Yusuf KANLI Adam berber koltuğuna oturunca sormuş. “Vaziyet ne, aklar çoğaldı mı?” Berber haince gülmüş. “Bekle az hele, vurunca makası düşer kucağına saçların. Görürsün akı, karayı…” Oturuldu artık berber koltuğuna. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, Nisan ayı iki adım ötede. Artık sıra sandıkların kurulmasına, halka “Seç bakalım bu arkadaşlardan hangisi sence daha iyi yapacak bu görevi?” diyeceğimiz güne az kaldı. Tabii yasal aday olma süreci tamamlanmadığına göre ne kimse görevdeki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya “Aday olacaksan ol, niye bekletiyorsun adaylığını açıklamayı?” diyebilir, ne de bugüne kadar “adayım” diyenlerin ya da aday gösterilenlerin durumunun mutlak olduğu yargısına varabilir. 1960’larda görev yapan İngiltere Başbakanı Harold Wilson’a atfedilen bir söz var. “Siyasette bir hafta çok uzun süredir.” Tabii bu coğrafya İngiltere gibi öngörülebilmesi daha zor olduğundan, rahmetli Süleyman Demirel’in jargonunda bu söz “Siyasette 24 saat çok uzun süredir” olmuştu. Öyledir de. 24 saatte neler olabilir neler? Dolayısıyla adaylıkların kesinleşeceği güne kadar çok yeni gelişme olabilir. Bugün çok zor görünse de kim bilir belki de merkezde belki de tek aday üzerinde uzlaşma da olabilir. Kulaklara çok mu romantik geliyor bu beklenti? Haklısınız şu anda saçma ve boş bir beklentiye benziyor ama, samimi olarak kişisel ikbal beklentilerinin, nalıncı keseri gibi “hep bana, rab bana” demokrasi anlayışının, parti fetişizminin ulusal çıkarlar, devletin bekası gibi ulvi değerler gözetilerek bir kenara itilebilmesi çok da afaki beklenti olmamalı… Ama, galiba olmayacak dua gibi bu beklenti. Hani “Beyaz saçlı” birisinin bir siyasetçi-işadamının evinde, Başbakan Ersin Tatar, “kocaman” bir bürokrat ve yeni dönemde ciddi nemalanma umudundaki bir arkadaşla kahvaltıda bir araya gelmişler ya, acaba yeni başbakan kim olacak sorusuna mı cevap aradılar, seçim stratejileri yapılırken halk desteğinin nasıl artırılabileceğini mi tartıştılar, ne yaptılar? Size ne diyebilirsiniz? Doğru… Bana ne diyeceğim ama o kahvaltıya katılanların kimlikleri bir uzlaşı arayışını da gösteriyor sanki. Gazeteci merak etmez mi kim kime destek karşılığı ne vaat etti, ya da edebilir diye? Gazimagosa’lı bir kadın milletvekilinin siyasi ikbali konuşuldu mu mesela o masada? Merak da kötü bir şey ama galiba gazeteciliğin gereği de. Daha önce yazdım. Merkez ve merkez-sağda sanki en az dört, belki beş aday çıkacak. Üçü zaten şimdiden belli. Sol cenahta ise Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman partisince aday gösterildi. Akıncı henüz resmen ilan etmedi ama o da seçim kampanyasını cumhurbaşkanlığı bütçesiyle fiili olarak başlattı. Korkum ikinci turda Erhürman ile Akıncı arasında tercih yapma durumuyla kalabilme olasılığımız. Kamuoyu yoklamalarıyla ikinci turda herhangi bir sol aday karşısında falan adayın “kazanma şansı kesin” diye görmek güzel bir duygu olsa da, böyle bir iddiaya temel araştırmanın kim tarafından finanse edildiği de açıklanmalı ki ne derece sağlam bir çalışma olduğu ortaya çıksın. Her biri birbirinden değerli ayrı değerler olan sevgili dostlarım Ulusal Birlik Partisi (UBP) lideri ve Başbakan Tatar, Halkın Partisi (HP) lideri ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ve Yeni Doğuş Partisi (YDP) lideri Erhan Arıklı mevcut Cumhurbaşkanı Akıncı’dan elbette çok daha güvenli bir kaptan olarak KKTC’yi yeni ufuklara taşıma kapasitesine sahip olduklarına inanıyorum. Akıncı maalesef federasyon takıntısı ve verdiği hesapsız tarzı tek taraflı ödünlerle Kıbrıs sorununu iyice içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Kırmızı çizgiler berhava edilmiş, Kıbrıs Türk hakları mirasyedi tarzıyla ve büyük bir hovardalıkla Rum’a peşkeş çekilmiştir. Sol cenahtaki ikinci aday Erhürman da Akıncı gibi federal çözüm saplantısında olduğunu kampanya konuşmalarında sergilemeye devam ediyor. Doğrudur, çözüme ulaşılmayan konularda “oturup beklemek” durumunda olmamalıyız. Devleti güçlendirmek, sorunlara cevap bulmak, Türkiye ile entegrasyonu ilerletmek gibi önemli hedefler federal çözüm rüyasından elbette ki daha önemli ve hayatidir. Efendim, cumhurbaşkanı seçilince hemen beşli konferans (adadaki iki taraf ve üç garantör ülke, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) toplanması için gayret gösterilecek, “çözüm” için inisiyatif alınacakmış. “Federasyon ne zaman görüşmelerin hedefi olarak tespit edildi ve şimdiye kadar ne yapıldı?” diye sormak lazım Erhürman’a. Bir anlatsın, biz de öğrenelim. Eğer Rum tarafı Kıbrıs Türk halkıyla ne egemenliği, ne yönetimi ne de ada toprağını siyasi eşitlik ve etkin katılım çerçevesinde paylaşmayı 1975’den bu yana hep reddetmiş ise, federal çözümün temeli “paylaşma” ise, bu saatten sonra federal çözümde ısrar etmek ya çözümsüzlüğü talep etme ya da Kıbrıs Türkünün federasyon beklentisiyle yorum azınlık haklarını kabule zorlamaktan başka ne anlama gelir? Artık çözüm hedefi, iki devletli ve tercihan Avrupa Birliği altında bir yapılanma olmalıdır. Beşli konferans ancak iki devletli çözümün de masada olacağı kabul edilmeden toplanamaz. Aksi durum açık halka ve KKTC’ye hıyanettir. İlan edilişinde ağlasanız da, bu devlet aynı zamanda sizindir ve kıymetini kaybettikten sonra anlamak istemiyorsanız artık hayalden ve Rum seviciliğinden vaz geçiniz. Ocak ayı bitti bile neredeyse. Şubat, Mart derken sandık halkın önüne konacak ve ak, kara herkes tarafından görülecek. Kıbrıs Türk halkının devletine, haklarına sahip çıkacağına, devletinin ve haklarının Türkiye’nin garantörlüğü ve müdahale hakkı olmadan hiçbir anlamı olamayacağının bilincinde tercih yapacağına inanıyorum.