Yusuf KANLI Kıbrıs Türk mücadelesinin önderlerinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurucu başkanı dahil temel kadrolarının hangi ilkeler ve duygularla kendilerini davaya adadıklarına yakından tanıklıkla geçti geride bıraktığım 41 yıllık meslek hayatım. Kıbrıs Türkleri arasında “çifte enosis”, yani “çifte ilhak”  yoluyla adanın bir bölümünün Türkiye ile, bir bölümünün de Yunanistan ile birleşmesi, ya da “taksim” isteyenler elbette ki olmuştur. Rum kesiminde de Türk kesiminde de tarihsel süreç içerisinde bu görüşte olanlar vardı ve eminim bugün de vardır. Hangi tarafta daha azdır bu arkadaşlar, bilemem. Ama kanımca Rum kesiminde 15 Temmuz 1974 darbesi ve ardından gelen Türkiye müdahalesi ve Kıbrıs Türklerinin geri dönülmeyecek bir şekilde kendi kendilerini yönetir olmaları dahil çok önemli gelişmeler bırakın federasyon yoluyla adayı kısmen Kıbrıs Türküyle paylaşmayı bile dışlayacak “devlete sahip çıkma” sendromu, sahip olunanları koruma uzlaşısı, her türlü ilhak düşüncesinin çok daha önüne geçti. 2004’de Annan Planına %75 hayır demiş olmalarına rağmen tüm adayı temsilen ve tek taraflı olarak Avrupa Birliği üyeliği ile taçlandırılmış olması “üniter devlete sahip olma” ve “paylaşmama” kararlılığını köklendirmiştir. Rumların özellikle 1983 KKTC’nin ilanından sonra yoğunlaştıkları “Kıbrıs Türk devleti ve halkını izole etme” politikaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı yoluyla uygulanmaya başlanılan fiili ekonomik ve sosyal alanlara da yansıyan siyasi yalnızlaştırma uygulamaları Kıbrıs Türkleri arasında “ilhak” taraftarlarını besleyen gelişme oldu. Ancak, özellikle “sizi biz kurtardık” temelli yaklaşımlar ve Rum tarafının siyasi körlük içerisinde uyguladığı uluslararası izolasyon, yalnızlaştırılma politikaları nedeniyle gittikçe Türkiye ile entegrasyonunu ilerleten KKTC’ye on yıllar boyunca “yavru vatan” anlayışıyla “anaya bağımlı” ve hatta “ananın dediğini uygulayan ana kuzusu” düzeyinde tutmaya çalışan yönetimler istemeyerek KKTC’nin kökleşmesini, bağımsız devlet ülküsünün gelişmesini ve hatta bugün gündeme gelen iki devletli çözüm fikrinin doğumuna yol açtılar. Türkiye ile entegrasyon olayına bile uzun süre karşı olan ancak iktidara gelince başka çıkış yolu olmadığını gören sol zihniyet zaten ilhak olayına en başından karşı idi. Ulusalcı gruplarda ise ilhak merkezli siyaset birkaç cılız slogan ve kapalı toplantı haricine hiç zaten çıkamadı. Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın bir mülakatta bana söylediği ve ölümünden sonra herkesin sıklıkla kullandığı “Tüm istediklerimizi içeren bir çözüm bile önüme konsa, bu çözümde Türkiye, Türk askeri, garanti konusu nerede diye bakarım. Türkiye’siz en iyi çözüm bile kısa zamanda bu adada yok olmamız sonucunu doğurur. Türkiye’siz cennete bile girmem” sözleri hem Türkiye’ye duyduğu güveni hem de olası çözümde Türkiye’ye öngördüğü statüyü belirtiyordu. Türk askerinin adaya dönmesini sağlayan lider Denktaş, tabii ki Türk askerinin adadan gidişini “ölümden beter” olarak gördü hep. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı durup dururken niye İngiliz Guardian gazetesine öyle bir demeç verip sanki ilhak tehlikesi varmış ve onu engelleyecek tek adam kendisiymiş gibi bir hava yaratmaya çalıştı? Empati yapıyorum – sadece o Rumlarla yapacak değil ya, ben de kendisiyle yapmaya çalışıyorum, yine anlayamıyorum. Beş yıl boyunca hiçbir konuda milim ilerleme sağlanmamış, o çok övündüğü Berlin süreciyle de ancak Eroğlu dönemi deklarasyonuna dönebilmiş. Çözüm yoksa istifa ederim demiş, beş yıl bir arpa boyu yol gidememiş. Üstelik ne kadar kırmızı çizgi varsa bırakmış Rum lider Nikos Anastasiades üzerinde kendisiyle birlikte sirtaki oynasın. Harita vermiş, toprak tavizini konuşmuş, garantörlüğün kaldırılacağını sözlü olarak masada dillendirmiş, “tabii ki bir miktar toprak vereceğiz” sözüyle anlaşma olmadan toprak vermeye toplumu hazırlamaya gayret etmiş… Ne almış? Nanay. Şimdi seçim kampanyasında “Sen beş yılda ne yaptın da şimdi tekrar oy istiyorsun?” sorusundan kaçmak için, “Kıbrıslılık” kalkanına sarılmaya, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘a karşı hisleri kullanmaya, açık şekilde Türkiye düşmanlığı ile tekrar seçilme derdinde. MHP lideri Devlet Bahçeli kınamış… Cumhurbaşkanı yardımcısı konuşmuş… Üzülmüştür Akıncı, Erdoğan kendisini muhatap almadı, o sert birkaç cümle kullanmadı, amaç tam gerçekleşmedi diye. Bu provokasyon son olmayacak. Akıncı ve ekibi seçim uğruna daha ne patavatsız açıklamalar yapacaklar beraber göreceğiz. Yine bir şekilde milleti çıldırtacak demeçler verilecek, sinsi planlar uygulanacak, Rum seviciler sevindirilecektir. Ankara’dan sert cevap geldikçe müttefiki Afrika gazetesi çok sevinecek, Rum severler kutlayacak, Rumlar kiryeleri Akıncı’ya sahip çıkacaklardır. Ama unutmayalım, Akıncı doğru şeyleri sinirlere basa basa söylemiştir. Ne Türkiye ilhak talep etmiş ya da öyle bir siyaset gütmektedir ne de Akıncı’nın karşısında yarışan diğer cumhurbaşkanı adaylarından herhangi birisi ilhak diye bir gündeme sahiptir. Akıncı sadece siyaset yapmaktadır. Sinir uçlarına basarak, tepkileri sandıkta oya devşirmeyi umarak siyaset yapmaktadır. Bunu da hoş görmek gerekmez mi? Bırakın cevabı Kıbrıs Türk halkı sandıkta versin. Ulusalcı kanattan tek aday çıkması için hepimiz bu nedenle çok uğraştık. Akıncı veya onun çizgisindeki bir başkasının önümüzdeki dönemde cumhurbaşkanlığında bulunması çok büyük bir tehlike oluşturacaktır.