Kadri Atabaş, Ankara’daki Batıkent Toplu Konut Projesi’nin genel koordinatörlüğünü yürütmüş, CHP Genel Merkez Binası, Mustafa Ayaz Kültür Merkezi ve Müzesi, yeni Tavukçu Lokantası ve Güler Kardeşler Showroom gibi dikkat çeken yapıların mimarılığını yapmış bir isim… Genç yaşından itibaren başkentteki pek çok projeye imza atmayı başaran Atabaş, sanat ve antika tutkusunun yanı sıra, pek çok sivil toplum kuruluşunda da görev üstleniyor. Atabaş, bir Ankara mimarı olarak Ankara’yı ve başarıyla geçen meslek hayatını 24 Saat gazetesine anlatıyor. Röportajımızın birinci kısmı…
SULTAN YAVUZ/ANKARA Ankara’nın tanınan mimarlarından Kadri Atabaş’la görüşme yapmak üzere Güvenlik Caddesi’nde yer alan bürosuna yol alıyorum. Ofise girişte beni karşılayan antika hesap makineleri, resimler ve özenle toplanmış tuğlalar, içeride nasıl bir atmosfer olduğunun ilk ip uçlarını veriyor. Geniş iç mekâna vardığımda, her yeri estetik bir bütünlükle donatan antikalar, resimler, bitkiler ve ona eşlik eden klasik müzik, “Ne kadar da keyifli ve güzel bir ortam” cümlesini ağzımdan çıkarıveriyor. Atabaş’ın çalışma masasının duvarını kaplayan yazı ve notlar içinde yer alan Hammurabi Kuralları’nın mimarlara yönelik keskin maddeleri ise Atabaş’ın işini yaparken takındığı ciddiyetin belgesi niteliğinde… Bir süre sonra sohbetimiz başladığımda, 1947 Ankara doğumlu olan Atabaş’ın, babasının astsubay olduğunu ve bu vesileyle Türkiye’nin pek çok ilini dolaştığını öğreniyorum. Babasının bir dönem memuriyeti bırakarak ticaretle ilgilendiğini ve daha sonra yeniden memuriyete döndüğünü belirten Atabaş, liseden sonra Ankara’ya temelli yerleştiklerini ve ODTÜ Mimarlık bölümünü bitirdiğini ifade ediyor. Kendisinin de bir süre devlet memurluğu yaptığını ve siyasetle ilgilendiğini dile getiren Atabaş, Ankara Üniversitesi İnşaat Dairesi’nde çalıştığını; Vedat Dalokay’ın belediye başkanlığı döneminde de Ankara Belediyesi Sosyal Konutlar Müdürlüğü görevlerinde bulunduğunu anlatıyor. Atabaş, “Çok kısa bir dönem de olsa Ali Dinçer’in belediye başkanlığı sırasında da Ankara’nın ilk Sular İdaresi Müdürü oldum hem de mimar olarak” diyor. “Bir daha Türkiye’nin genç zekalarına böyle bir olanak sağlanmadı” 1978-80 yılları arasında Batıkent Toplu Konut Projesinin genel koordinatörlüğünü ve Kent-Koop’un kurucu genel sekreterliği görevlerini üstlenen Atabaş, “Hâlâ Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmadı. Bir kerede 55 bin konut yapılması planlandı ve yapıldı. Biz doğrudan 250 bin kişinin yaşayacağı alanı hayata geçirdik ve henüz 30’lu yaşların başındaydık; ben 32, Ali Dinçer de 33... Bir daha Türkiye’nin genç zekalarına böyle bir olanak sağlanmadı. Turgut Özal denedi ama o da son oldu” diyor. Atabaş, ilk yaya bölgelerinin projelerinin çoğunda yöneticilik yaptığını ve metro inşaatı dâhil bir şekilde Ankara’daki her projeye “küçük küçük de olsa” dokunduğunu belirtiyor. Atabaş, o dönem en son büyük projeleri olarak, Gençlik Parkı’ndan başlayarak Emniyet Genel Müdürlüğü’ne kadar giden bir su yolu yaparak, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin yanından geçirmek istediklerini ancak o sırada 12 Eylül 1980 darbesinin yapıldığını anlatıyor. Kısa süre de olsa cezaevine giren Atabaş, “İki buçuk yıl süren komik bir mahkemeydi, ilk celsede bırakıldık ama o dönem aktif nüfusun dörtte birini içeri aldılar ve herkes işsizlikle mücadele etti” diyor. Cezaevinden çıktıktan sonra bir kaç işçi kooperatifinin kendisine kontrol müdürlüğü işi verdiğini kaydeden Atabaş, aynı zamanda siyasetle de ilgilendiğini ve daha önce CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu üyeliği, eğitim sekreterliği yaptığını; Toplumcu Düşün, Demokratik Sol ve Yeni Özgür İnsan gibi yayınlar çıkardıklarını anlatıyor. Atabaş, “Müsteşarlık, bakanlık ve milletvelilliği dışında tüm görevlerde yer aldım. Sonra da ODTÜ’ye yarı zamanlı öğretim üyesi olarak başvurdum” diyor. Şu anda halen ODTÜ’de ders veren Atabaş, hem kendi bürosunda mesleki yaşamını sürdürüyor hem de çeşitli STK’larda görev alıyor. Art Ankara’nın da danışma kurulu üyeliğini yapan Atabaş, Ankara’yı şöyle anlatıyor… [caption id="attachment_197047" align="alignright" width="343"] chp binasına Eskisehir yolundan bakış[/caption] “1916’daki Ankara yangınında 100’ün üstünde piyano yanıyor” Atabaş, Ankara’nın yüzyıllık başkentlik ömrü için “Zavallı Ankara, bu sürenin 40 yıldan fazlasını itilerek, kakılarak ve yokmuş kabul edilmeye çalışılarak geçirdi” ifadesini kullanıyor. 20. yüzyılda sıfırdan kurulan dört başkent olduğuna dikkat çeken Atabaş, Şandigar, Kanberra, Brazil ve Ankara’nın, “Ortada bir kent yokken insan aklıyla sıfırdan inşa edildiğini” ve en meşhurunun da Şandigar olduğunu, kentin İsviçre asıllı Fransız Mimar Le Corbusier’in mimarlığında hayata geçirilerek dünya mimarlığı açısından önem teşvik ettiğini vurguluyor. Kanberra ve Brazil’in redde dayanmadan var olduklarına dikkat çeken Atabaş, Ankara’nın ise Osmanlı ve Cumhuriyet tartışmaları ekseninde itelendiğini belirterek, Ankara başkent olduğunda yabancı elçiliklerin bile iki yıl şehre gelmeyerek, İstanbul’u tercih ettiklerini, ancak Atatürk’ün çabalarının ve kararlığının görülmesinden sonra Ankara’da elçilik bürosu açtıklarını ifade ediyor. Ankara’nın bozkır şehri olduğu yönündeki ifadeleri de eleştiren Atabaş şöyle konuşuyor: “Ankara baştan itibaren iteleniyor. Bir zamanlar Midas’ın çam kütükleri burada yetişmemiş, sanki Evliya Çelebi ‘İstanbul’dan Sivas’a kadar sincap ayağı yere değmeden ağaçtan ağaca gider’ dememiş gibi ‘Bozkır, bozkır’ diye hâlâ bir marifetmiş gibi söyleniyor. Oysa geçmişinde kocaman bir içdeniz; İç Anadolu’dan hâlâ fosil çıkıyor, ciddi yeşillik olduğu belli. Sivrihisar’dan bu tarafa uzanahn Frig vadisi neden bir zamanlar merkezmiş kimse sormuyor, Hititler 600 yıl hiçbir şey yetişmeyen bu çorak tepede ne yapmış kimse sormuyor. Denizci Galatlar neden gelmiş soran yok. Ankara ciddi bir merkez, bir geçiş noktası olmuş 19. yüzyılın sonuna kadar… 1890’lı yıllarda ise büyük bir çekirge akını ile ekinler talan edildiği için kıtlık nedeniyle 6000’in üstünde insanın öldüğü söyleniyor. O güne göre olağanüstü bir rakam ve hâlâ tartışılan 1916 Ankara yangını… O yangında Ankara’nın sadece yapıları değil, kültürü yanıyor. Refik Halit Karay’ın konu üzerine yazısında 100’ün üzerinde piyano yandığı söyleniyor. O tarihte bu kadar piyanoya sahip bir kent, çünkü kentin dörtte biri Ermeni ve Rum asıllı, çok dinli ve milletli gelişmiş bir kent. Şu anda kaç yüz piyano var acaba? Bu kadar büyük açlık, sonrasında yangın ve tiftik keçisinin Ankara’dan yurt dışına kaçırılıp üretilmesi, Osmanlı’nın buna göz yumması, buna bağlı sanayinin de çökmesi, kenti zor duruma sokmuş. Ancak Ankara ayağa kalkmayı başarmış, Atatürk büyük bir ihtirasla yeni Cumhuriyet’in başkenti yapmış. Atatürk, Ankara’yı 20. yüzyılın kenti yapmak için yük gördüğü geçmişinden onu koparıyor ve zaten 20. yüzyıl modernizmi büyük bir kopuş anlamına gelir. Endüstiyel devrimin getirdikleriyle ortaçağdan kopuş… Şehirler değişiyor, üretim değişiyor ve tıpkı şimdiki dijital çağ gibi her şey farklılaşıyor...” [caption id="attachment_197049" align="alignright" width="193"] Midi Otel iç Bahçe[/caption] “Anadolu’daki kentler Ankara’yı örnek aldı” Osmanlı’nın 2. Mahmut’tan itibaren değişim isteği içine girdiğini ancak mevcut yapı içinde kaldığı için bunu gerçekleştiremediğini kaydeden Atabaş, Atatürk’ün, günümüzde “dalga geçilen” kimi devrimlerinin ne kadar büyük atılımlar olduğunu belirtiyor. Atabaş şunları söylüyor: “Atatürk biçimi değiştiriyor, şalvar giymeyeceksin diyor. Biçim hepimizin bir parçası… Modernist bir kent istiyor ve modernlik ilkelerine uygun olan Ankara dışında bir kentimiz yok. Anadolu’da sonradan yapılan kentlerin tümü Ankara’yı örnek aldı, İstanbul’u değil. Modernliğin mimarideki sloganı, “Süs cinayettir” ve art nouveler, süslemeler kalkmıştır. Avrupa’da da öyle oldu ve bir yandan da kentlerde nüfus yığılınca barınma sorunu ortaya çıktı. Haliyle insanlar daha kolay yapılır malzemeyle, taş yerine tuğlayla ve daha sade yapılarla bina inşa etmeye başladılar. Atatürk de çağının esteğini ve inşaat teknolojisini kullandı. Öte yandan ben Ulus ve civarındaki yapılaşmayı Cumhuriyet hayallerinin çarpışma alanı olarak kabul ederim. Ankara ne yabancıların nezdinde ne de Osmanlı artığı bürokratların nezdinde başkent değildi, Atatürk ve dostlarının iradesiyle oldu. Bir kısmı küçük İstanbul yaratmak istedi, bir kısmı çağımızı ifade etmek istedi. Tam bir açık hava müzesidir bana göre…Mesela İş Bankası var, yanında Sümerbank var, ikisi o kadar ayrı uslüplar ki… 1950’ler Ulus Çarşısı, geçiyorsunuz Merkez Bankası Alman- Prusyalı, altında Ziraat Bankası tekrar İtalyanların art novuesu. Yani irade ve hayallerin nasıl bir gelecek tasavvur edeceği, iki ana fikrin parça parça cisimlenmiş hali var. O nedenle Ulus’u çok önemsiyorum ve bu çatışmanın merkezi olarak görülüp, mimarlık üzerine hesaplaşmanın temsili olarak Ulus’un kültür alanına dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum.” Kadri Atabaş sonraki yıllarda büyük bir barınma sorunu yaşayan Ankara’nın da, tıpkı İzmir, İstanbul ve Adana gibi gecekonduyu yokmuş kabul ettiğini ve pek çok sorunla boğuşan Türkiye’nin, Anadolu’daki mimarlığın nasıl olacağı üzerine ciddi anlamda kafa yorduğunu belirtiyor. Buna ilişkin İmar ve İskan Bakanlığı’nın 1970 ve 1980’li yıllarda ciddi kaynaklar çıkardığını sözlerine ekleyen Atabaş, “Şimdi bunlar yok sayılıyor, aynı Cumhuriyet ve Osmanlı çatışması gibi… 600 yıllık Osmanlıcılık oyunundan sonra 50 yıllık bir cumhuriyet deneyiminin üstüne gelen 40 yıl o elli yılı yok edemiyor! Etrafından dolanıp bağlanmaya çalışıyorlar ama olmuyor. Bu da hâlâ ne büyük bir direniş olduğunu gösteriyor. Ankara yapı yapı savaş vermeli, mesele sadece eski binaların yıkılması değil, Cumhuriyet’in çağdaşlaşma iradesinin mekânlaşmasının yok edilmek istenmesi...” [caption id="attachment_197050" align="alignleft" width="700"] Tavukçu Lokantası yeni yapısı[/caption]
Editör: TE Bilisim