Yusuf KANLI Pazartesi akşamı gerçekleştirilen “sosyal etkinlik” öncesinde doğal olarak Kıbrıs Türk toplumunda oldukça kaygı oluştu. Bu “sosyal etkinlik” denilen yemekten acaba ne sonuç çıkacaktı? Her ne kadar her iki taraf da bunun sadece bir “sosyal etkinlik” olduğunu, hiçbir şekilde görüşmelerin kaldığı yerden devamı ya da yeni bir sürecin başlangıcının işareti olamayacağını vurgulasalar da tarafların birbirinin nabzını alacağı, yeni sürecin nasıl başlayabileceğinin araştırmasını yapacağı elbette ki herkesçe gayet iyi biliniyordu. Rum lider Nikos Anastasiades Crans Montana’da tüm süreci bile isteye uçurumdan yuvarlamamış mı idi? Rum tarafının Kıbrıs Türk halkını belki de çok kısa sürede mahvedecek, adadaki varlığını tehdit edecek boyuttaki verilen tüm tavizlere rağmen siyasi eşitlik, güç paylaşımı, iki kesimlilik ve iki toplumluluk esasına dayalı federal bir çözümle hiç ilgilenmediğini açıkça son bir kez daha sergilenmemiş miydi? Öyleyse bu ne gayretkeşlik, bu ne boşa çaba idi? Bu makale pazartesi akşamı gerçekleştirilecek “sosyal etkinlikten” saatler önce yazıldı. Sonucu önceden kestirmek falcıların işi gibi görünse de eğer Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı bir kez daha kandırılmaz ise Anastasiades’in değirmenine su taşınmayacaktır. Anastasiades’in niyeti Kıbrıs sorununu çözmek, hele de siyasi eşitlik, güç paylaşımı, dönüşümlü başkanlık ya da kendi deyimiyle “çoğunluğun azınlığa muhtaç olacağı” bir çözüme ulaşmak değildir. Anastasiades ancak adada sanki çözüm çabaları tekrar başladı, görüşmeler ve normalleşme devam ediyor gibi bir hava yaratarak uluslararası dev enerji şirketlerinin Kıbrıs gaz ve petrol potansiyeliyle ilgilenmelerine devam etmelerini, yatırım yapmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Sadece enerji boyutu nedeniyle sanki görüşmeleri istiyormuş gibi yapmaktadır. Yoksa neredeyse tüm isteklerinin uysalca gerek Akıncı gerekse Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından yerine getirildiği Crans Montana görüşmelerinde niye masayı devirdi? Eğer samimiyet yoksa, ki yok. Eğer siyasi kararlılık yoksa, ki yok. Görüşme yapılıp yapılmadığı ne kadar anlamlı olacaktır? Yine de bu “sosyal etkinlik” her iki tarafın da diğerinin ne düşündüğü – sanki 50 yılı aşkın görüşmelerde öğrenmemişlermiş gibi – bundan sonra ne adı atmak istediği, olur ise boşuna gayret yeni görüşme turundan ne beklediklerini herhalde sondajlayacaklar, birbirlerinin nabzını tutacak. Olur ya Akıncı bu görüşmeden “Bir yemek daha yiyeceğiz” minvalinde bir şeyler mırıldanarak çıkıyor ise, anlayın ki kandırıldı, tekrar oyuna geldi. Göreceğiz. Ancak, her şeye rağmen, olur ya yeni bir süreç başlayacak olursa neler beklediğimizi, taleplerin neler olması gerektiğini belki “sağır sultan” duyar ümidiyle bir kez daha özetleyelim. 1-  Son başarısız Crans Montana beşli toplantısından sonra önce Rum tarafı sonra da Türk tarafı masaya koyduğu tüm önerileri, tavizleri, iyi niyet adımlarını geriye çektiğini açıkladıklarına göre, yeni süreç öyle “kaldığı yerden” falan değil, en baştan ve yeni bir zeminle başlamalıdır. 2-  Bu yeni zemin iki tarafın mutlak eşitliği ve hak sahipliği temelinde olmalıdır. Adanın iki halkının aralarındaki ilişkinin azınlık-çoğunluk değil, aynı adayı “evim” olarak gören iki eşit halk olduğu, hiçbirinin tek başına diğerini de temsil edemeyeceği kabul ve ilan edilmelidir. 3-  Görüşmelerin belli takvimi ve “sonlanma tarihi” olmalı, asla uzatılmamalıdır. 4- Başta Türkiye’nin “garantör” statüsü ve adadaki Türk askeri konularında şimdiye kadar verilen tüm tavizkar öneriler ortadan kaldırılmalı, garanti konusunun ancak her şey görüşüldükten ve nihai aşamaya gelindikten sonra açılabileceği ilkesi tekrar tesis edilmelidir. Askeri varlık konusuna gelince Türkiye, Kuzey Kıbrıs güvenliği ve aynı zamanda Ortadoğu gelişmeleri dikkate alınarak kararlaştırılmalı, pazarlık konusu yapılmamalıdır. Şüphesiz ki Kıbrıs Türkiye için en azından İngiltere kadar önemlidir. 5- Görüşme sürecinin Rum tarafının ayak sürümesi veya uyuşmazlığı nedeniyle çökmesi veya ilan edilen “sonlanma tarihi” geldiği halde hala daha çözüm ortada değilse Kıbrıs Türk halkının statüsünün ne olacağı önceden kabul edilmeli, ilan edilmesi karşı tarafın iç politik durumu nedeniyle uygun görülmese de kâğıda dökülmeli ve süreci takip eden uluslararası aktörlerle de paylaşılmalıdır. 6-  Rum tarafı iyi niyet göstergesi olarak Kuzey Kıbrıs ile AB arasındaki ticarete yeşil ışık yakmalı, Ercan, Gazi Mağusa limanı ve Maraş konularını içeren bir iyi niyet paketi üzerinde ciddi çalışmalar başlatılmalıdır. 7- Adada eğer Avrupa Birliği içerisinde iki devlet opsiyonunun dışında bir çözüm olacak ise, bu durumda her alanda iki halkın tam eşit olmaları, Kıbrıs Türk halkının gerek yürütme gerekse yasama alanlarında veto haklarının olması, tüm yürütme ve Kabine kararlarının bir Türk bir de Rum’dan oluşacak ve başkanlığı dönüşümlü yapılacak Başkanlık Konseyi tarafından iki imzayla yürürlüğe girmesi gerekir. 8-  Doğal olarak daha önce sıklıkla dile getirilen ve aymazlıkla Kıbrıs Türk görüşmecileri tarafından kabul edilen Kıbrıs Türk nüfusunun hiçbir zaman Kıbrıs Rum nüfusunun 1/5’ini geçemeyeceği gibi bir saçmalık kabul edilmemelidir. Bu hem hakaret hem doğa dışı hem de Kıbrıs Türkünü daimî azınlık statüsüne mahkum eden faşist bir taleptir. 9-  Çözüm sonrası Kıbrıs’ta çatışma ve kan dökülmesi isteniyor ise iki kesimlilik ve iki toplumluluk sulandırılmadan uygulanmalıdır. İki taraf halkının diğer toplum içerisindeki azami mevcudiyeti en fazla yüzde 10 ile sınırlandırılmalı, ayrıca “balık ağı” uygulamasıyla daha önce toplumsal şiddete bulaşan, hakkında ciddi insanlık suçu işlediği iddiası olanlar diğer toplum bölgesine geçme, yerleşme, mal edinme gibi özgürlüklerden mahrum bırakılmalıdırlar. 10-  Mal-mülk meselesinden ileride ciddi sorunlar çıkmaması ve varılacak çözümü berhava etmemesi için takas, tazminat ve sınırlı geri dönüş seçenekleri dışında opsiyonlar dışlanmalıdır.