Sonunda korkulan oldu. Son yıllarda dış politikayla ilgilenen hemen her yazar, Ankara Yönetimi’nin dış politikası nedeniyle "Ortadoğu Bataklığına" saplanma tehlikesini dile getirip durdu.

Yakın tarihi göz önünde tutan ve buna bağlı olarak bölgedeki ve bölgeyle ilgilenen ülkelerin "çıkar ilişkilerini" aklından çıkarmayan kişiler, Ankara’nın uyguladığı politikaların Türkiye’nin "çıkarlarına" uymadığını ısrarla anlatıp durdular.

Ve Kaptan Köşkü, tecrübeli denizcilerin dalga ve rüzgarlara karşı manevra yapma ustalığını sürekli göz ardı edip,dümeni "hayali hedeflere" göre tutunca, ülkemiz de rotasından çıkıp terör belasıyla karşı karşıya kalıverdi.

Terörün, bir yandan siyasal başkent Ankara’yı diğer yandan ekonomik ve kültürel başkent İstanbul’u vurduğu günlerde, ülkemiz dünyadaki gelişmelerin tam odağında bulunuyordu.Bunun en tipik örneği, Rusya’nın Suriye’deki askeri gücünün bir kısmını çekme kararını aldığını "deklare" etmesiydi.

Bu açıklama çeşitli yorumlara yol açtı.. ABD ile Rusya’nın Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmak için bölgedeki devletlerin sınırlarının değiştirilmesi konusunda "gizlice" anlaştıkları söylentisi sıkca konuşulur oldu bu günlerde.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AB görüşmelerinden dönerken söyledikleri ilginçti:

" Suriye maalesef öyle bir noktaya getirildi ki; her türlü oyunun oynanabileceği kirli bir zemin oluştu.Bunlardan biri de Sykes-Picot’nun yüzüncü yılı. Bu anlaşma bizi hep böldü. Halep’i Antep’den ve benzeri…Birileri yeni bir Sykes-Picot (Birinci Dünya Savaşından sonra mağlup Osmanlı İmparatorluğunun topraklarını bölerek Ortadoğu’da Araplara paylaştırarak, yeni devletler kurulmasına ilişkin İngiltere ve Fransa arasındaki gizli anlaşma) yazma peşinde.

Arap Baharı öncesi bu anlaşmayı ortadan kaldırmayı düşünüyorduk, ekonomik hamlelerle… Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan dörtlü olarak insanların serbest dolaşacağı bir bölge kurmaya karar vermiştik.Buna sonradan Irak da katılacaktı.Hedefimiz birilerini rahatsız etti.Arap Baharı bunun için kullanıldı.Şimdi Suriye’yi üçe ,dörde ,beşe,Irak’ı da üçe bölerek yeni bir anlaşma yazmaya çalışılıyor."

Aslında Başbakan Davutoğlu’nun sözleri akla başka bir konuyu getiriyor. Başbakan, açık açık Birinci Dünya savaşı sonucu oluşan sınırların Ankara Yönetimi tarafından kaldırılmasının planlandığını bu sözlerle açıklamış oluyor.

Bu açıklamanın anlamı, fazla bir yoruma gereksinim duyulmadan "Biz Ortadoğu’da eski Osmanlı hakimiyetini, Sykes-Picot anlaşması üzerine ortaya çıkan Arap Devletleriyle yeni bir ekonomik birlik çerçevesinde yeniden kurmayı planlıyorduk" şeklinde de değerlendirebilir.

Belki biraz daha ileri gidip, Esad’ın başlarda böyle bir girişime sıcak bakarken Ankara tarafından "Müslüman Kardeşlerin" Şam iktidarına ortak edilmesi yönündeki ısrarı sonrası bu ülkede olayların başladığı görüşü bile ileri söylenebilir.

Günümüze dönersek, Davutoğlu, Rusya’nın Suriye’nin bölünmesi için çaba gösterdiğini de sözlerine ekliyor.Bu önemli.Zira bir çok diplomatik yorumcu,Moskova’nın Kuzey Suriye Kürtlerinin ellerini güçlendirici bir alt yapı hazırlayarak, uçak düşürme olayının Türkiye’den intikamı almak peşinde olduğu görüşünü savunuyor.

Putin’in, Esad’ın geleceğinin garanti altına alarak ABD ile gizli bir mutabakata vardığına ilişkin söylentiler var. Hatta Kuzey Suriye’li Kürtlerin bu anlaşmaya dayanarak "Federalizmi" açıkladıkları da ileri sürülüyor.

Buna karşılık, ekonomik sorunlar yaşayan Rusya’nın, Suriye’deki "yoğun varlığının" gün geçtikçe daha ağır maliyetler getireceğini düşünüp, bu ülkede zaten "köprü başlarını" da elinde bulundurduğundan bir an önce "Suriye’nin galibi" havasıyla çekilmeyi yeğlediği de belirtiliyor.

Dikkat ederseniz şu an üzerinde durduğumuz Sykes-Picot anlaşmasındaki imza sahibi ülkelerden hiç söz etmiyoruz. Muhtemeldir ki, İngiltere perde arkasından ABD ile işbirliği çerçevesinde çıkarlarını koruma peşindedir.

Ama Fransa ortada yok. Almanya da yok. Başka bir deyişle Avrupa Birliği son gelişmelerde devre dışı kalmış gibi bir görüntü veriyor. Oysa, Amerika’nın, enerji kaynaklarının kendisine yetmesi üzerine Çin ve Hindistan’a karşı dünya liderliğini sürdürmek amacıyla gücünün büyük bir bölümünü Pasifik Okyanusu’na çevirdiğinin konuşulduğu günümüzde Avrupa’nın enerji sorunuyla baş başa kalma endişesi var.

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile son yaptığı anlaşmayı salt "mülteci" ve "vize serbestisi" üzerinden okumamak gerektiği inancındayız. Almanya Şansölyesi Merkel’in çabalarına bir göz atarsak Avrupa’nın Türkiye’ye son günlerde yoğunlaşan ilgisini de değerlendirebiliriz.

Günümüzde, ABD ile Rusya arasında paylaşıldığı izlenimi veren Ortadoğu’da "oyun dışında kalma" tehlikesindeki başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri için Türkiye eskisinden çok daha fazla önem taşımaktadır.

Ukrayna sorunu nedeniyle, başta Almanya’ya olmak üzere kıta Avrupası ülkeleri için güvenlik açısından bir Rusya tehlikesi bulunmaktadır. Güvenlik sorununun yanı sıra, Rusya’nın Avrupa’ya sevk ettiği doğal gazın her an için kesilmesi riski, Putin’in "kaba kuvvet" politikası üzerine daha da artmış durumdadır.

Rus gazına alternatif hemen tüm hatlar Türkiye üzerinden geçmek zorundadır. Eğer Kıbrıs konusu çözülürse, İsrail de dahil olmak üzere Doğu Akdeniz doğal gazının Avrupa’ya en uygun sevk yolunun Türkiye’den geçeceğinde herkes görüş birliğindedir.

Bundan aylar önce, Türkiye ile AB arasında mülteciler için yapılan ön görüşmeden sonra Fransa Meclisindeki müzakere sırasında Fransa hükümetine yönelik çok sert eleştiriler olmuştu.

Fransa Başbakanı özetle, Türkiye’ye ödün verecek bir politika izlenmeyeceğini dile getirerek tenkitler kurtulma yolunu seçmişti. Ama son anlaşmada ilginç bir gelişme oldu.Cumhurbaşkanı François Hollande, önümüzdeki Başkanlık seçiminde muhtemel rakibi olacak önceki Başkan Sarkozy’nin engellediği 33’ncü fasılın müzakereye açılmasını kabul ederek büyük bir risk aldı.

Zira son yıllarda Türkiye’ye yönelik yoğun eleştiriler nedeniyle Türkiye’nin AB üyeliğine destek Fransa kamuoyunda çok düşük bir düzeyde kalmıştı.

Hollande’ın bu riski almasında kuşkusuz Rusya’nın yayılmacı politikalarına karşı Fransa’nın da duyduğu endişe önem taşıyor.

Bu arada ilginç bir gelişme de İran ile yaşanıyor. Ortadoğu politikalarında Ankara ile Tahran arasında tam zıt yaklaşımlar bulunuyor. Taraflar bunu saklamıyorlar da. Ankara son aylarda, mezhep konusunda İran’a karşı daha yumuşak bir politika izlemeyi tercih ederek önemli bir girişimde bulundu.

Amerika ile Rusya’nın özellikle Kürtler üzerinden bölgede yeni arayışlara giriştiklerinin konuşulduğu günümüzde, Tahran, Kuzey Suriye Kürtlerinin Federatif Suriye isteklerine açıkça karşı çıkarak Ankara ile paralel bir politika izlemeye başladı.

Tahran’a göre, Suriye; "parçalara bölünmüş bir devlet" yapısına dönüştürülürse güçsüz bir ülke olur ve İsrail üzerindeki etkisini yitirir.Bu da İran’ın hiç işine gelmeyeceği için;bölünmüş yada federatif bir yapıya sahip bir düzenlemeye şiddetle karşı çıkıyor.

Yani romantik davranmıyor, çıkarlarına öncelik veriyor.

Ülkemizdeki terör saldırılarının, son yıllarda ,ortadan ikiye bölünmüş görüntüsü veren halkımızı yeniden bütünleştirici bir sonuca yol açacağına yürekten inanıyoruz.Ve diyoruz ki artık hayal dünyası bir kenara bırakılarak,Türkiye’nin önümüzdeki günlerde yeniden dağıtılacağı anlaşılan kartları iyi kullanarak, öncelikle ülkemiz insanları yararına politikalar oluştursun.

Ve de süratle Ortadoğu ülkesi görüntüsünden uzaklaşsın…