Birsen GÜRDİL Her köşesi tarihi yapıtlarla dolu güzel yurdumun bir ili de Antakya’dır. Farklı dinlerin, dillerin, ırkların, mezheplerin kardeş olduğu ve yüzyıllar boyunca dostça yaşandığı Antakya’da yapılan Habib-i Neccar Camii, Anadolu’da inşa edilmiş ilk Cami özelliğini taşıdığı için, tüm Müslüman âlemi için son derece kutsal bir yapıdır. Habib-i Neccar Antakya’da yaşamış bir din büyüğüdür. Marangozlukla uğraştığı için kendisine En-Neccar denilmiştir. Baypars zamanında eski bir tapınağın yerine yapılmış olan Cami, 17.Yüzyılda tekrar tadilat görerek büyütülmüş ve bazı ilaveler eklenmiştir. Altında 3 gömüt bulunan yapının hicri 1275’te şadırvanının ise hicri 1275 tarihinde yapıldığı bilinmektedir. Günümüze kadar dimdik ayakta durup, kutsal görevini yerine getiren Cami’nin oldukça ilginç bir hikâyesi de vardır. Marangozluk yapan Habib-i Neccar’ın oğlu cüzzamlıdır. Oğlu ile bir dağda yaşayan Habib-i Neccar’a, (Neccar Arapça da marangoz demektir.) Hz. İsa iki havarisini gönderir. Oğlunu iyileştiren bu iki havarinin isteği ile dinlerine iman eder. Şehre giden havariler halkı dinlerine davet ederlerse de bu ite başarılı olamazlar. Kral iki havariyi tutuklatıp.Sorgusuz sualsiz zindana attırır. Hz. İsa üçüncü elçi Şem-u Sefa’yı Antakya’ya gönderir. Saraya kabul edilen üçüncü elçi kralı ikna edip, iki elçiyi zindandan kurtarır. Şem-u Sefa kralı da imana davet eder. Fakat halkı kralın isteğine karşı çıkar iki elçi taşlanırken olayı öğrenen Habib-i Neccar şehre gelerek topluma hitap eder. Kızgın Antakyalılar, Nabib-i Neccar’a da saldırırlar. Canını zor kurtaran marangozu, kızgın halk kaldığı dağda yakalayarak, başını gövdesinden ayırırlar. Yokuş aşağı bırakılan başı düzlükte durduğu yerde yapılan Habib-i Neccar Cami’sinde bir türbeye başı defnedilen marangozun gövdesi de dağda bir türbede bulunmaktadır. İşte bugün karşımızda duran Habib-i Neccar Cami’sinin böyle bir hikâyesi vardır. Tarihi bir yapı olan Ebu Ubeyde Bin Cerrah Camii 636 yılında Hz. Ömer’in hükümdarlığı döneminde Antakya Ebu Ubeyde Bin Cerrah komutasındaki İslam Orduları tarafından fethedilmiş ve fetih sembolü olarak da bir cami inşa edilmiştir. Bizanslılar, Antakya’yı tekrar işgali üzerine Kiliseye çevrilen Cami kısa bir süre sonra Müslümanların eline geçer ve ibadete açılır. Antakya’yı işgal geden Memluk Sultanı Cami’de yaptırdığı tadilattan sonra hizmete sokmuştur. 1853 yılındaki büyük Antakya depreminde yerle bir olan Cami, 1857 yılında yeni baştan yapılarak günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. Günümüzde güzel Antakya’mızda birbirinden değerli tarihi yapılar yörenin tarihi zenginliğini ortaya koymaktadır. Gülbaba Müze’si açıldı Macaristan’ın başkenti Buda-peşte ’de bulunan Gülbaba türbesi, 2014 yılında Macarlarla yapılan bir anlaşma ile restore edilmiş, ayrıca türbe alanı içinde modern bir müzenin yapılması planlanmıştı. TİKA ve Macar ortaklığı ile oluşturulan çalışmalar sonunda Buda’nın Gültepe mevkiinde bulunan Gülbaba Türbesi, onarım ve iç mekân düzenlemelerinin yanı sıra çevre tanzimi de yapılmış. Müzenin çok amaçlı hizmet vermesi için geniş bir mekân çalışması yapılmıştır. Toplantı salonları, çok amaçlı kabul birimleri, Macaristan ve Osmanlı döneminde kullanılan çeşitli objelerin sergileneceği müze ve çalışma odaları müştemilat içine yerleştirilmiştir. Cumhurbaşkanımız tarafından açılan Gülbaba Türbesi ve Müzesi ile Osmanlı’nın Avrupa’daki yaşantısı gelecek nesillere örnek teşkil edecektir. Yılanlı Sütun kurtarılmayı bekliyor M.Ö. 477-478 yılında Pers İmparatorluğu ile Batı Anadolu ve Ege Denizi çevresinde bulunan ufak kent devletleri arasında uzun süren savaşlar sonunda, Yunanlılar Apollon’a sunulmak üzere inşa ettikleri 2500 yıllık Yılan Sütunu bilindiği gibi İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda teşhir edilmektedir. Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken bu tarihi sütun ne yazık ki bugün kaderine terk edilmiş bir halde kurtarılmayı beklemektedir. İstanbul Adliyesi Müzesi görevlilerinden Gülbahar Baran Çelik, eserin 2500 yıl dışarda kaldığını sütunun bir müzede koruma altına alınmasının şart olduğunu söylerken, sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz meydandaki eserin yerine kopyasının konulması gerekmektedir, demektedir. Yıllar önce sütunun başındaki yılanbaşı figürü kırılmış yok olmuştu. Sardes Antik Tiyatro’nun restorasyonu için yardım gerekiyor M.Ö. 215 yılında Manisa-Salihli’deki Lidya uygarlığı zamanında Sardes Antik Kenti’nde yapılan 20 bin kişilik tiyatronun restorasyonu yapılıp, sanat dünyasına kazandırılması istenmektedir. Tiyatro alanı olarak kullanılmış tarihi eserin hala pek çok bölümleri yıkılmamıştır.