1994’de ateşkes ilan edildiğinde Bakü’de idim. Ondan önceki yıl boyunca defalarca Dağlık Karabağ’da savaşa, binlerce, yüzbinlerce Azerbaycan Türkünün evlerinden, topraklarından kopartılıp “kaçkın” edilmelerine daha da kötüsü soykırım amaçlı yok edilmelerine zaman zaman sayısı altmışı aşan Türk gazetecisiyle birlikte şahit olduk. Beylegan’da eski tren vagonları ve çadırlardan oluşan “kaçkınlar kampı” 1.5 milyona yakın evinden olmuş Azerbaycan vatandaşına ev sahipliği yapmaktaydı. O dönemin Azerbaycan’ı henüz petrol ve gaz zenginliğini kendisi ve halkının refahı için çıkarabilecek durumda değildi. İmkanları kısıtlıydı. Ne doğru dürüst ekmek, ne de lokanta denilebilecek düzeyde işletmeler vardı Bakü’de veya ülkenin diğer şehirlerinde. Yokluk, perişanlık, umutsuzluk hakimdi. Bağımsızlık dönemi sancıları ve ardından yaşanan savaş nedeniyle temel belediye hizmetleri bile sağlanamamakta, mesela şehirlerde içme suyu şebekesinden akan suyla bırakın içmeyi, banyo yapmak bile mümkün değildi. Üstelik savaşın ortasında naif, meşru hükümete karşı Surat Hüseyinof darbe yapmış ülkede tam bir keşmekeş başlamıştı. “Ben iç savaş çıkmasına sebep olmam” diyen vatansever Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey Nahcıvan’a, Keleki köyüne gitmiş ve Meclis çağrısıyla Haydar Aliyev önce Meclis başkanı, sonra da devlet başkanı olarak Azerbaycan’da yeni bir dönemin başlatmıştı. 1994 Azerbaycan’ı ile 2020 Azerbaycan’ının kıyaslanması mümkün değil. Rahmetli Haydar Aliyev ile ebediyete göçmesinden altı ay kadar önce yaptığımız sohbette “O günlerin Azerbaycan’ı ile bu günkü Azerbaycan’ı çok farklı. Kıyaslamak mümkün değil. Adeta mucize yarattınız” dediğim zaman “Hürmetli Yusuf Bey, yazın, söyleyin halkıma neler yaptığımızı hatırlatın; neler yapma niyetinde ve kapasitesinde olduğumuzu söyleyin” demişti. Gerek defalarca iktidarda ve sürgünde görüşme imkanı bulduğum Elçibey, gerekse de Aliyev işgali engelleyememek, sona erdirememek, Azerbaycan topraklarını işgalden kurtaramamak kederinde idiler hep. 1994’lerde şartlar, Rusya’nın Ermenistan’a verdiği örtülü ve açık destek ve Azerbaycan’da görüşmeler yoluyla topraklarını geri alma umudu ateşkesin sağlanmasında katkılı olmuş ancak o günlerden bu yana tüm girişimler ya başarısız oldu, ya da Minsk grubu süreci gibi sakız gibi hiçbir başarı sağlamadan sündü gitti. Bu günün Azerbaycan’ı işgal altındaki topraklarını savaş yoluyla alabilecek güçte ve donanımdadır. Rusya yine Ermenistan’ın yanında açık veya örtülü olarak bulunsa da, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ve halkıyla Azerbaycan’ın yanındadır. Ancak, savaş elbette ki ne istenecek, arzulanacak ne de ilk başta baş vurulacak bir araçtır. Nitekim son çatışmalar Ermenistan provokasyonu ile başlamış, Azerbaycan cevap verme durumunda bırakılmıştır. Umarım sonuç iki ülke arasında bir savaşa dönüşmez, kısa sürede aklıselim devreye girer. Ancak, 1994’den bu yana sonuç alınamayan, ateşkes anlaşmasını barış anlaşmasına dönüştüremeyen bir görüşme sürecinin, birkaç günde sonuç vermesi beklenemeyeceği gibi, bu kadar yıldır görüşüyormuş, sanki ilerleme sağlayacakmış gibi devam eden Minsk süreci gibi topal eşeklerle de bir yere gidilemeyeceği görülmeli ve alternatif, akılcı ve sonuç alacak bir görüşme süreci başlatılmalıdır. Aksi durumda Azerbaycan’ın kendi topraklarının işgaline son verme maksatlı bir operasyona girişmesi elbette ki meşru hakkı olacaktır. Eğer Ermenistan’ın yayılmacı emellerine bir an önce dur denilemez ise zaten halen sinsi sinsi yürüttüğü faaliyetlerini aleni hale getirip mesela Gürcistan’ın da toprak bütünlüğüne ciddi tehdit oluşturacak örtülü ve açık operasyonlara girişeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Ermenistan savaşa Türkiye’nin müdahil olmaması için mesaj yayınlıyor. Ancak, unutuyor. Türkiye ve Azerbaycan rahmetli Süleyman Demirel ve rahmetli Aliyev’in hep dediği gibi “bir millet, iki devlettir.” Azerbaycan Türkiye, Türkiye de Azerbaycan’dır. Geri sayım başladı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 11 Ekim cumhurbaşkanlığı seçimleri için artık geri sayımdayız. Kısa sür sonra saç kesilecek, önümüze düşecek, ak, kara belli olacak. Bu seçim salgın şartlarında kısıtlı propaganda ile yapılıyor. Kim ne diyor, diğerleri ile farkı ne bir türlü netleşemedi. Bundan dolayı da seçime günler kala hala daha yüzde 40’ı bulan büyük bir kararsızlar veya potansiyel seçimi boykot grubu var. Doğrusu halen en büyük parti bu. Yapılması gereken televizyon tartışma programları ile halka ulaşmak, niye ve kime oy verecekleri hususunda halkı bilgilendirmek. Temsili demokrasilerde halkın doğru, düzgün ve tarafsız bilgilendirilmesi demokrasinin düzgün işleyişi için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Görüldüğü kadarıyla mevcut cumhurbaşkanı dahil hemen hemen tüm adaylar ikili ve tüm adayların katılacağı tartışma programlarına katılmaya istekli iken, bir aday buna karşı. Yanlış yapılıyor. Eğer diyecek laf yoksa, niye aday olunuyor? Diyecek laf varsa, ki olduğunu biliyoruz, o zaman niye tartışmadan korkuluyor?