Ankara’nın Sonbaharı ayrı bir güzelliktedir. Şiirlere filmlere konu olmuştur. Başka güzellikler de yaşanır. Örneğin müzik. Ankara’nın sayıları üç yüzü aşan amatör müzik toplulukları Eylül sonu, Ekim başa bir araya gelerek müzik çalışmalarını başlatır. Bu konu ile ilgili mini bir haberimizi sayfamıza alıyoruz. Daha önce de sayfamızın konuğu olan Yüksek Mimar Faruk N. Erkal duygularını dile getiren bir yazı gönderdi, yayınlıyoruz. Bir de bir şiir. Hayatına dokunanları ve yaşadıklarını satırlarla anlatan Meral Açıkgöz’ün çok duygusal bir şiirini ve kısa öyküsünü birlikte sunuyoruz

MÜZİK DOLU GÜNLER GELİYOR

DOĞAN BULGUN - Eylül sonu Ekim başı Ankara’da sayıları üç yüzü aşan amatör müzik toplulukları mensupları için heyecan dolu günlerdir. Nasıl olmasın ki: Mayıs ayı sonu itibariyle konserlerde tüm hünerlerini sevenleri ile paylaşan topluluklar çalışmalarına ara verir. Koro elemanları yılın yorgunluğunu gidermek amacıyla tatil yörelerine gider. Ancak içlerinde daima bir burukluk olur, buluşacakları günleri hasretle beklerler. Nihayet beklenen günler gelir yeniden bir arada olunur, şeflerinin belirlediği repertuarla yeni konserler için çalışmalar başlar.

Bu korolardan biri de 2004 yılında kurulan Kayseri İli Yardım Derneği Türk Müziği Korosu’dur. Topluluk üyeleri ilk çalışmalarını Şefleri Vedat Kaptan Yurdakul yönetiminde 03 Ekim 2015 Cumartesi günü Saat 16.00’da derneğin Libya Caddesi’ndeki merkezinin toplantı salonunda yapacak. Ocak ayı başına kadar sürecek çalışmaların ardından 2016’nın ilk konserini verecekler.

Bize ulaşan bilgilere göre çalışmalarını başlatacak bir diğer topluluk Erguvan Türk Sanat Müziği Korosu. Şefliğini Cemile Karabulut Uncu’nun yaptığı koronun mensupları 03 Ekim 2015 Cumartesi günü Sevgi Yılı Kütüphanesi’nde (Villalar Mahallesi Rasih Kaptan Sokak N0:19 Oran Şehri / Ankara) bir araya gelecek. Koro yönetmeni Tansu Polatkan da hazırladığı görsel duyurusunu Facebook’da arkadaşlarıyla paylaştı.

Özlem sona erdi yeniden başlıyoruz

2015 yılı yaz aylarında, kimimiz, güzel ülkemizin sahillerinde, benim gibiler Ankaramızın yayla serinliğinde, koro arkadaşlığımız ve Türk Sanat Müziğimizin güzel nağmeleri ile mest olmak özlemi ile çok şükür Ekim ayına kavuştuk.

Eylül-Ekim ayları, dökülen sarı yapraklarla sonbaharı ve hüznü müjdelerken, biz korocular, için bu aylar hasretle ve sabırsızlıkla beklenir. Uzun bir yaz boyu hasret kaldığımız, eşsiz insan Sn. Vedat Kaptan Yurdakul hocamıza, sevgili koro arkadaşlarımıza kavuşacağımız ne güzel günlerdir, bu aylar.

Bakalım, hocamız hangi eserlerden oluşan konser repertuarını bizlere sunacak, konsere hangi mini fasılla gireceğiz.

Biliyorsunuz, tarihteki rönesans sanatta, felsefede yenilenme hareketi olarak anılır. İşte ben de buradan hareketle biz korocular da çok sevdiğimiz müziğimizde bir nevi rönesans yapıyoruz. Yaz aylarındaki sahil tembelliğinden ve fakat yenilenmiş olarak, yeni bir dönem çalışmamıza 3 Ekim cumartesi günü başlıyoruz.

İçinde bulunduğumuz bu zor ve çatışmalı günlerde, keşke bütün insanlık, silah yerine müziği tercih edip, içinden geldiği şekilde şarkı-türkü seslendirseydi, uzun hava tuttursaydı, Yemen Elleri’ni hatırlasaydı, insan olmaya daha layık olamaz mıydı?

Silah tutan o kirli eller, keşke tetik yerine, bir müzik aletinin tellerinde dolaşsa bir de buna güzel sesiyle yanık yanık eşlik etse, bizlere yaşamak için bahşedilen cennet dünyamız daha yaşanılır ve güzel olmaz mıydı?

İşte biz KİYAD (Kayseri İli Yardım Derneği) Korosu mesupları olarak, 3 Ekim Cumartesi gününü sabırsızlıkla bekliyoruz. Bu vesile ile yeni dönem çalışmalarına başlayan ya da başlayacak olan Ankaramızın kardeş müzik topluluklarına da başarılar diliyor, konserlerini keyifle izleyeceğimiz günlerin çabuk gelmesini bekliyoruz.

Saygılarımla

Yüksek Mimar Faruk N. Erkal

79üç

Sonsuzluk

Bence insanlar kendilerine en çok büyük bir acı çektiklerinde yaklaşırlar, çünkü herkesten ve her şeyden uzaklaşırlar.

Böyle bir acı 18 yıl önce trafik kazasında yirmi bir yaşında kaybettiğim kızım Başak’tan hemen sonra beni yalnız kalmaya, kendi içime dönmeye zorladı.

Herkesi ve her şeyi bırakıp gittim.

Büyükada’da her sabah kahveci Hüseyin’in masama getirdiği çayı yudumlarken oenize bakıyor, ama görmüyordum.

Vapurlar geliyor gidiyordu belki, ama duymuyordum.

İçimdeki acılı ruhla baş başa günlerim geçiyordu.

Hep bu acıyı sorguluyordum. O sabah uyandığımda şu soru vardı kafamda. Neden benim kızım? Ben ona çok emek verdim. Neden? Neden? Sorguluyordum. Çünkü 3 yaşında keşfedilmiş bir yetenekti. 21 yaşına kadar piyano, keman ve şan hocalarının kapısında beklemiştim onu. Sınavlarda aynı heyecanı paylaşmıştık. Umutları, amaçları vardı.

Tanrı o sabah yanıtladı sorularımı…

Çayımı yudumlarken martı çığlıkları ile irkildim, Hüseyin’e sordum.

Nedir bu durum…

Cevap verdi:

İzleyin hocam, anne martı yavrusuna uçmayı öğretiyor…

İzlemeye başladım. O gün o an duygularım bir peçete üzerinde kelimelerle şekillenmeye başladı ve bu şiir ortaya çıktı.

Yavru bir martı ötüşündesin;

Uçmayı öğrenmekte anasından,

İlk gülüşün ilk yürüyüşün…

Yavru anasının gagasında

Bir havada, bir suda…

Parmakların piyano tuşlarında…

Yavru ürkek, yavru korkak havada,

Ana güvenli, ana inançlı yavrusuna,

Sınav için bir arya, hala kulaklarımda…

Yavru çığlık çığlığa çırpınışlarda,

Kemanında lâ telini ilk çektiğin gün gibi,

Anımsıyorum,

"Bugün güzel olmalıyım anne" dediğini…

Nihayet yavru yükseldi semaya,

Uçtu… Uçtu… Kaybolup gitti,

Senin gibi… Senin gibi…

Meral Açıkgöz

1997- İstanbul