Ankara Kalesi’ndeki Koyunpazarı Sokak’ta yer alan Tuğra Takı Tasarım dükkânı, on beş yıldır şifalı taşları alıcıyla buluşturuyor. Takı, tesbih, aydınlatma ve doğal taş olarak satılan ürünler, son yıllarda alternatif ya da tamamlayıcı tıp adına şifa kaynağı olarak görülüyor. Dükkânın sahibi Veyis Atmaca, mesleğini ve Kale’ye ilişkin sorunları anlatırken oldukça eleştirel bir dil kullanıyor. Ona göre Kale esnafını ihya eden kesim “Sosyete ya da elit diye tabir edilen insanlar...” Atmaca, hikâyesini 24 Saat gazetesine anlatıyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA Tuğra Takı Tasarım dükkânının sahibi Veyis Atmaca, Ankara Kalesi’ndeki Koyunpazarı Sokak’ta yer alan esnaftan biri… Doğal taşları takı, tesbih, aydınlatma ve taş olarak alıcıyla buluşturan Atmaca, on beş yıldır Kale’de bulunuyor. Atmaca ile mesleğine ve Kale’ye ilişkin sohbetimiz başladığında, düşündürücü bir cümle kuruyor, “Burada, bu meslekte ilk defa saygı gördüm.” Oldukça samimi bir anlatımı olan Atmaca, mesleğe nasıl girdiğini ve Kale’yi neden tercih ettiğini uzun uzun anlatmaya başlıyor. 1976 yılında Ankara Yenidoğan’da hayata gözlerini açan Atmaca, daha önce burada bakkal dükkânı işlettiklerini, zamanla durumlarını iyileştirerek tüpçülük işine girdiklerini ve distribütör olarak Ankara’nın hemen her semtindeki tüp bayilerine malzeme temin ettiklerini belirtiyor. İşlerini büyüten ve inşaat sektörüne de giren Atmaca kardeşler, 1999 yılında devülasyon nedeniyle borçlarını üçe katlayınca, 2003 yılında iflas etmişler. Banka gayrimenkullerine el koyarken, tefecilerle de sıkıntı yaşayan ailenin elinde sadece Mercedes bir kamyon kalmış. Atmaca, “Arabada dört yakalama, dokuz haciz vardı ve ben Ankara-Kırıkkale arasında nakliye yaparken polise yakalanmamak için Kayaş’ın bilmediğim dağlarından geçiyordum. Nitekim 2006 yılına kadar da yürüttük, bir yandan da dükkânı başkasının üstüne göstererek devamlılığı sağladık. O sırada biraz rahatlayınca, bir arkadaşımızın arkadaşı Kale’deki bu işi önerdi. Fakat ortak olan kişi bir yıl sonra bıraktı. Bu dükkândaki malları borçlanarak almıştık, neyse ki onu da ödedik ve işimizde giderek ilerledik” diyor. Atmaca, tüpçülük yaparken gittiği evlerde kendisine kötü davranıldığını ve “Şuraya tak, git” dercesine bir muameleye maruz kaldığını ancak bu dükkânda, kendisine kibarca “Beyefendi” denilerek hitap edilmesinin onu çok memnun ettiğini söylüyor. “İnsan olduğumu hissettim” diyen Atmaca şöyle konuşuyor: “Bugüne kadar o şekilde hitapn duymamıştım. Tüpçülükte insanların evine gidersin, her türlü hizmeti sunarsın, kötü bir durumda itfaiyeciden önce sen koşarsın ama yaranamazsın. Bu kötü muameleden sonra yeni işimde “Beyefendi” denilmesi çok hoşumuza gitti. Bu işte ilerlemek için Hasan Kocabaş, Ahmet Maranki gibi hocalarla irtibat kurup, bilgilerinden faydalandık, satın almaya gelen insanlara sorduk ve gördük ki, sosyete diye tabir ettiğimiz insanların bu taşlara olan merakı tesadüfi değilmiş…” “Eskişehir ve Van’da dağlar komple kuvars” Doğal taşları yurt dışından temin ettiklerini belirten Atmaca, Uruguay, Brezilya, Rusya gibi ülkelerden alınan söz konusu taşların aslında Türkiye’de bolca bulunduğunun altını çiziyor. “Ben akıl sır erdiremedim, neden ülkemizde bu taşlar işlenmiyor bilmiyorum. Türkiye’den yurt dışına ihraç ediliyor, biz de işlenmiş hallerini yeniden alıyoruz” diyen Atmaca, akik taşının Çubuk’ta, amatistin ise Kırşehir’de ve Van’da çokça bulunduğunu söylüyor. Atmaca doğal taşların nasıl fayda sağladığını da şu sözlerle anlatıyor: “Bu taşlar ortam ve insanlardan negatif elektriği alır. Mesela kuvars, elektronik eşyalarda da kullanılıyor. Radyasyonu toplayan bu mineral, dünyaca kanıtlanmış. Türkiye’de ganimat gibi var… Bunu elektronik eşyaya, telefonculara, hastanelere neden koymayasınız? Taş ya, bedava! Eskişehir ve Van’da dağlar komple kuvars… Son beş senedir Türkiye’de doğal taşların tedavi amaçlı kullanılması çok yaygın hâle geldi. Bir müşterim vardı, İncek’ten gelen bir amca… O sürekli bizden taş alır ve tedavi amaçlı kullanırdı, bu nedenle insanlar onu eleştirdiler. Oysa, kendisi bana ‘Yiğenim, bu taşlar gün gelecek insana şifa olacak ama bilmiyorlar’ derdi. İnsanlar koşarak geliyor, migrenim var diyor, ametist veriyorsun. Tıptan vazgeçilsin demiyorum ama alternatif tıpta kullanılabilir. Taşlar sadece negatif iyonları engelleyip rahatlatıyor. Evinde taş olanla olmayanın psikolojisi aynı değildir. Ben farkında olmadan bu taşlarla evlilik kurtarmış insanım. ‘Abi, taşa okudun mu?’ diye geliyorlardı ve onları mutlu görünce işimin değerini anlıyorum. Şükür, işlerimiz iyi. Bu nedenle beni bir partiye üye olmakla itham ediyor insanlar, alâkası yok. Bu zihniyet olduğu sürece bizden bir şey olmaz...” “15 yıldır buradayım, bir lamba taktıramadık!” Atmaca, bölgedeki ışıklandırma sorununa dikkat çekerek, yapılması gerekenleri yapacak kurumların da bir kafa karışıklığı yaşadığını şu örnekle anlatıyor: “Bir Ramazan ayında sokağın başına çukur açtılar, zaten her yıl oluyor bu ve değil insan, araba bile geçemiyor, biz de satış yapamıyoruz hâliyle. Altındağ Belediyesi’ni arıyorum, onların sorunluluğunda olmadığını söylüyorlar, Büyükşehir’i arıyorum, KUDEM bakıyor diyorlar; o zaman Melih Gökçek vardı. Telefon görüşmelerim ve tepkilerim sonuncunda ne olduysa iki hafta sonra çukuru kapattılar. Size şunu söyleyeyim, ‘elit, sosyete’ diye eleştirdiğimiz insanlar sağ olsunlar, onlar sayesinde buradaki esnaf ihya oluyor. Burada tarih var dediler ve bırakmadılar Kale’yi, siftah ettiniz mi diye ufak da olsa bir şey aldılar. Biz onlar, onlar da bizim için geldiler…” Yurt dışında Ankara Kale’si gibi bir yer olsa, kazanç sağlamak için her şeyin yapılacağını söyleyen Atmaca, Kale’den elde edilecek gelirle belediyenin de yarı bütçesinin karşılanacağı görüşünde… Ancak “Herkesin köstek olduğunu” söyleyen Atmaca sert bir şekilde eleştiride bulunuyor: “Yahu, akşam kepenk kapatılınca o karanlıkta köpek bile kuyruğunu kıstırıp kaçıyor. Işık yok ışık! Aydınlatma diye Kale’nin surlarına lazer veriyorlar, oysa zemini su çeken saat kulesinin suru çatlamış, beş yıla kadar yıkılacak haberleri yok. Üstüne şap atılmalı, yalandan sıva yapmışlar, tadilat diyorlar. Ben olsam, onarımı yapan firma çalışanını ibretlik olsun diye asarım oraya. Tarihi camiyi onardılar güya, tarihten eser yok. Kime neyi anlatcaksın? Doğruyu söylemek delilikse, ben deliyim. Allah’tan başka kimseden de korkmuyorum...”