Terzioğlu: Babamın koleksiyoner olması beni çıraklığa, benim çıraklığım ise bizi Emin Antik’e taşıdı

Ankara Kale’de bulunan Emin Antik Sanat Merkezi, 2013 yılından bu yana antika dükkânı, resim galerisi ve kafe olarak hizmet veriyor. Babası İbrahim Terzioğlu ile birlikte bu sanat merkezini kuran Emin Terzioğlu, henüz çocukluk yıllarında tanıştığı antika objelerin tutkunu olan kişilerden… Terzioğlu, çıraklıktan yetiştiği antikacılığı anlatırken, biz de kendisiyle bir zaman yolculuğu yaptık. Antikacıların eski objelerle konuştuğunu ve her eşyanın bir hikâyesi olduğunu ifade eden Terzioğlu, sanat ve antika ile iç içe geçirdiği yaşamının bir kesitini 24 Saat Gazetesi'ne anlattı
SULTAN YAVUZ - Ankara Kale’de bulunan Atpazarı Sokak’taki irili ufaklı antikacılardan biri de Emin Antik Sanat Merkezi... Onu diğerlerinden farklı kılansa, sadece antika dükkânı olarak değil, sanat galerisi olarak da hizmet vermesi. 2013 yılından beri pek çok sergi ve etkinliğe ev sahipliği yapan Emin Antik’in büyülü atmosferi, daha kapıdan girer girmez insanı içine alıyor. Tablolar, seramikler, mobilyalar, irili ufaklı objeler… Tarihe tanıklık etmiş, yaşamış ve yaşamaya devam eden objelerin her biri, kendi döneminin sessiz ve gizemli anlatıcıları olarak sizi karşılıyor. Geçmişin renkleri arasında bir zaman yolculuğuna çıkıverdiğiniz mekân, kalıcı olanın, değerli olanın asla ölmediğini gözler önüne seren bir tablo gibi… Emin Antik’in Ankara doğumlu sahibi Emin Terzioğlu’nun kökleri Erzurum’a uzanıyor. Sıkı bir koleksiyoner olan babası İbrahim Terzioğlu’nun eve getirdiği antikalarla döşenen evleri, Emin Terzioğlu’nun gelecekteki işinin de habercisi olmuş. Küçük yaşlarda antika dergilerini okumaya başlayan Terzioğlu, “Babamın koleksiyoner olması beni çıraklığa; benim çıraklığım ise bizi Emin Antik’e taşıdı” diyor. Kalede bir antikacının yanında 12 yaşında çıraklığa başlayan Terzioğlu, şu an çok mutlu olduğu işini daha o tarihte seçmiş. Çıraklık eğitiminin çok yönlü olduğunu belirten Terzioğlu, “Bir antikanın bakım ve temizliğinden başlayarak, onun hangi dönem ve coğrafyaya ait olduğu bilgisini, bir objenin eski olup olmadığını görebilme kabiliyetini bu eğitimle kazanıyorsunuz” diyor. Birçok objenin damgası olduğunu ve bu sayede onun hangi dönem ve ülkeye ait olduğunu bulabildiklerini söyleyen Terzioğlu, o antikanın sahte mi, orijinal mi, eski mi, yeni mi olduğunu ise ancak yıllar içinde kazanılan bir tecrübe olarak ifade ediyor. Terzioğlu, “Antikalarla çok muhatap olmaktan kaynaklı bir alışkanlık kazanıyorsunuz. Antikacılık bir başka göz kazandırıyor ve bir objeye dokunduğumda, onun eski olup olmadığını anlarım” diyor. Türkiye’deki en önemli antikalar Osmanlı dönemine ait Bu coğrafyadaki en önemli etnografik eserlerin Osmanlı dönemine ait olduğunu belirten Terzioğlu, pazar ve saray için yapılan objeler içinde Beykoz camının ayrı bir değeri olduğundan bahsederek, onun gün geçtikçe nadirleşen hâle geldiğini vurguluyor. Antikaya merak saran daha genç kuşağın ise retro eserlerle daha fazla ilgilendiklerini, bunun ise bir kaç yıllık bir merak modası olduğunu ifade ediyor. Terzioğlu, “klasik” eserlerin vazgeçilmezliğini ise şöyle anlatıyor: “Osmanlı bir klasiktir ve yerinde durur. Mesela arkeolojik eserlerde de Yunan sabit kalır. Retroya bir yöneliş var ama bir kaç yıl sonra yine Osmanlı eserlerine dönülür. Mesela gülap dediğimiz, gül suyu dökülen şişeden her antikacıda vardı, bunun Fransız’ı, İran’ı, Beykoz’u vardır ve herkes o dönem almak istiyordu. Şimdi piyasada azaldı ve fiyatları da arttı, koleksiyonerler için yatırımlık bir objeye dönüştü. Klasik olma durumu sanat eserleri için de söz konusudur. Avrupalı turistler ise Avrupa’ya ait objeleri istemiyor, daha çok Kütahya ve özellikle de İznik seramiklerini tercih ediyor. Bir şey klasikse, eninde sonunda yine kullanılır. Osmanlı’dan kalma tombak mesela, ikoniktir, herkes tarafından her zaman aranır. Örneğin Charles Ims koltuk da antikacı konusudur, alıp satılmak istenir. Biz sadece eski eşya değil, koleksiyon olabilecek özgün bir şeyi görünce de alırız. Ama Charles Ims koltuklar yeniden üretilip satılsa da, bizim için önemli olan orijinal imzalı, o dönemdeki koltuklardır.” “Sanat tarihini de, estetik kavramını da bilmelisiniz” Terzioğlu, bazen antikacıların çok da tercih edilmeyen objeleri alma nedenlerini, ‘objelerin onlarla konuşması” olarak tanımlıyor. “Bazı objelere içiniz ısınır, yaşanmışlıklarını görürsünüz ve alırsınız. Başka bir antikacı neden aldığınızı sorunca da, ‘Benimle konuştu” dersiniz” diyor. Objeleri sevmenin, antikacılıkta önemli olduğunu vurgulayan Terzioğlu, antikacılıkla sanatı bir araya getirmelerinin kendilerine başka bir kapı araladığını düşünüyor. Antikacı olarak aldıkları mekânın çok büyük olması, onları dükkân içinde bir sanat galerisi ve kafe oluşturmaya yönlendirince, Emin Antik kendiliğinden bir sanat merkezine dönüşmüş. Sanat galerisiyle birlikte başka bir sorumluluğun geldiğine dikkat çeken Terzioğlu, bu konuda şunları anlatıyor: “Sanat alıcısı başkadır… Sizin resimdeki ritmi, sanat tarihini bilmeniz, biraz resim eğitimi almanız gibi altyapı gerektiriyor. Piyasaya da hâkim olmalısınız, hangi resmin sanat eseri olacağını, yatırım yapılabileceğini kestirmeniz lazım. Ben pek çok sanatçıyla sohbet ettim, çok sayıda katalog taradım ve kitap okudum. Bu üstün körü bir şey değil ki, hangisi sanat eseri, hangisi gerçekten daha iyi? Sanat nedir diye başlayıp ucu bucağı olmayan bir alana çıkmak gibi… Aksi takdirde müşterinize cevap veremezsiniz. Bu bir yandan zorluk ama bir yandan da keyif, her yıl buradan bir diploma almış gibi hissediyorum.” “Kale bu işin merkezi” Ankara’nın bir memur kenti olduğunu ve dünya ölçeğindeki İstanbul ile karşılaştırmanın anlamsız olduğunu kaydeden Terzioğlu, Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki bir kaç mekânın da mutlaka Kale ile bağlantısı olduğunu beliriyor. Babasının “Kaleler şehirlerin rahmidir” sözünü benimsediğini söyleyen Terzioğlu, “Her şey buradan başlıyor. Atpazarı Sokak, tarihi İpek Yolu’nun da geçtiği kılcal damarlardan biridir. Eski ticaret ve siyaset merkezi Kale olduğu için bugün burada Koç’ların evi ya da Divan Otel var. Kale yok olmaz ama maalesef önceki yöneticilerin yatırım yapmaması ve kültürel işleri önemsememesi bu işi zor hâle getirdi. Fakat bundan sonrasının güzel olacağını düşünüyorum” diye ifade ediyor. Ankara’nın ulusal bir müzeye sahip olması gerektiğini savunan Terzioğlu, bu sayede Kale’ye de daha fazla turist geleceği görüşünde. Sadece Kale’ye çok sayıda turist gelmesinin Kale’nin yapısal olarak kaldırabileceği bir durum olmadığını ifade eden Terzioğlu, “Sirkülasyon önemli, turistin Kale’den sonra ya da önce gideceği yerler lazım. Kale o yoğunluğu kaldıramaz, pek çok müzenin deposunda bulunan eserlerle bence on müze de doldurulur. Fakat kimse ulusal müze işine sıcak bakmıyor” diyor. “Antikanın pahalı olduğu konusunda hemfikir değiliz” Terzioğlu, antikanın pahalı olduğu görüşünün bir önyargı olduğuna dikkat çekerek, aynı fiyattaki eşyalar arasında antika olmayan ama daha kalitesiz eşyaların tercih edildiğinden bahsediyor. Terzioğlu şöyle konuşuyor: “Mesela antika bir mobilya beğendiniz, masif mobilya, kaliteli, Fransız… Bunun benzerini sitelerde yaptırırsanız beş bin ama antika ve daha kaliteli olanı da beş bin… Sunta mobilyaya 50 bin verebilen kişi, antikaya vermiyor. Keşke eski eşyaları almak moda olsa, bu üretimin de kalitesini artırırdı. ‘Ben niye sunta alayım?’ dese, artık suntadan mobilya yapılmaz. Düşük maliyeti, fahiş fiyata satıyorlar ne yazık ki… Bunlar bence eğitim ve estetik değerle alakalı. Çocuklara bu eğitimi vermezseniz, ileride yönetici olduklarında estetikten yoksun yaşam alanları görmeye devam edeceğiz. Aslında herkes okumalı, temel sanat ve estetik konusunda en azından bir fikri olmalı. Öğretmen müşterilerimiz oluyor, taksitle resim alıyor ve en sevdiğim müşteri de bu kesim çünkü aynı taraftayız hissini alıyorum.” Her objenin başka bir hikâyesi olmasının, bu işin büyüsü olduğunu dile getiren Emin Terzioğlu, bir antikayı aldıktan sonra onun dönemini ve ülkesini bulmanın bir nevi dedektiflik araştırması gibi olduğunu ifade ederek, “Her objenin alınırken de bir hikâyesi oluyor, satan kişiyle sohbet ediyorsunuz ve sizin de onunla bir anınız oluyor. Bazısı biraz aksidir mesela, o objeye dokunduğunuz da gülümseyerek anımsarsınız. Sevmeden yapılabilecek bir iş olduğunu düşünmüyorum antikacılığın ve işimi seviyorum.”