Utku ŞENSOY  Ünlü yazarı Victor Hugo, Fransa'daki 1848 Devrimi'nde yaşanan olaylar sırasında Katolik-Kral yanlısı eğitime başkaldırıp Cumhuriyetçiliği ve Özgür düşünceyi desteklediğini açıklayıp;“insancıl ideallerden esinlenen barışçıl bir Avrupa Birleşik Devletleri’ni hayal ediyorum” demişti bundan tam 169 yıl önce. O sırada daha LesMisérables’ı; “Sefiller”i yazmamıştı. Asırlardır birbiriyle savaşan, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca kayıp veren Avrupa’da halk arasında totalitarizm karşıtlığı başlamış, savaşa yol açan milliyetçi görüş dışlanıp kalıcı barışın yolları aranıyordu. Bunun yolu birleşik Avrupa’dan geçecekti. Esasen Napolyon ve Hitler de savaş ve işgal yoluyla tüm Avrupa’yı tek bir çatı altında toplamayı düşünmüşlerdi. Avrupa Birliği idealinin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından halklar arasında barış arayışı ile başladığı da söylenebilir. 1945 ve 1950 arasında, dönemin dört cesur lideri Robert SCHUMAN (Fransa), Konrad ADENAUER (Almanya), Alcide de GASPERİ (İtalya) ve Winston CHURCHİLL (İngiltere) bir araya gelip, Avrupa’da yeni bir çığır açıp; eşitliğe, adalete ve ortak menfaatlerin geliştirilmesine dayalı bir düzen kurmaya ve halklarını da bu yönde ikna etmeye karar verdiler. Fikrin babası olarak ise, R. SCHUMAN’ı bir Kömür ve Çelik Birliği kurmaya ikna eden Jean MONNET’yi görmek gerekir. 9 Mayıs 1950’de başlatılan Kömür ve Çelik Birliği ile, o güne kadar savaş amacıyla kullanılan stratejik ürünler ve tesisler artık barış amacıyla kullanılacak ve ortak bir yönetime tabi tutulacaktı. Proje başarılı oldu, Kömür ve Çelik Birliği gelişti ve yeni üyelerin dahil olmasıyla, önce Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) hâline dönüştü, 1992 yılında MAASTRİCHT sözleşmesiyle de Avrupa Birliği (AB) doğdu. Son olarak Hırvatistan’ın 1 Haziran 2013’deki katılımıyla Avrupa Birliği 28 üyeli bir birlik haline geldi. TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ Türkiye, 1959 yılında AET ile yakın iş birliği içinde olmak isteyen ilk ülkelerden biri oldu. 12 Eylül 1963 yılında “Ankara ortaklık anlaşması” çerçevesinde Türkiye ile AET arasındailk somut adım atıldı. Bu anlaşmanın temel amacı, "Hızlandırılmış ekonomik gelişme, ticaretin düzenli genişlemesi veTürkiye ekonomisi ile topluluk ekonomisi arasındaki farklılıkların giderilmesiydi". 14 Nisan 1987’de Türkiye birliğe tam üyelik başvurusunda bulundu. 1993 yılında Birlik ile Türkiye arasında “Gümrük Birliği” müzakereleri başladı. 1 Ocak 1996’da Türkiye ve AB arasındaki "Gümrük Birliği" yürürlüğe girdi. Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye AB üyeliği için aday ülke statüsü verildi. Mart 2001’de Türkiye’nin Birliğe katılım süreci için yol haritası sağlayan "AB - Türkiye Katılım Ortaklığı" kabul edildi. Aralık 2004’de Avrupa Konseyi Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatmaya karar verdi. Sonrası zaten malumunuz havai fişekleri, kutlamalar filan… MUASSIR MEDENİYET Esasen Türkiye’nin Batı ile ilgisi 1959 yılından çok daha önce,1839’daki Tanzimat döneminde başlamış, Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1933’ de “Onuncu Yıl Nutku”nda kullandığı,“Muassır Medeniyet seviyesi” hedefi ile devam etmiştir. Atatürk orada şöyle diyor; “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, “muasır medeniyet” seviyesinin üstüne çıkaracağız.” Atatürk’ün;“muassır medeniyetler” den kastı teknolojik, bilimsel, ekonomik ve sanatsal gelişmelerin tümüdür. Ziya Gökalp de, milletin kültüründen söz ederken, iktisattan dine, ahlaktan hukuka, lisandan sanata, örf, fikir, edebiyatı içeren geniş bir kavram olarak değerlendirmiştir. 80 yıl önce “Muassır Medeniyet” seviyesinin de üzerini hedefleyen ve sürekli yüzünü batıya çeviren bir toplumun bugün “idam cezası” ve “Avrupa Birliği” konularında, bürokratları, akademisyenleri iktidarı-muhalefeti ve STK’larıyla sağlam bir zeminde tüm boyutlarıyla tartışmadan alelacele yeni bir “referandum” girdabına kapılması, ileride beklenmedik ciddi ekonomik sıkıntılar doğurabilir.