Dün Kıbrıs Rum tarafında seçim vardı. Kim seçildi, kimler kaybetti haber sayfalarında okuyacaksınız. Aslında çok da önemli değil. Gidenden ne hayır görüldü ki gelenden medet umulsun vaziyeti. Matematikteki değişiklik Başkanlık sistemi olan Kıbrıs Rum tarafındaki fiili dikta rejimini belki biraz daha iç politikada "dengeli" davranmaya itebilir ama Kıbrıs meselesinde Rumlar arasında sağ, sol, dinci, dinsiz, tutucu, komünist falan fark etmez. Ne diyordu geçen hafta Kıbrıs Türklerine Lefkoşa’nın Rum kesiminde Makaryos Caddesi, Ledra Sokağı civarında saldıranlar? "Bello Turko!" Doğru, var içimizde sapkını, kaçığı, düpedüz zihni problemli ama bu ne ayrımcı, kafatasçı suçlama kardeşim, yahu bütün Türkler de deli olabilir mi?

Bello Turko gene insaflı bir slogan, en azından sadece "deli" oluyoruz. Ya o "En iyi Türk ölü Türk" sloganına ne diyeceğiz? Arabalara vurulan yumruklar, atılan çizikler ve hatta çizikler üzerine kırmızı sprey boyayla yazılan yazılar, işaretler ELAM isimli faşist örgütün de seçime "siyasi parti" zannıyla katılmasına izin verilmesi kadar korkunç olamaz. "Kan içeceğiz kan, Türk kanı" diye sloganlar atarak yıllardır Rum kesiminde konferans veremeye giden KKTC liderlerine, Kıbrıs Türk halkına yönelik her türlü dışlayıcı, aşağılayıcı sloganı ve düpedüz ırkçılığı savunan bu örgüte siyasi parti statüsü verilmesini nasıl bir empatiyle anlayışla karşılayacak Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı, merak ediyorum.

Enteresan bir zihniyet ile yürütüyoruz görüşmeleri vesselam. Rum seçimlerinden sonra daha yoğun ve çözüme odaklı bir süreç olacağını muştulayıp duruyor Akıncı. Üstelik Rum liderin, nasıl olmuşsa, Akıncı’nın seçimi sonrasındaki görüşmelerin birinci yılının tamamlanması dolayısıyla yapılan açıklamada 2016’de çözümden bahsedilmesi "büyük gelişme" olarak veriliyor. Doğrudur Rum tarafı ilk kez tarih vermiş oldu. Önemsiz mi? Önemli, hem de çok. Anlamı var mı? İşte orada sorun var. Hem çözümden, hem 2016’da Kıbrıs sorununu bitirmekten bahsedeceksin bu sorunun en temel öğesi durumundaki "iki toplumun eşitliği" ilkesini tamamen reddedip, görüşme sürecinin gerektirdiği iyi niyetten yoksun bir şekilde yeni gaz ihaleleri yapacaksın… Hadi canım sende!

2016’da çözüm diyeceksin, yarı profesyonel yeni bir orduyu kurma gayreti içerisinde olacaksın. Üstelik de Türk askeri adadan tümden gitsin derken bunu yapacaksın. Tabii bizim saflar ne yapıyor? İngiliz’in, Amerika’nın oyununa geliyor, hem toprağı, hem güvenlik konularını görüşürüm diyor. Dahası, aynı odaklara esir düşüp Türkiye garantisinin sadece Kuzey Kıbrıs ile sınırlandırılmasını, dahası silahsız garanti haline getirilmesini "gayrı resmi" olarak önerebiliyor.

İçeriğine katılmasam da Akıncı’nın önerdiği "sürekli toplantı" düzeni akıllıca bir girişim. Rum tarafının zamana oynama, Kıbrıs Türklerinin tükenip Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama olmayı kabul edip yok olmalarının önünü açmayı hedefleyen siyasi planı bu surette daha net deşifre edilebilir. Ancak, nüfus meselesinde olduğu gibi afakî ödünlerle, "ille de federal çözüm" mantığıyla yürütülür ise bu süreç, Kıbrıs Türkünün her zaman en fazla %25 olacağı saçmalığı gibi abes bir duruma düşebiliriz. Görüşme demek karşı tarafın taleplerini azıcık esneterek teslim olmak demek değildir, bunu anlamak, hazmetmek lazım.

* * *

Mayıs ayı Türkiye için çok ama çok önemli bir ay oldu. Bu ay yaşadığımız birçok gelişmeyle ilgili olarak ilerde sıklıkla keşke olmasaydı diyerek hayıflanacağımızdan eminim. 4 Mayıs’ta Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun buyrukla görevi bırakmak zorunda kalması, Adalet ve kalkınma Partisi’nde "bir tanesi" Binali Yıldırım’ın önce parti başkanı sonra ilk icra-sekreteri olması çok önemli ve geleceği şekillendirecek olaylardı. Ancak ayın en önemli olayı TBMM’de hakkında bekleyen fezleke olan 112 milletvekilinin yargı dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla sınırlı Anayasa değişikliği oylaması oldu. Halkların Demokratik Partisi hariç üç diğer partinin oylarıyla kaldırılan dokunulmazlıklar adına ne dersek diyelim Kürt sorununda siyasi kanalın tıkanması sonucunu doğurup, şiddete meşruiyet kazandırma işlevi de görebilme potansiyeli nedeniyle son derece önemli olmuştur.

Olmasaydı siyasi açılım için kurmak mecburiyetini hissedeceğimiz bir siyasi oluşumu ne maksatla olursa olsun boğmaya, en azından iğdiş etmeye yönelik bu anayasa değişikliği gelişmesi Kürt sorununu dağa mahkum eder niteliktedir. Yanlış ve yazık olmuştur.

Burada amaç nedir? Olası bir ara seçim ve hatta erken seçim ne sonuç getirecektir. AKP’deki parti başkanlığı değişimiyle birlikte ülkenin önce "partili cumhurbaşkanı" sonra ya yarı başkanlık ya da başkanlık sistemine evrilmesi hedefleniyor ise eğer, bu omlet için bu kadar yumurta kırılmasına yazıktır.