Mis gibi kokusu, sadesi, ortası, şekerlisi, köpük köpük lezzetiyle her derde deva, her tür arkadaşlığa açıktır. Türk kahvesi. Fincanın üst yüzeyindeki kem gözleri ince bir çubukla patlattıktan sonra ilk yudumla birlikte derin bir “oh” çektirir. İç sıkıntısına da iyi gelir, iş sıkıntısına da… Aşk acısı çekenin de dostudur. Yalnızlıktan muzdarip olanın da… Keyif anlarına da gider keder anlarına da… Sabaha başka, öğlene başka… Bazen bir gece öncenin uykusuzluğunu silmek içindir, bazen hayata bir fasıla vermek için… Velhasıl, kahve bir candır diyor değerli meslektaşım Filiz Aygündüz. Mehtap Aydın adlı meslektaşım ise kahve hakkında duygularını şu sözlerle açıklamış. “Keyifli sohbetlerin, içten dertleşmelerin ve gerçek aşkın ortak paydası: Kahve” Hayatımızın neredeyse her anında bizlere eşlik eden ve her yudum da kalpleri ısıtan kahve; oluştuğu kültür ile bir yaşam biçimine dönüşmüş durumda. Bugün küçük kırmızı bir meyvenin çekirdeğinden filizlenen kahve, sıradan bir içeceğin ötesini geçerek sosyal bir tutku haline geldi. Artık kahve ile uyanıyor, kahve ile güne başlıyor, kahve ile dinleniyoruz. Bugün dünyada 1 milyar 200 milyonun çok üstünde kahve tozu tüketildiğine göre bu içeceğin de ilginç bir var oluş hikâyesi vardır. Osmanlı egemenliğine giren, Mısır, Habeşistan ve Yemen’de içimine başlanan kahve, Kahire üzerinden İstanbul’a ulaştığı zaman bu bitkinin nasıl bir içecek olduğunu halk bilmiyordu. Saraydan emekli bir hadım ağasının tesadüfen pazarda görüp evinde pişirdiği kahveyi bir nedenle evine gelen zamanın dişli sultanı Hürrem’e ikram etmesi ile kahve Osmanlı ordularının Avrupa içlerine yaptıkları seferler sırasında Balkanlarda ve hatta Viyana’da günün içeceği olarak insanların hayatına girer. Daha sonraki yıllarda yani 1633’de İstanbul’u yakıp yıkan yangının kahvehanelerdeki ocaklarda pişirilen kahve ateşinin sebep olduğu ileri sürülmüş, devrin padişahı Dördüncü Murat bir ferman yayınlatarak kahvehanelerin kapatılmasını emretmiş. Bu yasaklara meyhaneler ve içki satışları da dâhil edilince halkta başlayan huzursuzluk Dördüncü Murat’ı zor durumda bırakmıştı. O yıllarda söylenen ve günümüze kadar gelen bir deyimde “Mademki gelmişiz şu Cihana, derdimizi çeksin şu viran hane, gönül ahbap ister kahve bahane” Osmanlı Sarayı’nda kahvenin alışkanlık haline geldiği zamanların sultanı olan Abdülhamit’e kahveyi kahveci başı pişirirdi. Beyaz eldivenli bu pişirici kahveyi harem kapısına kadar getirir. Kapıda nöbetçi hazinedar tarafından alınan cezve küçük bir altın tepsiye yanında da iki fincanla sultana takdim edilirdi. Abdülhamit adını taşıyan fincanlarla kahvesini yudumlarken sigarasını da tüttürmekten zevk alırdı. Saray’da çocukların ve gençlerin sigara ve kahve içmeleri kesin kes yasaktı. Batıda kahve özellikle İtalya’da günlük hayat için temel bir ihtiyaç addediliyor. Öyle ki kahve fiyatlarını hükümet belirliyor. Bugün özellikle Espresson kahve kültürü bu ülkeye yerleşmiş. Balkan ülkelerinde içilen her 200 kahveden biri, cezve kahvesidir. Yani Türk kahvesi. 1901’de Dr. Sartori Kato adlı Japon doktorun suda çözülebilen ilk kahveyi bulması ile kahve alışkanlığı bu ülkede adeta günün içeceği olmuş. Nitekim Japon sarayı 1 Ekim’i ülke genelinde kahve günü olarak kutlanmasına karar vermiş. Fransa’da ilk yıllarda kahve kazanlarda pişirilir, kepçe ile büyük fincanlara konulurdu. Baltık ülkelerinde ise kahvenin sosyal yaşamda büyük önemi olduğu biliniyor. Düğün ve nikâhta konuklara kahve ikram etmek onların misafirlerine gösterdikleri bir saygı örneği olarak kabul görülür. Günümüzde kahve her saat, her yaştaki insanların köklü geçmişi ve aromatik cazibesi ile aldığı bir içecektir. Buna örnek adım başı açılan “Coffee Shop” lardır. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünün nereden geldiğini merak etmiş olanların çoğunlukta olduğunu biliyorum. Yaygın bir rivayete göre Üsküdar’da kahvehanesi olan bir kahveci iş yerine gelen gemi kaptanı bir Rum’a kahve ikram eder, aradan uzun bir kazan yani kırk yıl geçer, Üsküdarlı kahveci yapılan bir savaşta Rumlara esir düşer. Hapis tutulacağı adaya götürülmek üzere gemiye bindirilen esirler arasında kendisine 40 yıl önce kahve ikram eden Türk’ü tanıyan kaptan ağırlığını koyar ve esir Türk’ü esaretten kurtarırken “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” der. Günümüzde kahve denilen içeceğin pek çok çeşidine rastlamak mümkün her ülke kendi damak zevkine göre kahveye ayrı bir tat katmaktadır. Bu arada Almanya’da kahve kültürünün temsilcisi olarak kabul edilirken ülkemizde de pek çok çeşit kahve içicinin zevkine hitap etmektedir. Kahvenin bir yeni özelliği de tıp dünyasında bomba etkisi yapmıştır. Altı farklı ülkede 500 kişi üzerinde yapılan uzun araştırmalar sonunda kahvenin karaciğere zarar veren toksinleri temizlediği tespit edilmiştir. Bu konuda bir açıklama yapan İngiltere’nin Southampton Üniversitesi her gün düzenli bir bardak kahve tüketen siroz’a yakalanma şansı yüzde 44 azalmaktadır. Ayrıca düzenli kahve tüketen Hepatit C hastalarının tedavilerinin daha sağlıklı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kahve için ilginç bir iddia ise klasik müziğin ustalarından Anton Sehindler, müstesna bestekâr Ludwig Van Beethoven için kahveyi çok sevdiğini her sabah güne bir bardak kahve içerek başladığını, kahveyi bizzat pişirdiğini ve hatta misafirlerine de kendi elleriyle pişirip ikram ettiği, kahveyi Türk usulü yaptığını söylemiştir. Bugün ülkemizde yüzlerce kahvehane, kahve sarayı, kahve ocağı ve kahvenin çeşitli cinslerinin satıldığı Coffee Shop’lar mevcuttur. Falıyla, tadıyla adeta milli içeceğimiz olan kahve insan sağlığı içinde içilmesi gereken bir sıvıdır.