Utku ŞENSOY / 60’lı yılların başında “dişlerine bakarak” sağlık taramasından! geçen, gücü kuvveti yerinde olan vatandaşlarımızı kabul eden Almanya, daha sonraki yıllarda gurbetçi politikasında radikal bir değişikliğe gitti. 12 Eylül’ün ardından Türkiye’deki atmosferden etkilenenleri “İnsan Hakları” çerçevesinde değerlendiren dönemin Şansölyeleri; Helmut Schmidt ve Helmut Kohl, “siyasi sığınmacılara” kucak açma politikası başlattı. “Anadolu kökenli siyasi mağdurlar” için “sınır açmak” pek bir modaydı o dönemde. Avrupa’da kalmanın, “kapağı bir Avrupa ülkesine atmanın” iki yolu vardı; İlki bulunduğu ülkeye 1980 öncesi girdiği ve “geçici bir işte” çalıştığını, dolayısıyla kaçak girmediğini ispat etmek için “çamaşır makinesinde kaza ile yıkandığını iddia ettiği” “olmayan” eski pasaportu yerine yeni bir pasaporta sahip olmak, ikincisi de “siyasi iltica talebinde bulunmak”. Fransa’daki Türk Başkonsolosluğu’nda görev yaptığım o yıllarda, kaçak olarak Avrupa’ya giren ve tek derdi ekmek parası olanlar için önemli bir sorundu “geçerli bir pasaport”. Lyon Başkonsolosluğu’nda pasaport görevlisiyken canhıraş bir halde bazen günde 90-100 yeni pasaport yaptığımı hatırlıyorum. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın çalışma ve oturum izni alabilmek için yeni bir pasaport temin etmek amacıyla, en yakın başkonsolosluğa müracaat etmeleri en basit ve doğru yoldu. Zira Başbakan Yardımcılığını Turgut Özal’ın yaptığı Bülend Ulusu hükumeti el altından; “vatandaşa yardımcı olun, yeni pasaport verin”, talimatı vermişti. Hal böyleyken, yol yordam bilmeyip o dönem yeni yeni palazlanmaya başlayan “art niyetli Kürt gruplar ve aşırı dinci çevrelerin” ağına düşenler ise, bulunduğu kentin yerel makamlarına ellerine tutuşturulan “siyasi iltica talebi” yazısı ile başvuruda bulunup “siyasi ilticacı” oldular. Bu iltica edenlerin bir kısmı, bu karanlık odaklara hizmet etmeye, onlar tarafından kullanılıp manipüle edilmeye başlandılar. İşte 80’li yılların başlarında temelleri başta Almanya, Fransa, İsveç, Hollanda ve Belçika’ da atılan daha sonra Avrupa geneline yayılan bu karanlık oluşumlar her geçen gün daha da güçlenerek günümüzde bulundukları ülkeleri de tehdit edecek boyuta geldiler. Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Maaßen, Almanya›da şiddete eğilimli olarak sınıflandırılan radikal İslamcıların sayısının sürekli arttığını, bunların sayısının bin 600›ü aştığını bildiriyor. 80’li yılların başında, “İnsan Hakları”, “Sığınma Talebi” gibi masum ilkelerden yola çıkıp kapılarını “göçmenlere” ardına kadar açan Avrupa, o gün ektiklerini bugün biçiyor. Aradan geçen 35 yılda bulunduğu ülkenin vatandaşlığını da alan bu “karanlık odakların neferleri” artık güç ve parayı ele geçirip geniş bir ağa sahip oldu. Artık onlar sadece göç ettikleri ülkenin değil, kendilerine kucak açan, sığındığı ülkenin de başındaki en büyük bela. Almanya ve diğerleri 80’li yılların başında ektiğini biçiyor. Almanya ölçeğinde yaşanan bu gerçeklerden ders çıkartmamız, sınırlarımızı ardına kadar açtığımız Suriye kökenlilerin çeyrek yüz yıl sonra ülkemizde yaratabileceği olumsuzluk ve tehdidin boyutlarının farkında olmamız gerekir. Bu; ülkemizin bekası, çocuklarımızın geleceği için hayatidir. Hatalarımızın bedelini çocuklarımız ödemek zorunda kalmasın.