Tunalı’da bir tezgah, tezgahta renk renk boncuk takılar, takıların başında da boncuk kalpli bir kadın, Zeynep Yayla... Tesadüfen tanıştığım ve sokakla, hayatla olan ilişkisinden derinden etkilendiğim Yayla, sokağın bilge kadını olarak, müşterilerine hep “canım” ya da “gülüm” diye hitap ederek, kalbinin cömertliği her haline yayılmış bir insan. Yayla’nın hikayesini, çevresiyle olan bağını ve kanser hastalığını nasıl atlattığını kendi ağzından dinleyelim.
RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ (ANKARA) - Tunalı, Bülten Sokak’ta şans eseri rastladım Zeynep Yayla’ya... Kısa bir sigara molası için, bir apartmanın yan tarafında birbirimizle selamlaştıktan sonra meraklı gözlerle etrafı tarayan bu orta yaşlı kadın, oldukça üzgün ve endişeli bir ifadeyle “Tüh, kuşu kedi yemiş! Yaralı bir kumru bulmuştum sabah, kanadını sardım, yemini, suyunu verdim. Keşke bir kutuya koysaydım, yanıma alsaydım. Şuracıkta duruyordu, şimdi sadece tüyleri kalmış, kedi yemiştir, çok üzülüyorum...” dedi. Kendi yaptığı takıları, biraz ilerideki tezgahta satan Yayla, o içten hali ve kuşa bu denli üzülmesiyle gönlümü fethetmiş ve bende merak uyandırmıştı. Bir kaç gün sonra hikayesini dinlemek üzere yanına gittiğimde, “Merhaba canım” diyerek bir tebessümle beni karşılayan Yayla, hem göğüs kanserini atlatmak için verdiği çabayla hem de hayata karşı güçlü duruşuyla beni, kendi hayatımı sorgulamaya itti. Elbistan’ın bir köyünde dünyaya gelen Yayla, 41 yıl önce gelmiş Ankara’ya. Üç çocuk, bir de torun sahibi... O torun ki, hastalığında Yayla’yı yeniden hayata bağlamış. Maaşlı bir işte hiç çalışmamış ama el yatkınlığının yanı sıra doğuştan getirdiği sanatsal yetenekle, hayatı boyunca hep bir meşguliyeti olmuş. Bir ressam olduğunu belirten Yayla, şunları söylüyor, “Ben ressamım, kendi kendime öğrendim resim yapmayı; tıpkı kursa gitmeden takı yapmayı öğrendiğim gibi ama resimlerimin değeri bilinmedi, hayatımı geçindirecek kadar para kazanamadım. En sonunda tüm resimlerimi yakınlarıma ve sevdiklerime hediye ettim. Şimdi boncuklardan takılar yapıyorum ve inanır mısınız, bir daha dünyaya gelsem, takı yapmak için gelirdim. On üç yıldır takı yapıyorum, dört yıldır da burada bu tezgahı açıyorum. Hava iyi olursa, gündüz saat 11.00 gibi gelir, en geç de 19.00 gibi tezgahımı toplarım.” Takı satarak çok fazla para kazanamadığını, bazen siftah bile yapamadan tezgahını kapadığını söyleyen Yayla, “Emeğime değiyor mu, değmiyor. Mesela günde 50 lira kazandım diyelim, kazandığım paranın 11 lirası yola gidiyor, iki otobüs değiştiriyorum çünkü. E, yemek de zorundayım haliyle... Ama benim buraya gelmem demek, hastalığımın verdiği stresi azaltıyor, eski müşterilerim gelince bana moral de veriyorlar. Otururken takılarımı da yapıyorum ve bu işi yaptığım için seviniyorum” diyor. Üç senedir kanserim Yayla, üç yıldır hastalığıyla mücadele ettiğini belirtiyor ve hastalığını şu sözlerle anlatıyor, “Canımdan çok sevdiğim bir torunum var, bir gün onu kucağıma alırken göğsümde bir şişlik hissettim. Normalde de kolay kolay doktora gitmem ama bir terslik olduğunu anladım, kız kardeşimde de benim gibi göğüs kanseri vardı. Bana test yaparlarken doktora, ‘Ben sonucu biliyorum’ deyince, yüzüme baktı. ‘Üzülmem, ne yapalım, Allah’ın verdiği bir şey’ dedim. Göğüs kanseri teşhisinden sonra ameliyat oldum ve göğsümün tekini aldılar. Çok şükür şimdi iyiyim ama hiç belli olmaz bu hastalık. Stresten, üzüntüden uzak duracak, sinirlenmeyeceksin ama üzülmemek de elde değil ki... Bazen her şeyi kafaya takıyorsun.” 22 katlı bir apartmanın giriş katında oturduklarını ifade eden Yayla, “Bahçemiz yeşillik ve doktorum da zaten ‘yeşilliği olan, sevgi dolu yerlerde yaşayın’ diyor. Benim bahçemde her türlü bitki var, toprakla uğraşmayı severim, hatta kümesim ve tavuklarım da var. Bir de torunum... Hayatta bana en iyi gelen kişi torunum, beni hayata o döndürdü. İnsan her şeyi sevebilir, benim aklıma da önce o gelir ve çocuklarımdan bile daha düşkünüm” diye anlatıyor. Haksızlığa asla tahammül edemem Yayla hep mücadeleci olmuş, emeğe saygı duymuş ve haksızlığa uğrayanların yanında olmuş. Hayata ve insanlara karşı tavrını şöyle dile getiriyor, “Haksızlığa asla tahammül edemem, görüyorsunuz ya, şu halimde bir çocuk bile fiziksel olarak beni alt edebilir ama eğer bir hayvana ya da bir insana haksızlık yapılıyorsa, o canlıya eziyet ediliyorsa, canımı bile ortaya koyarım. Çünkü insanları da hayatı da çok seviyorum ama bazı insanlar o kadar kötü olmuşlar ki, sadece maddiyata tapıyorlar. İnsanlar artık manevi değeri anlamıyorlar. Nilgün Hanım adında eski bir müşterim var, banka müdürlüğünden emeklidir kendisi. Benim hasta olduğum süre boyunca, ben kocamın eline bakmayayım diye benden çok takı alır ve yardım eder. Benim için çok özel bir kadındır. LÖSEV’in, hastalığı boyunca kendisinin en büyük destekçisi olduğunu kaydeden Yayla, “Ameliyat olduktan sonra LÖSEV’e başvurdum, bana iki ay boyunca maddi destek sağladılar. Şimdi ise baldan ete kadar tüm gıda ihtiyaçlarıma yardım ediyorlar. Onlara hakkımı ödeyemem... Sadece bana bir şey verdikleri için değil, orada çalışan kızlarımız da çok mükemmel insanlar. Güleryüzlü ve yardımsever oldukları için, oraya gittiğimizde bize mutluluk ve huzur veriyorlar, gezilere götürüyorlar. Moral oluyor, yalnız olmadığımı benim gibi hasta insanlar olduğunu görüyorum” diyor. Kadınlar hayatlarını yaşasın Yayla’nın bir de kadınlara mesajı var, “Erkekler belki bana kızacaklar ama kızsınlar sorun değil. Kadınlar hayatlarını yaşasınlar ama hep güzellikle. Kocalarına saygısızlık etsinler demiyorum ama yesinler, içsinler, gezsinler, şu dünyada hiç bir şey kalmayacak geriye. Sadece kötülükleri yaşamasınlar, hep güzellikleri, iyilikleri yaşasınlar.” Haksızlığa tahammül edemediğini söylemişti ya hani Yayla, bir örnekle bunu anlatıyor, “Bir müşterimin 22 yaşında bir kızı var, zihisel engelli. Buraya geldiklerinde, kızı kolyelere bakıyor, dokunmak istiyor ama kadın sürekli kızını engelliyor, vuruyor. Ben de bu durum üzerine, “Yapma gülüm’ dedim, ‘Gülüm deme bana!’ dedi. ‘Tamam hanımefendi’ dedim, ‘Hanımefendi deme bana!’ dedi. ‘Tamam canım, tamam’ deyince, yine itiraz etti. ‘Peki ne diyeyim? Bir şey diyemiyorum ki...” dedim. ‘Benim kocam da bana hep canım, gülüm derdi, bıraktı, gitti’ dedi. Artık daha fazla dayanamadım ve ‘Valla hanımefendi, ben sizin kocanızın yerinde olsaydım, sizi çoktan boşardım’ dedim. Çünkü bir şeyden anlamıyor, çocuğu kendi haline bırakmıyor. 22 yaşında da olsa, aklı çocuk onun daha, yazık değil mi? Ne olursa olsun, haksızlığa tahammül edemiyorum.” Belki de o kumru ölmemiştir? Bazı insanların, Yayla’nın yaptığı boncuk kolyelere burun kıvararak ‘Ay hiç olmamış, hiç güzel değil’ demelerine içerleyen Yayla, “Dışarıdan 50 liraya aldığı takıyı gelip benden 20 liraya aldığı zaman diyor ki, ‘on lira olsun.’ Benim çok gücüme gidiyor böyle olunca, çünkü ben emek veriyorum. Emek kadar güzel bir şey var mı?” Zeynep Yayla ile görüşmek üzere tezgahının yanında buluştuğumuzda, selamlaştıktan sonra kurduğu ilk cümle, “Ben hayvanları çok seviyorum. Eve gidince o gün çok ağladım, çok üzüldüm... Kuşu neden kediye kaptırdım? Neden kutuya koymadım? diye çok pişmanlık duydum” dedi. Şimdi bu satırları yazarken düşünüyorum da, belki de o kuş ölmemiştir Zeynep Abla... Senin gibi mücadeleci ruhludur, kediyi görünce toplamıştır tüm gücünü ve özgürlüğüne doğru yol almıştır...”