Sevinç Hanım’ın elleri...

HABER VE FOTOĞRAF / SULTAN YAVUZ ÖZİNANIR - Ankara Kalesi’nin civarındaki sokaklar, bir tarihî dokuyu nasıl ilmek ilmek insanın algılarına işliyorsa, Pilavoğlu Hanı’ndaki Kazaziye Ustası Sevinç Naldöğen de, gümüş telleri ilmek ilmek takılara, objelere işliyor. Telkâri sanatı ile sık sık karıştırılsa da, ondan daha farklı bir el sanatı olan Kazaziye’nin tarihi çok eskilere dayanıyor. M. Ö. 6000’lı yıllarda ortaya çıkan ve Lidyalılar’dan Anadolu’ya miras kalan Kazaziye, oldukça ince bir işçilik ve bir o kadar da sabır isteyen geleneksel elsanatları arasında yer alıyor. Sevinç Hanım’ın anlattığına göre, günümüzde bu değerli sanatı Trabzon’da yalnızca üç aile yapıyormuş. Ankara’da ise 40 yaşından sonra bu sanata merak saran ve sonra da ona tutkuyla bağlanan tek usta, Sevinç Naldöğen. Sohbet sırasında anladım ki, ustası olduğu Kazaziye ne kadar zorlu ve sabır getiren bir sanatsa, Sevinç Hanım’ın yaşamı da öyle olmuş. Onun yaşamı bize, hayatta yapmak istediklerimiz için asla geç kalmadığımızı, önemli olan şeyin insanın yaptığı işi sevmesi ve özen göstermesi olduğunu hatırlatıyor. Eller... Sevinç Hanım’ın elleri. En çok da sanatıyla anlam kazanan güzelim elleri. Konuşurken ellerine kayıyordu gözlerim, sanki bu derece tutkuyla bağlı olduğu sanatının, nasıl ellerden çıktığını bir de kendi gözlerimle görmem gerekiyordu. Tıpkı takıları gibi, onları işleyen elleri de sevdim. Karşımdaki usta, elleriyle sadece sanatını değil, yaşamın ta kendisini icra ediyordu. Öylesine coşkulu, öylesine derinlikli... Kazazlık sanatının hem göz, hem de sabır işi olması, onu aynı zamanda zor bir sanat kılmış. Bu nedenle yapan da pek yok. 1000 ayar gümüş ve 24 ayar altınla yapılan kazaziyede, saç kılı kadar ince olan 0.08 mikron kalınlığındaki teller, ipek ibrişim üzerine çekiliyor. O çekilen tellerden de iğne ve diğer aletlerle takılar yapılıyor. Hiçbir şekilde kaynak kullanılmadığı gibi, eksiksiz tüm parçalar elde işleniyor. Çevresinden gelen tüm olumsuz eleştirilere ve eşinin negatif tutumlarına rağmen, var gücüyle direnerek çıktığı sanat yolculuğu, Sevinç Naldöğen’i bugün Türkiye’de az sayıdaki kazaziye ustalarından biri hâline getirmiş. 40 yaşından sonra kazaziye sanatıyla tanışan Sevinç Hanım, o yaşına kadar eşinin yanında çalışan bir ev hanımıymış. Büyük kızı üniveristeyi kazanınca boşluğa düştüğünü ve kendini yalnız hissettiğini ifade eden Naldöğen, bir sosyal faaliyette bulunması gerektiğini düşünerek kursa gitmiş. Kursta kazaziye ile tanışınca çok ilgisini çekmiş ve “Ben bunun dersini almak istiyorum” demiş. Kurstakiler, yeterli eğitimi veremeyeceklerini, sadece bir takım teknikleri gösterebileceklerini ve eğer kazaziye ile uğraşmak istiyorsa, bu sanatın merkezi olan Trabzon’a gitmesi gerektiğini söylemişler. Sevinç Hanım kabul etmiş ve ilk başta, “Belki hoşuma gider ama belki de sevmeyeceğim, bırakacağım” diye düşünmüş. Kursa başladıktan sonra ise, kendi deyimiyle âşık olmuş bu sanata. “O kadar çok sevdim ki ‘ben bu işi yapmalıyım, öğrenmeliyim ve meslek olarak yapmalıyım’ dedim.” Zorluklar, Onu Yıldırmayı Başaramamış Sevinç Hanım karar verdikten sonra, bu kararı önce eşiyle paylaşmış ama eşi pek de olumlu yaklaşmamış meseleye. “Eşime, ben böyle bir şey yapmak istiyorum dedim. ‘Nasıl gideceksin, nereden öğreneceksin?’ diye erkeklerin her zaman yaptığı gibi engel olmaya çalıştı. ‘Hiç bir şekilde bana bahane uydurma. Ben bu işi yapacağım ve bu işle ilgili kariyer yapacağım’ dedim. Dalga geçti benimle, bir el sanatı işte, dantel gibi falan düşündü. Ayrıca dantel örerken bile kariyer yapabilir insan. Sonra kaçak göçek ara sıra Trabzon’a gittim. Derken ‘halk eğitimde ders verebilir misiniz?’ dediler. Çünkü Ankara’da bu sanatı yapan hiç kimse yok. ‘E halk eğitimde nasıl ders vereceğim?” diye sordum. ‘Önce çıraklık, kalfalık ve ustalık belgesi alman lazım’ dediler. ‘Nasıl alınıyor?’ İşte ‘çıraklık yaygın eğitime gidiyorsunuz, oraya başvuruyorsunuz, kurslarına katılıyorsunuz’dediler. ‘Tamam, yapacağım’ dedim. Oraya başvurumu yaptım. Sırasıyla çıraklık, kalfalık, ardından ustalık belgemi aldım. Sonra halk eğitime başvuru yaptım, onlar da kabul ettiler. Ama halk eğitimde üç yıl çalıştım,  çünkü orası bana sınırlı geldi. Benim yapmak istediklerim, halk eğitimde gerçekleşemezdi. Çünkü hobi olarak, hanımların vakit geçirmek için geldiği yerde o kadar verimli olamıyorsunuz. ‘Benim usta yetiştirmem lazım, gençlerin de öğrenmesi lazım. Yani bu işi birilerinin yapması lazım’ dedim. Böylece halk eğitimden ayrıldım” diyor.

Kültür Bakanlığı Sanatçısı Oluyor

Halk eğitim merkezinden sonra Ulucanlar Cezaevi civarında yapılan Sanat Sokağı’nda sanatçılara yer verileceğini duyan Naldöğen, başvuru yapınca kabul edilmiş. Ona göre bunun sebebi şöyle, “Kabul ettiler beni, çünkü benim işimin kolaylaşmasının, bu kadar ilerleyebilmemin sebebi, sanatımı kimsenin yapmıyor oluşundan kaynaklanıyor. Çok akıllıca bir iş yaptığıma ve doğru yerde durduğuma inandım o zaman. Orada bir atölye açtım ve dört sene boyunca orada kaldım” diye özetliyor. Bu sırada, Kültür Bakanlığı’ndan geleneksel el sanatçısı olduğunu da belgeleyen ‘somut olmayan miras taşıyıcıları’ belgesini almak için bakanlığa başvurmuş. “Şansımı deneyeceğim” diyerek, başvuruda bulunan Naldöğen, ürünleriyle birlikte mülâkata gitmiş. O zamana kadar tel sarmayı öğrenmeyen Sevinç Hanım’a, mülâkattaki bir hoca, “Telini nereden alıyorsun?” diye sormuş. Naldöğen, “Trabzon’dan getirtiyorum” deyince, hoca, “Ee, Trabzon’daki usta öldü ya da Trabzon artık iş yapmıyor. Sen nasıl yapacaksın bu işi?” demiş. “Çok haklısınız, telini de sarmam lazım. En kısa zamanda makine alıp, saracağım” deyip çıkmış ama belgeyi alacağı konusunda umutsuzluğa düşmüş. Fakat yaptığı işlere de bayılmışlar. Bir hafta sonra haber gelmiş, Sevinç Hanım kabul edilmiş ve artık bir Kültür Bakanlığı sanatçısıymış. Sanat Sokağı’ndan Üsküp’e Sevinç Hanım bunlarla uğraşadursun, Yunus Emre Enstitüsü ‘Ustadan Çırağa’ diye bir proje başlatmış. ‘El sanatları bölümüne ne koyalım’ diye araştırırlarken, Sevinç Hanım’ı bulmuşlar ve durumdan habersiz olan Naldöğen şaşırmış. Bir Ağustos ayında gelen telefonda,  “Hocam, bizimle Balkanlar’da çalışmak ister misiniz? ‘Ustadan Çırağa’ adlı bir projemiz var ve sizin de yer almanızı istiyoruz” demişler.  “Neden olmasın? Çalışırım” diye yanıtlamış Naldöğen. Kendisinin adını Kültür Bakanlığı’nın verdiği söyleyen görevliler çalışma koşullarını anlatırken, kendi aralarında Sevinç Hanım’a 1700 ödeneceğini söylemişler. Sevinç Hanım ile anlaşmışlar ve bir hafta sonra sözleşmeyi getireceklerini söylemişler. Sevinç Hanım, “Sözleşmeyi getireceğiz’ dediler ama ben nasıl heyecanlandım anlatamam. Yurt dışına gideceğim, Allah’ım nasıl oluyor bunlar art arda diye hayret içindeyim. Eşim yine ‘1700 liraya yurt dışına gidilir mi?’dedi. Ben de dedim ki, ‘1700 değil, 1000 lira da verseler, hiç para vermeseler de ben gideceğim’ dedim. ‘E nasıl gideceksin, ne yapacaksın?’ demeye başlayınca,‘evimi tutacaklarmış. Sadece yiyeceği, içeceği kendim karşılıyorum. Ben başlarken, bu işin üzerine gideceğim ve kariyer yapacağım demiştim. Ben gideceğim, ister izin ver ister izin verme’ dedim.” Böylece, ne kadar kararlı olduğunu eşi de anlamış. Sözleşme yapılacağı gün, ücretinin 1700 lira değil, 1700 Euro olduğunu öğrenen ve şaşıran Sevinç Hanım’a, proje müdürü Babür Bey, “Hocam, sen 1700 liraya gidecek miydin?” deyince, “Evet” diye yanıtlamış Sevinç Hanım. “Benim bu işe başlayış sebebim bu, çok güzel bir fırsat geçti elime, siz bana hiç para vermeseniz de gidecektim” demiş. Naldöğen’in bu davranışı, para değil de gönül vererek gitme düşüncesi enstitüdeki insanları da etkilemiş ve Sevinç Hanım, bu olumlu geri dönüşleri tecrübe etmiş. “Yunus Emre, benim hayatımda dönüm noktasıydı diyebilirim, hayata bakışımı değiştirdi. Benim Avrupa’ya gitmem, başka türlü mümkün değildi. Türkiye dışında bir yere gitmek, imkânsız gibi bir şeydi. Benim Üsküp’te ufkum çok açıldı, bu sanatı oradaki geleneksel sanatlarla birleştirdim. Başka ustalarla birlikte çalıştık. İnanılmaz bir sergi yaptık ve Türkiye’yi de iyi temsil ettiğime inanıyorum. Olumlu geri dönüşler oldu, teşekkür ettiler. Yunus Emre, beni hâlâ bırakmış değil. Bir sanat kongresi olsun, hemen ‘hocam şurada kongre var, gelir misiz?’derler. Yeni projeleri olacaktır mutlaka, ben de yer almaktan mutluluk duyarım” diye anlatıyor Sevinç Hanım hayatındaki bu önemli sıçrama ânını. “Son zamanlarda düşünüyorum, aslında geç kalmamışım” Yaptığı işi severek ve düzgün yapmaya çalıştığını ifade eden Naldöğen, başka dallara sarkmadan çalıştığını, alanını belirlediğini ve bu alanda mümkün olduğunca kendini geliştirmeyi hedeflemiş. Hem hayatında özel yer tutan üç kadın arkadaşı hem de Yunus Emre Enstitüsü ona yol arkadaşlığı yapmışlar ve hayatındaki büyük değişimlerde yanında durmuşlar. Yaşın aslında insanı çok da ketleyen bir şey olmadığını hatta bazen gerekli de olduğunu ise şu sözlerle ifade ediyor, “Hani derler ya ‘geç kalmışsın. Son zamanlarda düşünüyorum ki geç kalmamışım. Geç değilmiş. Önceleri hep diyordum ki, keşke bir on yıl önce olsaydı, otuz yaşımda, gençken olsaydı falan. Öyle değilmiş. Zamanı şimdiymiş, olgunlaşmam gerekiyormuş. Yıkılmaması için sağlam temellerin kurulması gerekiyormuş. Belki hızlı gitseydi ya da o zaman olsaydı, o taşları düzgün oturtmadan, gençliğin verdiği bir fevrilikle buralara gelemezdim. Böyle olduğu için çok mutluyum” diyor. “Sanatla uğraşan insanların dostlukları bambaşka” Önceleri, kaleye gelip gittikçe hep hayâl kurmuş Sevinç Hanım, “Kalede bir sanat dükkânı açsam, nasıl güzel olurdu” diye. Şimdi ise altı aydır tuttuğu atölyeden çok memnun ve anlaşılan o ki, bu memnuniyetin arkasında, kalede kurulan samimi arkadaşlık ilişkileri de yatıyor. “Bir defa, kalenin dokusu çok farklı. Eminim sadece biz ya da burası değil, tamamı öyledir. Sanatla uğraştığımız için mi nedir, gencimizde de yaşlımızda da bir parça kaçıklık vardır” diyerek kahkaha atıyor. “Herkes mükemmel geldi bana. Birbirimizle kaynaştıkça ‘ben ne kadar doğru bir yere gelmişim, ne kadar doğru insanların arasına girmişim’ dedim. Dışarıdan biri,‘ne olacak dükkân komşuluğu işte’ der ama öyle değil, gerçekten bu sanatlarla uğraşan insanların dostlukları bambaşka oluyor. Daha candan, içten oluyor” diyor. “Seninle Gurur Duyuyorum Dedi” Sade bir hayatı yaşamaktan mutlu olduğunu, ev ya da araba almak gibi dertlerin peşine düşmediğini belirten Sevinç Hanım, “Onların beni mutlu etmediğine kanaat getirdim. Beni, bir şey üretmek ve onun beğenilmesi daha mutlu ediyor. Hayatta yaslanacağım dayım da olmadı, kimseden yardım da istemedim. Ben çırpınırken herkes ‘boşa uğraşıyor’ dedi, eşim bile bu aşamalara geleceğimi hiç bir zaman aklına getirmemişti. Sonra fark etti ve ‘sen doğru yoldaymışsın’ dedi.” Naldöğen, yurt dışından döndükten iki ay sonra vefat eden eşi, “Beni affedebilecek misin? Ben senin önünü çok kesmişim”demiş. 40 yaşına kadar istediği gibi bir kariyer hedefini önüne koyamayan Sevinç Hanım, zaman içinde başarılı oldukça eşinin de takdirini kazanmış. “O âna kadar kızgınsam bile, ‘seninle gurur duyuyorum’  deyince, ben de farklı hissettim. Demek ki ben doğru bir şeyi yapmışım” diyor. “Kendi hayallerinin peşinden gittiysen ve başardıysan önemli olan bu” Ruh hâlinin pek çok işte olduğu gibi kazaziye sanatında da etkili olduğunu dile getiren Naldöğen, ”Oturuyorum, eğer ruh hâlim çok kötüyse onu bir türlü yapamıyorum. O tekniği bir türlü oturtamıyorum. Ruh hâlin iyi olacak yani” diye özetliyor. Sevinç Hanım, hayal kurmanın önemini ve hayatındaki yerini ise şu sözlerle anlatıyor, “Mesela metrelerce zincir örerken, bilseniz ben ne hayaller kuruyorum, nerelere gidiyorum? Ben çok hayâlperestimdir. Üstelik çok rüya görürüm ve o gece çok güzel rüya görürsem, o gerçekleşsin diye dua ederim. Rüya da olsa, defalarca kafamdan geçiririm ve genişletirim, hayâl kurarım. Evet hayâlperestim ve hayâlalerimi gerçekleştirmek için ömrüm yettiğince uğraşacağım. Hayatımda iki doğru şey yaptım; iki kız çocuğu yetiştirmek ve işim. Kendi hayâllerinin peşinden gittiysen ve başardıysan önemli olan bu.” “Hayat Sürprizlerle Değil, Şakalarla Dolu” Aynı zamanda Kültür Bakanlığı’nın, el sanatlarını aynı çatı altında topladığı Anelsander üyesi olan Sevinç Hanım, buradaki sanatsal faaliyetler sırasında, diğer insanların bilgisinden istifade ettiğini söylüyor. Öte yandan, “Mesela normalde hiç tanışamayacağınız insanları tanıyorsunuz, bazen o ustalar alanında tek oluyor ve siz dernek aracılığı ile yakınlık kurabiliyorsunuz” diyor. Sohbetimizin sonunda Naldöğen, hayatta ne kadar zorluk yaşarsa yaşasın, “Hayat hiçbir zaman beni kendine küstüremeyecek çünkü ben yaşamayı çok seviyorum. Her şeylerine rağmen, insanları da çok seviyorum. Kötüsü de lazım, iyisi de lazım. Pozitif olmak lazım. Baharın müjdecisi, Şubat ayını bekliyorum ve bu beni mutlu ediyor” diyor. Sevinç Hanım’ın hayat doluluğu bana da geçmiş gibi, kaleden ayrılırken gülümsüyor ve “Evet, bahar gelecek” diye içimden söyleniyordum.