Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında yapılan online söyleşilerde bu hafta “Yazarlar ve Okurları” konusu masaya yatırıldı. Moderatörlüğünü M4D Projesi Ulusal Komite üyesi, Gazeteci Nursun Erel’in yaptığı söyleşinin konuğu Yazar Erendiz Atasü oldu. Etkinlikte, karantina şartlarında yazarlık ve yazar ile okur ilişkisi tartışıldı

SULTAN YAVUZ/ANKARA Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında yapılan online söyleşilerin bu haftaki konuğu Yazar Erendiz Atasü oldu. Moderatörlüğünü M4D Projesi Ulusal Komite üyesi, Gazeteci Nursun Erel’in yaptığı etkinlikte, değişen edebiyat gündemi, karantina günlerinde yazar ve okur üzerine konuşuldu. [caption id="attachment_203391" align="alignright" width="319"] M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı[/caption] Söyleşinin açılış konuşmasını yapan M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı, Gazeteciler Cemiyeti’nin sadece gazetecilikle değil, kültüre ilişkin pek çok alanla ilgilendiğini belirterek, dünyada sanat galerisine sahip olan ender cemiyetlerden biri olduğunu söyledi. Kanlı, Cemiyet’in her yıl Bizim Çatı tesislerinde düzenlediği “Ressamlar Çalıştayı”nı da pandemi nedeniyle gerçekleştiremediklerini ancak pandeminin sona ermesiyle yeniden hayata geçireceklerini ifade etti. Kanlı, “Cemiyet olarak her zaman sanatla iç içe olduk” diyerek, Yazar Erendiz Atasü’yü konuk etmekten çok mutlu ve gururlu olduklarını dile getirdi. [caption id="attachment_203390" align="alignleft" width="330"] Gazeteci Nursun Erel[/caption] Etkinliğin moderatörlüğünü üstlenen Gazeteci Nursun Erel ise Atasü’nün sadece bir yazar değil, aynı zamanda bir bilim kadını olduğunu vurguladı. Pandeminin ilk aylarında azalan trafik ve kuş seslerinin duyulabilmesi gibi özellikleri nedeniyle şikâyetçi olmadığını belirten Erendiz Atasü, karantina süresinin uzamasıyla sıkıntıların meydana geldiğini, kendi yaş grubunun enerji ve bellek kaybı yaşamaya başladığını söyledi. Kendisini kadın yazar olarak tanımlayan Atasü, ataerkil bir ülkede yaşayan ve yazarken bu kültürü eleştirerek, kadının bakış açısıyla toplumu anlatan tüm yazarları kadın edebiyatı içinde değerlendirdiğini ifade etti. “Edebiyatçı şabloncu ve slogancı olamaz” Atasü, kadın cinayetlerinin Türkiye’nin birincil toplumsal yarası olduğuna işaret ederek, bu durumun siyasi iktidarın bakış açısıyla da ilgili olduğunu belirtti. Kadın hakları konusunda toplumun bazı kesimlerinin ileri, bazı kesimlerinin ise tamamen geriye gidiş içinde olduğunu vurgulayan Atasü, başartösü ve kadın özgürlüğü konusuna ilişkin şunları söyledi: “Başörtüsü takanların yetiştikleri ortamları kendi başlarına aşmalarını bekleyemeyiz. Ancak çok parlak zekâlı insanlar kendi ortamlarına dışarıdan bakabilirler ama çoğumuz o ortamın sınırları içinde kalırız. Türkiye başörtüsünü özgürlük olarak kabul ederek, zaten diğer kadın özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçti. 1980’li yıllarda öğretim üyesiyken, Ankara Üniversitesi Rektörlük binasının bahçesinde başörtüsü eylemleri olurdu ve sosyal demokrat olan kişiler de söz konusu kadınlarla dayanışırdı. Fakat başka konularda çok da ses çıkarmayan bir bilinç nasıl oldu da kadın vücudunu günahkâr, pis gören bir anlayışın parçası oldu bilmiyorum...” Atasü, Kültür Bakanlığı ve yerel yönetimlerin örgütlü ve sürekliliği olan bir şekilde çalışma yaparak, Nazım Hikmet gibi ölümünün üzerinden 75 yıl ve üzeri geçen yazarların kitaplarını okullarda çok uygun bir maliyetle dağıtabileceklerine dikkat çekti. Bu dönemi “Özgürlüksüzlük dönemi” olarak tanımlayan Atasü, “Özgürlük diye bir şey kalmadı, medyanın büyük kısmına iktidar el koydu, ben umutlu bir manzara göremiyorum” dedi. Atasü, edebiyatın ve siyasetin birbirinden çok ayrı olmadığını kaydederek, “Yazar, bir aydınsa toplumsal sorumluluğu olduğunu düşünüyorum ama hangi toplumsal olay onun içinde yara gibi sızlıyorsa, onu yazmalı diye düşünüyorum. Benim içimde kadınlar sızlıyor, haksızlıklar sızlıyor, o nedenle bu konulara yöneliyorum. Ancak, edebiyatçı şabloncu ve slogancı olamaz, yoksa işi biter. Yazar derinden özümseyecek, hissedecek ve o acıyla doğru kelimeleri bulacak. Acının bile bir coşkusu vardır” diye konuştu. [caption id="attachment_203387" align="alignleft" width="700"] Yazar Erendiz Atasü[/caption] “Derinlemesine yaşamaktan toplum olarak kaçıyoruz” Yazıyla ilişkisi için, “Ben yazmak için yaratılmışım” diyen Atasü, yazmayı geç keşfettiğini, bunun da kadınların genel bastırılmışlığıyla alakalı olduğunu belirtti. Atasü, yazma sıklığı konusunda da her gün günce yazdığını sözlerine ekledi. “Dağın Öteki Yüzü” isimli kitabının, Cumhuriyet’in kendi ilkelerine sırt çevirmesinin, özellikle eşitlik, adalet, kültür ve laiklik açısından ters düşmesinin onu yaralaması üzerine ortaya çıktığını belirten Atasü, “İdealist bir kuşağın hayâl kırıklığı vardır orada… Genç yazarlar bu konulara itibar etmiyor, genel olarak yüzeysel yaşıyoruz, derinlemesine yaşamaktan toplum olarak kaçıyoruz. Bu da iç özgürlüğü ile alâkalı bir durum, çünkü bir şeyden korkuyorsanız ya onunla yüzleşirsiniz ya da ondan kaçarsınız. İnsanlar genelde kaçıyor…” dedi. “Baharat Ülkesi’nin Hazin Tarihi” isimli kitabı için de sanayi devrimi ve aydınlamaya geç kalmış iki ülkenin benzerliklerini anlattığını dile getiren Atasü, “Yazarken önemli olan sosyal mücadelelerde ve savaşta kadının durumu oluyor. Kadınlar analık duygusuyla donatılmışlar, bununla insan öldürmek nasıl bağdaşıyor? Kadınlar devrimlerde hep göz ardı edilir, devrim sırasında takdir edilir ama devrim oturunca bir kenara itilir. Bunu vurgulamak istemiştim” ifadesini kullandı. “Önceden bu kadar yayınevi ve kitap yoktu” Kadınların çoğunun olağanüstü koşullarda yazdıklarını belirten Atasü, ancak doçent olduktan sonra rahatladığını ve kendine bu anlamda daha fazla zaman ayırdığını kaydetti. Kadın yazarları kendine yakın hissettiğini dile getiren Atasü, İnci Aral, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu gibi yazarların kitaplarıyla çalışırken bir dayanışma hissettiğini ve “Küçük de olsa bu eserlere ilişkin not düşmeye çalıştığını” anlattı. Atasü, genç yazarlar arasından Mine Söğüt ve Gürsel Korat’ın tarzını sevdiğini söyledi. Okurun da dönemin koşullarından bağımsız olmadığını vurgulayan Atasü, bu konuda şunları söyledi: “Okur artık ciddi şeyler okumak istemiyor, hafif metinlere yöneliyor, belki de haklı… Bazı arkadaşlarımız okuru çekmek için giderek kendi metinsel düzeylerini aşağı çekmeye başladı. Yayınevleri zatan ekonomik kaygı güdüyor. Ben ise bunu yapmamaya çalışıyorum. Özgürlükler çok kısıldı ve eski dönemle kıyaslarsak, önceden bu kadar yayınevi ve kitap yoktu. Okurun hafif kitaplara yönelmesi doğal değil, dönemin koşulları ve neoliberal politikalar denen vahşi kapitalizmin hayata etkisiyle herkesin yorgun, işsiz kalma korkusu içinde olduğunu görüyoruz. Kimsenin derin metinleri düşünerek okuyacak zamanı yok, insanlık için çok acı bir durum…” Erendiz Atasü ayrıca, yeni kitabı “Bir Başka Düğün Gecesi’nin de pandemiden sonra çıkacağını ifade etti.