadelesi sürecinde ve EOKA’nın kanlı eylemlerine karşılık vermek amacıyla Türk halkı da Dokuz Eylül Cephesi, Karaçete, Volkan gibi çeşitli direniş örgütleri kurmuşlardı.  Bu örgütler en fazla av tüfeği olan bir tür küçük savunma grupları niteliğinde idi. Giderek artan olaylar üzerine Rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi tarafından 27 Temmuz 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) Lefkoşa’da kuruldu. EOKA, Yunanistan destekli olunca TMT de doğal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin desteğini alıyor ve disiplinli ciddi bir mukavemet örgütü olarak geliştiriliyordu.”             ALNINDAKİ TAŞ İZİ Ortaokul yıllarında taşlı sopalı mücadelede yer alan Ahmet Zeki Bulunç o günlerden bir anısını da şöyle anlatıyor: “Belediye Evleri bölgesinde oturan iki yüz Rum ailesine karşılık elli kadar Türk ailesi yaşıyordu. Bahçeli olan evlerin arasındaki teller kesildiğinden Rumların saldırılarına karşı cevap verdiğimizde geniş bir alanda rahat hareket edebiliyorduk. Hemen her gece Rumlara karşı taşlı saldırılar yapıyorduk. Bu saldırılarımıza karşılık Rumlar mahalledeki İngiliz askerlerini ve Polislerini bağırarak ‘Vohidiya’ yani ‘imdat’ diye yardıma çağırıyorlardı. Rumların bu bağrışmalarına karşılık biz de ‘Eneşi Molihiya’ yani molihiya yoktur şeklinde cevap veriyorduk. Molihiya yaz arlarında yetişen ve kurutularak kış aylarında genellikle yağlı kuzu eti ile pişirilen Kıbrıs’ın çok sevilen bir sebze yemeğidir.   O günün savaşı taşlı sopalıydı, anlımda o günden kalma şu taş izi hala duruyor…” 1959 Zürih, Londra ve 1960 Lefkoşa Antlaşmaları sonucu 1960 yılında iki eşit halkın kurucu ortaklığında Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti kurulur ve Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı antlaşmalar gereği adaya çıkar. Ada Türkleri için bu günü de Bulunç, “Türk halkı Mehmetçiği, önce Mağusa’da karşıladı. Mağusa Limanını ve Mağusa surlarını tıklım tıklım dolduran coşkulu kalabalık, mutlu ve sevinç gözyaşlarıyla bağrına bastı. Böylece 1878 yılında başlayan özlem bitti. Artık Türk halkı güvende ve geleceğinden emin idi. Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı konvoyu ile Lefkoşa’ya döndük. Mağusa-Lefkoşa arası yol boyunca Türkler, Mehmetçiğe kavuşmanın mutluluğunu yaşadı. Lefkoşa’da Girne Kapısı’nda ve Atatürk Meydanı’nda coşkulu, muazzam bir kalabalık törenle Mehmetçiği karşıladı. Hâlâ o günün duygu yoğunluğunu yaşıyorum. Bizim için anlamı ve önemi çok büyüktür” sözleriyle anlatıyor. ANAVATANDA ÖĞRENCİ Birçok Kıbrıslı Türk genci gibi Ahmet Zeki Bulunç da yüksek eğitim için Anavatana gelir. Rumlar hazırladıkları Akritas Planı kapsamında 21 Aralık 1963 gecesi “çifte Noel” kutlama hayaliyle Türk halkına karşı katliamları başlatır. Yani “Kanlı Noel” olarak tarihe geçen katliamı başlatırlar. Ankara Cebeci’de Atatürk Öğrenci yurdunda kalan Kıbrıslı öğrenciler kendi aralarında değerlendirme yaparlar ve Kıbrıs’a gitmeleri gerektiğine karar verirler. İletişimin bu kadar yaygın olmadığı günlerdir, ayrıca ilk haberler de çok açık değildir ve gerçek durumun ne olduğu da pek bilinememektedir... İlk aşamada birilerinin Kıbrıs’a gidip durumu yerinde görmesinin doğru olacağı değerlendirilir ve ilk yolculuk 23 Aralık gecesi başlar… Ahmet Zeki Bulunç o geceyi şöyle anlatıyor: “Arkadaşlarım 23 Aralık gecesi beni Necatibey Caddesinden ‘Jet Otobüsü’ ile Adana’ya yolcu ettiler.  Ertesi gün öğleden sonra da THY uçağı ile Kıbrıs’a geçeceğim. Akşam beni yolcu eden arkadaşlarım, sabah Adana THY Bürosu önünde beni bekliyorlardı. Büyük bir şaşkınlıkla ne olduğunu sordum. Beni yolcu ettikten sonra Ankara Radyosu’nun saat 23 haberlerinde Rum saldırılarının yaygın bir şekilde arttığını, yolların kesildiğini, Küçükkaymaklı’yı Rumların işgal ettiğini, buradaki Türklerin Hamitköy’e kaçtığını duyunca ‘biz Ahmet’i ölüme yolladık’ diyerek taksi ile Adana’ya gelmişler. Çocukluk arkadaşım Yüksel Enver, daha sonra Erenköy Savaşlarında Rumların bubi tuzağı ile şehit olan Ankara Tıp öğrencisi Salâhi Ahmet,  aynı olayda çok ağır yaralanan Hukuk Fakültesi öğrencisi, daha donra KKTC Sağlık Bakanı olan Hüseyin Celal, Rifat Ahmet, Feridun Hasan.  Rum saldırılarının şimdiye kadar yaşananlara, yani 1950’li yıllardakilere özellikle 1958-1959’dakilere benzemediği, Türk halkının toplu katliamı, bir soykırım girişimi olduğu, bu aşamada, bu şekilde adaya gidilemeyeceği tartışmaları yapıldı. PTT’den ada ile temasa geçmeye çalıştık, önce Denktaş Bey’i aradık, toplantıda dediler, Dr. Küçük’e de ulaşamadık, Savunma Bakanı Rahmetli Osman Örek’i bağladılar. Durum anlatıldığında  ‘be çocuklar sakın ha gelmeyin’ dediği an hemen telefon kesildi… ESİR DÜŞÜYORLAR Biz yine tartıştık ve gitmeye karar verdik. Saat 14 uçağı ile iki arkadaşımız hariç Lefkoşa’ya hareket ettik. Lefkoşa Havaalanında Rum polisleri bizi esir alarak Merkezi Hapishaneye götürdüler. Bizler dışında Lefkoşa Havaalanında değerli ve saygın iş adamı rahmetli Orhan Şevket Bey ve Cemaliye isimli bir hanım, sonrandan Erenköy Kovan Bey’i olduğunu öğrendiğimiz Nurettin Koççinalı, Sakarya Petek Beyi Osman Yak ile tanıştık. Lefkoşa Havaalanında yaralılar için kan ve diğer tıbbi malzemeleri almaya gelen T.C. Kıbrıs Maslahatgüzarı Mazhar Özkol Bey’den bizi de birlikte götürmesini istedik; arabasında yer olmadığını sadece gelen sağlık malzemelerini alabileceğini ancak bizimle ilgileneceğini, Türkiye’nin güvencesinde olduğumuzu o dönem Cumhurbaşkanı olan Makarios ile görüşerek güvenliğimizi sağlayacağını söyledi ve ayrıldı. Maslahatgüzarımız ayrıldıktan bir süre sonra belirin bir şeklide bizi topluca oradaki polis komutanının gözetiminde bir odaya götürdüler. Sonra bizi esir aldılar ve Lefkoşa’daki merkez hapishanesine götürdüler. Sorgulardan sonra önce ayrı ayrı tek kişilik hücrelere kapattılar birkaç gün sonra topluca yatak, battaniye gibi ihtiyaç duyduğumuz hiçbir şeyin olmadığı, sürekli ıslak tutuklan çimento zemini olan koğuş gibi küçük bir odaya koydular. Çeşitli sorguların sürdürüldüğü on beş gün sonra Küçükkaymaklı’dan esir alınan kadın, yaşlılar ve çocuklarla birlikte Kızılhaç tarafından oradan alınarak Türk Bölgesine götürüldük. Serbest kaldığımız ilk geceden itibaren de mücahit olarak göreve başladık. Rumların 11 Nisan 1964’te saldırdıkları Bozdağ’a gönderilen takviye gücünde yer aldım ve çarpışmalara katıldım. Rum saldırılarının her geçen gün artması ABD Başkanı Jonson mektubu ile Türkiye’nin adaya müdahalesinin engellenmesi sonucunda Türkiye’deki yükseköğrenimdeki öğrenciler ve İngiltere’den Rum saldırılarına karşı savaşmak için gelen Kıbrıslı Türkler gruplar halinde özel şekilde Erenköy bölgesine çıkarak savaştılar ve Erenköy Destanı’nı yazdılar.” Bulunç’a 1967-68 yıllarında Matematik öğretmenim olan merhum Ahmet Teralı’yı, Başbakanlık da yapan İrsen Küçük’ü tanıyıp tanımadığını sordum. İkisinin de yakın arkadaşları olduğunu, Maltepe Yurdu’nda bir süre birlikte kaldıklarını, Kıbrıs öğrenci derneğinde çalıştıklarını ve her ikisinin de Erenköy Mücahit’i olduklarını öğrendim. Çok kısa bir süre önce, kanlı bir savaştan çıkmış fakat bizlere eğitimini arkadaş sıcaklığı ile verebilen Ahmet Öğretmenimi bir kez daha rahmetle andım. Rum saldırılarına karşı direnmek, özgürlük ve Türk halkının varlığı için savaşmak üzere Kıbrıs’a giden üniversite öğrencisi gençler 1966 yılı Mart ayından itibaren terhis edilerek topluca tekrar okullarına dönmeye başladılar ve yarım bıraktıkları eğitimlerini tamamladılar.
Editör: TE Bilisim