Yusuf KANLI Aslında bir partinin iç meselesi olması gerekirken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yaşamsal tehdit oluşturan mevcut krizin tohumlarının Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) liderliğindeki dörtlü koalisyonun dağılma aşamasında atıldığını söylemek mümkün olsa da gelinen aşama siyasetin sağ cenahındaki ciddi çöküşü sergilemektedir. “Jet olayı” diye basite indirgense de yaşanılan pespaye durum, esasında kifayetsiz muhteris siyasetçilerin sınavda kötü şekilde çuvallaması yanı sıra çürümüşlüğün kokusudur. Normal şartlarda, şeffaflık içerisinde ekonomik yarar, siyasi tercih gibi nedenlerle izah edilebilecek bir “özel uygulama” siyaseten yakışıksız ve benzerlerinin çok defalar uygulandığını sergiler bir şekilde örtbas edilmeye çalışılması hoş olmamıştır. Konunun ne Rum tarafında çalışan işçilerin mağduriyeti ne de Pile’li vatandaşların KKTC’ye ulaşımlarındaki sıkıntı ile kıyaslamak mümkün değildir. Belki bir önceki özel jet ve bir otelci-gazinocunu oğluna uygulanan özel muamele ile kıyas mümkündür. Enteresandır, o olaydaki arka plandaki aktörlerle son jet olayındaki aktörler tıpatıp örtüşmektedirler. Sani bir nevi “örtül işler ve her beraber yiyelim” kumpanyası gibi. Dünkü Özgürlük ve Reform Partisi (ÖRP) olayında “dışarıdan” gelen para, işbirlikçi Ulusal Birlik Partisi (UBP) genel sekreteri ve hem UBP hem de Demokrat Parti’den birkaç milletvekiliyle Varyant Ahmet benzeri olaylarla sol siyaseti zehirleyip tüketen Cumhuriyetçi Türk Partisi’ndeki “KÖGEF” ekibi partiyi mahvetti, çökertti. Varyant Ahmet olayı ve CTP’nin perişanlığı KKTC’de merkez sağın çürümüşlüğünü her fırsatta gündeme getiren CTP’nin ÖRP ile iktidarda olduğu dönemde "25 senedir bekledik şimdi sıra bizde" mantalitesiyle “yediği hurmalar” – Yenierenköy Belediyesine ait eski liman olarak bilinen bölgedeki arazinin üstelik de seçim yasaklarının yürürlükte olduğu dönemde yok pahasına Varyant Ahmet, ya da gerçek ismiyle Ahmet Özçağ’a ait Özkom LTD’ye uzun vadeli kiralanması olayı gibi – siyaseti bırakıp evine çekilmiş Derviş Eroğlu’na ve UBP’ye 2009’da bir geri dönüş imkanı verdi. Zaten CTP-DP ve CTP-ÖRP hükümetlerinde savsaklanan ya da uygulamaya konulmasına imkan tanınmayan yapısal değişiklik protokolü, maalesef artan ihtiyaca rağmen “ileri karakol” ya da “Biz karakolu bekleriz, Türkiye de öder” mantığıyla bir kenara itilip, bu altın fırsat da harcandı. 26 milletvekili çıkarılan o seçimden sonra icraat ağırlıklı bir yapısal reform hükümeti yerine 2010 cumhurbaşkanlığı seçimi odaklı bir dönem açıldı. Güvenoyu oturumunun boykot edileceği tartışması ve başkanlığın boşalması durumunda genel sekreterin vekalet edeceği bilindiği halde İrsen Küçük olayı yaşandı. Sonuç UBP’li başkan ile başbakanın çekişmeleri ve utanç verici bir şekilde UBP’nin başbakanını sandıkta bırakması, partiye daha felaket bir dönem yaşatacak ama o günlerde Başkan Eroğlu ile uyumlu Hüseyin Özgürgün’ün seçimi… Kişisel çıkar ve ikbal umutlarının ulusal çıkar olarak sunulduğu bir dönem… Hüseyin Özgürgün döneminde ihtiras, şevket ve kifayetsiz liderlik ile birlikte doruğa çıkan yolsuzluk söylemleri partideki yapısal çöküşü gösterse de, maliye bakanlığındaki reformlardan yana özverili tutumuyla yıldızı parlayan Ersin Tatar’ın partiye başkan olması yeni bir rüzgar estirmeyi başardı. UBP’de Fethullahcı örgütlenmeden nasibini almış ve siyasi çevrelerde daha önce de bakanlık yapan bir önemli şahsiyetlerin bu örgüt ile beraberliği olduğu iddiaları vardı. O sebeple mi, bilemem, ama Tatar’ın kabinesi oluşturulurken öncelikle o siyasetçi, daha sonra da Eroğlu’nun kızı Resmiye Canaltay’ın isimleri üzerinden gerginlik yaşandığı ve hatta Ankara’dan “veto” geldiği de çok konuşulmuştu. Doğru mu? Bilmek ya da doğrulatabilmek tabii ki mümkün değil, ancak şimdiye kadar hiç yalanlanmadı. Gelişmelere bu kadar geçmişten bakmak biliyorum yorucu olabilir, ama bunları bilmeden de bu günü değerlendirmek olası değil. Bir özel jet ile adaya gelen bir yatırımcı, heyeti ve üç latif konuklarının 48 saati bulmayan ziyaretleri, oluş şekli ve sonrasında yaşananlar açısından siyasi tarihe girebilecek nitelikte. Her ne kadar birileri “yatırımcıların ürkütüldüğü” gibi abes bir kılıf bulmaya da çalışsa bu duruma, iddialara göre Başbakan Ersin Tatar bile “Para yediler be para… Benim adımı böyle kirletemezler” gibi bir çıkış yapmış bakanlar kurulunda. Başbakan haklı. Bir dümen döndürüldü, ve maalesef bu ilk değil. Gerçekten ihale ile ilgiliyse durum yanlış ve en basit tanımıyla “ihaleye fesat karıştırmaya” girer. Birisinin hatırına birisine kıyak çekilmişse, o zaman da devlet ciddiyeti nerede? Üstelik bakanlar kuruluna doğru dürüst bilgi verilmeden, usul, erkan boş verilerek cahilce bir iş yapılmış ise, bir sonucu olması da normal karşılanmalı. Hükümet krizi çıkması Tatar tarafından ilgili bakanın azliyle önlendi. Ancak, bir bakanın cezalandırılması yerine kabine değişikliği görüntüsü verme çabası, başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki Faiz Sucuoğlu’nun da görevden alınıp yerine Aytaç Caluda’nın atanabileceği istişaresinin yakışıksız şekilde dışarıya sızdırılması UBP’de sıkıntılı bir sürece yol açtı. Zaten uzunca bir süredir kendi genel başkanı ve başbakanına karşı “alerjili” durmakta ve hatta onun programını etkileyecek programlar geliştiren bazı önde gelen partililer ve bakanlar, bir başka çekim merkezinin etkisinde hareketlerini hızlandırdılar. O diğer çekim noktası hem arzu ettiği bakan atamasının yapılmamasını kendine karşı savaş olarak algılayıp “Madem öyle, savaşsa savaş. Kim büyükmüş görelim” yaklaşımıyla parti liderine be cumhurbaşkanı adayına zarar vereceğini, partiyi böleceğini bilmesine rağmen erken kongreyi zorlayacak bazı bakanların istifası girişimini başlattı. Faiz Sucuoğlu istifa edecek, ardından beş, altı önemli isim daha isyana katılacaktı. Çalışma Bakanlığı’nda eskiden yaptığı iddia edilen bazı yasadışı işlemler nedeniyle dokunulmazlığı kaldırılan ve yargılama süreci devam eden Aytaç Caluda’nın cumhurbaşkanınca uygun görülmeyeceği, yasal olarak da öyle bir atamanın yapılamayacağı da dikkate alınmayarak Tatar üzerine tam saha bir baskı başlatıldı. “Samanı koysa seçtirir” gibi bir güvenle cumhurbaşkanlığı seçimine girmeyi hazırlanan UBP’nin adayı yıpratılarak Mustafa Akıncı’ya ikinci dönem imkanı verilecek, “Benim gücümü gördünüz mü?” denilecekti… Aslında uzun zamandır Akıncı’nın beklentisi de ikinci tıra kalabilmek, hem CTP’den hem de kırgın UBP’lilerden gelecek destekle tekrar seçilmek. Sahi, 2015’te de öyle olmamış mıydı? Eroğlu’na destek yerine Akıncı’yı tercih eden UBP’li oy acaba ne kadardı? Belki de bu hatırlandı, veya birileri devreye girip oyunu deşifre etmeyi becerdi. Nihayette uzun bir 48 saat sonunda, alev şimdilik söndürüldü. “Benim çıkarım ulusal çıkardır” yaklaşımı, veya arzu edilmeyeni söyleyenleri, uyaranları “provakatör” olarak damgalama gayreti “Yap ve sonucuna katlan” kararlılığını görünce sona erdi. Bu arada olan zaten yıpranmış olan UBP imajına oldu. O kadarla mı? Ulusal dava tehlikede. Akıncı’yla ikinci bir dönem Kıbrıs Türkü için tam bir felaket olur. Şimdi Tatar düşünmeli… Gelinen noktada partinin çıkarı, kişisel beklentiler ve halkın yararı iyi tartılmalı. Bu oyun güzel bir gelişmeye yol açabilir.