BU ANKARA KARTPOSTALLARI BİLDİKLERİNİZE BENZEMİYOR!

ANKARA, KARTPOSTAL OLUNCA: A PINCH OF SKETCHES

HABER - SULTAN YAVUZ ÖZİNANIR - ODTÜ elektronik bölümünden mezunu olan Deniz Oslu, içindeki sese kulak verince, içsel yolculuğu onu başka şehirlere çekmiş. O şehirlerde başlayan çizim tutkusu, bir süre sonra Ankara’ya da yönelmiş. Ulus, Ankara Kalesi, Hitit Heykeli, dolmuş, simit, çay, Türk Kahvesi, saksağan, güvercin derken, Ankara’yı kartpostallara taşımış. Eşi ile birlikte yaptığı seyahatlerin ilhamıyla kaleminden şehirler akmış. Çizdikçe daha çok keşfetmiş, keşfettikçe daha çok çizmiş ve sıradan dediğimiz ya da görmediğimiz ayrıntıların ne kadar özel olduğunu farketmiş. Deniz Oslu’nun hikâyesi, hem bir Ankara hikâyesi hem de içimizde keşfetmemiz gereken yeteneklere kapı aralayan bir anahtar. En son ne zaman kaleye gittik? Ne zaman bir müze gezdik? Etraftaki ağaçların güzelliğini ne zaman doya doya seyrettik? En önemlisi de en son ne zaman posta kutumuzdan bir kartpostal çıktı ya da biz en son ne zaman bir kart yolladık sevdiklerimize? Deniz Oslu’nun hikâyesi aslında Ankara’da başlamıyor. Hatta 2004 yılında geldiği ODTÜ’de kampüsü çok sevmesine rağmen, nasıl bir şehirde yaşadığının çok da farkında değilmiş. Sonra Ankara’yı keşfetmeye başlamış, “Artık, bir Ankaralıydım ama şunu farketmeye başladım. İşte bir sene boyunca çalışıp, ondan sonra bir hafta boyunca doyasıya gezmek, yeni yerler görmek ve keşfetmek hoşuma gidiyordu. Bunu yaparken, bir yandan şunu söylemeye başladım kendime; ‘ben tatilimi başka bir şehirde geçirdiğim zaman yaptığım şeyi, neden Ankara’da da yapmıyorum? Neden çıkıp Ankara’da da hangi müzeler var diye keşfetmiyorum? Nasıl rotalar bulabilirim? Yeni nereleri görebilirim, kimlerle paylaşabilirim? Neden bu araştırmayı kendi şehrim için de yapmıyorum?’ dedim ve işe koyuldum.” Buna paralel olarak, eşiyle birlikte bir alışkanlık geliştirmişler ve gittikleri yerlerden magnet almak yerine, kartpostal almaya başlamışlar ve o kartpostalları da kendilerine postalamaya başlamışlar. Zamanla sorgulamaya başlamışlar, ‘Acaba Ankara’da kartpostal var mı? Buraya gelip gezen insanlar acaba böyle bir şeyin eksikliğini hissediyorlar mıdır?’diye. Araştırdıkları zaman, aslında çok da farklı kartpostal olmadığını görmüşler. Genelde tekdüze, benzer fotoğraflarından oluşan eski tasarımlarla karşılaşmışlar ve kartpostal satan yerlerin azlığı da dikkatlerinden kaçmamış.  “Okuduğum bir kitaptan etkilendim” Deniz Bey, gittiğimiz yerlerde gezerken fotoğraf çekip devam ettiğimize ve çok hızlı bir tüketim döngüsü içinde olduğumuza dikkat çekiyor. “Mesela gidiyorsunuz Paris’e, Eyfel’e... Orada bir fotoğraf çekilip, orayı çok da yaşamadan, hissetmeden hemen başka bir noktaya geçiyorsunuz. Çünkü hızlı bir şekilde gezmek istiyorsunuz ve o fotoğrafı aldığınız an, oraya sahip oluyorsunuz aslında. Diyorsunuz ki ‘ben buranın fotoğrafını aldım zaten, şimdi devam edebilirim.’ Öyle bir his var. İşte, okuduğum kitaplardan bir tanesinde şunu diyordu, ‘gittiğimiz yerde aslında iyi-kötü bir çizim yapsak, ya da bir iki not karalasak, bugün şöyle bir şey oldu, şuradaki insanlar da böyle farklıymış’ falan gibi ya da ne bileyim ‘Şunu yedim, hâlâ tadı damağımda’ gibi...” Bunu yapmanın zor olmadığını ve turistten çok, gezgin gibi seyahat edilebileceğini ifade ediyor. Bunları düşününce çizmeye karar veriyor ve lise yıllarından beri çizmemesine rağmen, iki yıl önce eline yeniden kalemini alıyor. Gezmek dışa olduğu kadar içe de yapılan bir yolculuktur. Deniz Bey de kendini gezilerde tuttuğu notlarla, çizdikleriyle yeniden keşfediyor aslında. “Gezgin gözüyle, sizin oraya iki çubuk çizmeniz bile yeterli. Orayı sizin bakış açınızla, aktardığınız şekliyle kaydetmiş olacaksınız aslında. Küçük bir defteri yanınızda taşıyarak, bir kalem, belki böyle küçük bir boya seti taşıyarak, gittiğiniz yerleri daha çok hissetmek, daha çok özümsemek belki...” “Ulus’taki binaların bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum” Çizmeye başladıktan sonra her şeye farklı bir gözle bakmaya başlamış Deniz Bey, elbette Ankara’ya da... Neyin çizilmeye değer olduğuna karar verirken, kendisinin de nelerden hoşlandığını, neye önem verdiğini farketmeye başlamış. Ankara’ya olan bakış açısının günbegün değişimini şu sözlerle ifade ediyor, “Mesela ben Ulus’taki binaların bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Orada gezmeye başladıktan sonra, ‘bu bina da çizmeye çok değer, bu bina da çok güzelmiş’ dedikçe, aslında Ulus bölgesinin ne kadar keyifli olduğunu, Ankara Kalesi’nin ne kadar değerli olduğunu, içindeki o sokakların, oradaki kafelerin, yukarıdan o manzaranın, oradan şehre bakmanın ne kadar güzel olduğunu, Cumhuriyet döneminde yapılmış olan binaların ne kadar estetik olduğunu farkettim. O zamanlar bir mimarî kaygıyla yapılmış o binalar ‘sanat eseri’ diyorum ben onlara. Ulus’ta çok kendine ait bir doku var, onu farkettim.” Gezdikçe, gözleri özenle bakmayı öğrendikçe sadece Ulus’un tarihî dokusunu değil, kuşları da farketmiş. Saksağanı, güvercini... Bunlar da kartpostalları arasındaki yerlerini almış. Sonra simidi, Türk Kahvesi’ni... Bizim için ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha hatırlamış. “Baktığınız zaman, kahvenin gerçekten inanılmaz bir yeri var bizim kültürümüzde. ‘Kahvaltı’ diyoruz mesela, aslında kahve altı. Sonrasında bir kahve keyfi yapıyoruz çünkü. Kız isteme geleneğimiz vardır mesela, orada bir kahve seremonisi var. Damadın kahvesine ekstradan tuz koyma ya da kahve falı denen bir esprimiz var mesela. Birbirimize anlatmak istediğimiz hikâyeleri, senin geleceğine dair benim hayalimde olan şeyleri ben sana kahve falı aracılığıyla anlatıyorum. Daha çok bunu aile büyüklerimiz yapar tabii, annelerimiz, teyzelerimiz falan... Bu tarz şeylerin bizim hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu bir kez daha hatırlamamı sağladı, etrafımı daha çok görmeye başladım. ‘Şu ağaç ne kadar güzel görünüyormuş’ diyorum mesela. Eskiden belki de kafamı kaldırmadan, geçip gidiyordum” diyor ve şunu sormamızı sağlıyor, ‘her gün yürüdüğümüz sokakları, caddeleri gerçekten görüyor muyuz?’ “Böyle bir ilgiyi hiç beklemiyordum” İlk başta Ankara’da böyle bir ihtiyacın olup olmadığını düşünerek işe koyulan Oslu, kartpostallarının bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmemiş. Zaten, çizimlerinin kartpostal olmaya başlamasında da eşi Gülce Hanım’ın büyük rolü olmuş. “Elimde bir kaç çizim vardı Ankara’yla ilgili. Eşim yılbaşında bana bir sürpriz yapıp, benim bir kaç çizimimi kartpostal formunda bastırmış. Hani ‘olur mu, olmaz mı?’ diye kendi içimizde bunun sorgulamasını yaparken, böyle bir sürpriz yaptı ve onu elime alıp baktığımda, ‘a evet, kartpostal olmuş bunlar, ne güzel olmuş’ dedim. Sonra da, ‘acaba buna ilgi olur mu?’ diye, en çok turistin gittiği nokta olan Ankara Kalesi’nde bir deneme yaptık” diyor. Kaledeki bir dükkâna bıraktığı iki çeşitte, yirmi kadar kartpostal bir haftada tükenince ve dükkân sahibi de çeşit ve sayı olarak daha fazla talep edince, ‘demek ki böyle bir ihtiyaç varmış’ diyerek, çeşidi ve sayıyı artırmış. Şimdi ise Deniz Oslu’nun kartpostları ‘A Pinch Of Sketches’ (Bir Tutam Eskiz) imzası ile Ankara’da yaklaşık on farklı noktadan temin edilebiliyor. Sosyal medyayı da kullanmaya başladıktan sonra, Oslu’nun kartpostalları Ankara sınırlarını aşıyor ve İstanbul’dan insanlar ona ulaşmaya başlıyor ‘Ankara olmayan çalışmalarınızı burada da isteriz’ diye. İstanbul’da da beklediğinin üzerinde bir ilgi gören Oslu şunu ekliyor, “Hatta İstanbul’daki dükkânlardan bir tanesi Alaçatı’ya şube açınca, Alaçatı için de bir kartpostal koleksiyonu istedi. Orası için de çizdim, sadece orada sergileniyor mesela” diyor.  “Demek ki, insanların böyle şeylere ihtiyacı var” Deniz Bey, yılbaşında takipçileri için bir çekiliş de düzenlemiş ve kendisine mesaj atan insanlar arasından on kişiye, istedikleri kişilere, istedikleri kartpostalları yazıp, yollamış. İnsanların kimlere kartpostal yolladığını şöyle anlatıyor, “Şunu gördüm, mesela dolmuş kartpostalını annesine gönderen biri vardı. Yurt dışındaki sevgilisine ‘bak ben de geliyorum, yoldayım’ diye gönderen oldu. Çok özlediği kardeşine gönderen oldu, ablasına yazan oldu, askerde olan sevgilisine yazan oldu.  Aslında bir şeyler yazmak istiyormuşuz bunu gördüm ve hepsi de güzel şeyler. Demek ki insanların böyle bir paylaşıma ihtiyacı var.” Postcrossing’ten Haberdar mısınız? Deniz Bey’le sohbetimiz sırasında, kendisinden çok faydalı bir siteyi de öğrenmiş olduk. Kartpostallarını alan bazı kişilerin kendisine dönüş yaptığını söyleyen Deniz Bey, bir kartpostal alıcısından ‘postcrossing’ diye bir sosyal ağ öğrenmiş. Portekiz’de bir kaç arkadaşın kurduğu bir network olan ‘postcrossing.com’ ile dünyanın her hangi bir yerinde, sizinle ortak zevkleri olan bir insandan kartpostal alabiliyor ve siz de yollayabiliyorsunuz. Sistemin nasıl çalıştığını da Deniz Bey’den dinledik, “Buraya üye oluyorsunuz, işte küçük bir profil oluşturuyorsunuz, kendinizden, zevklerinizden bahsediyorsunuz. Ne tarz kartpostallardan hoşlandığınızı anlatıyorsunuz, adresinizi de giriyorsunuz ama bu adres, her hangi bir kullanıcı tarafından görünmüyor. Sonra ‘kartpostal göndermek istiyorum’ diye bir link var, ona tıkladığınız zaman, size dünya üzerindeki yüzbinlerce üyeden bir tanesini tamamen şans eseri karşınıza çıkarıyor” diyor. İlk kartınızı yolladıktan sonra, artık siz de gelecek olan kartpostalı beklemeye başlayabilirsiniz. Deniz Bey, bu heyecanlı bekleyiş için de şunları söylüyor, “İlk kartpostalı almanız bir-iki ayı bulabiliyor tabii. Posta kutunuzu artık kontrol etmeye başlıyorsunuz ve bu çok iyi bir duygu. Belki o gün yorgun argın işten geldiniz, kötü bir gün geçirdiniz ama bir anda oyuncak bulmuş gibi,‘Aa, acaba kimden gelmiş, ne yazmış?’ diye heyecanlanıyorsunuz” diyor. Küçük mutluluklara her zaman ihtiyacımız var. Kartpostal ise gönderen kişinin el yazısından o an aceleyle mi, sevinçle mi yazdığını anlayabildiğimiz, elinin izinin, mekânının kokusunun hatta belki sesinin aktarıldığı ve daima saklayabileceğimiz güzel bir iletişim ve ifade ediş tarzı. Sahi, en son ne zaman bir sevdiğimizden kartpostal aldık? Deniz Oslu’nun kartpostallarını http://www.apinchofsketches.com/ sitesinden ve  https://www.instagram.com/a.pinch.of.sketches/ instagram sayfasından görebilirsiniz.
Editör: TE Bilisim