Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında “Medyada Sahiplik Haritaları” başlıklı online söyleşi düzenlendi. Moderatörlüğünü gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu’nun üstlendiği söyleşinin konuğu, M4D Projesi Ulusal Komite üyesi, gazeteci Sedat Bozkurt oldu. Etkinlikte, 1980’li yıllardan bugüne uzanan medyada sahiplik ilişkileri konuşuldu
SULTAN YAVUZ/ANKARA Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya / Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında düzenlenen “Medyada Sahiplik Haritaları” başlıklı söyleşinin konuğu M4D Projesi Ulusal Komite üyesi, gazeteci Sedat Bozkurt oldu. Moderatörlüğünü gazeteci Yıldız Yazıcıoğlu’nun yürüttüğü söyleşide, 1980’li yıllardan bugüne medya sahipliğinin değişimi konuşuldu. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan M4D Proje Koordinatörü Yusuf Kanlı, medya sahiplik haritaları konusunun daralan demokrasi atmosferi içinde konuşulması zor bir mesele olduğuna dikkat çekti. Kanlı, “Daily News’in Hürriyet ailesine katıldığı dönemde bir yazımda, ‘Medya Moğolu Aydın Doğan’ diye bir ifade kullanmıştım ve ertesi gün gazete sahipleri beni arayarak, ‘Gazetenin sahibi şimdi Aydın Doğan, bu laf denir mi?’ dediler. Evet, denir. Şimdi, o günleri de arıyoruz çünkü medya sahipliği artık Moğolların da elinde değil gibi görünüyor. Medya sahipliği önemli bir konudur çünkü basın özgürlüğünü doğrudan etkiler” dedi. Gazeteci Sedat Bozkurt, eskiye oranla günümüzde çok daha ağır bir tekelleşme olduğunu söyleyerek, “Bizzat devletin direksiyonda olduğu kurumsal bir yapıdan söz ediyoruz artık” dedi. Bazı kişilerin, kendi sermayelerini oluşturarak medyaya hâkim olduklarını, bazılarının da devletin kurumlarını aparatlaştırarak kontrol edildiğine dikkat çeken Bozkurt, haber olarak neyin yayınlanacağına karar veren tek odak olduğunu belirterek, “Eskiden gazetelerin nereden dağıtılacağı üzerine bir tekel vardı. O nedenle gazete sahipleri ortak bir dağıtım şirketi kurarak, herkesin gazetesini eşit koşullarda dağıtmaya başlamıştı. Gazete bayiliği primle sahip olunan kıymetli bir şeydi ve onların dışında kimse satamadığı için eleştirilirdi. Oysa bugün tek bir grubun elinde olan bir dağıtım şirketi var, siz ona yayın organınızı götürdüğünüzde sunduğu maliyet çok yüksek. Bu nedenle dağıttıramıyorsunuz, onların bayilerinde, onların dağıtmadığı bir basın organını da satamıyorsunuz. Öte yandan da bizzat iktidarın kontrolünde yayın organları var, medyada devlet tekeli söz konusu” diye komuştu. “1980’ler aynı zamanda İslamcı medyanın da ortaya çıktığı zamanlardır” Bir kurumun gazetecilik yapıp yapmadığını belirleyen en önemli etkenin, arkasındaki sermaye olduğunu vurgulayan Bozkurt, “Bunun somut örneği, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı da olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albatrak’ın istifasının haber olarak verilmemesidir. Bu haberi vermiyorsanız, sizin yaptığınız iş gazetecilik olmuyor” dedi. 1980 darbesi öncesinde, gazetelerin politik bir kimliği olduğunu ancak habercilik yaptıklarını ifade eden Bozkurt, insanların da gazetelerde yer alan haberlere itibar ettiklerinin altını çizdi. 1980 darbesinin basını da darmadağın ettiğini söyleyen Bozkurt, bu süreç içinde ANAP hükümetinin ideolojik bir yayın inşa etmeye çalıştığını ve “İki buçuk gazete” tabirinin kullanıldığını belirtti. Bozkurt şöyle konuştu: “Kastedilen, TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda Milliyet, Hürriyet ve muhalif olarak da Cumhuriyet gazeteleriydi. İktidar o zaman amacını gerçekleştirebilmek için de, gazetelerin kâğıtlarını da üreten SEKA’yı kapattı ve ithalata yönlendirdi. Böyle olunca kâğıt maliyeti arttı, mürekkep de pahalanınca gazetecilik pahalı bir iş olmaya başladı ve gazeteci kökenli patronlar maliyetleri karşılayamaz oldular. Bunun üzerine sermaye değişmeye başladı; Aydın Doğan, Asil Nadir, Mehmet Ali Yılmaz gibi isimlerle 1990’lara geldik. 1980’ler aynı zamanda İslamcı medyanın da ortaya çıktığı zamanlardır ve daha önce ‘günah’ diye evlerine radyo, televizyon sokulmazken bir baktık ki hepsi gazete sahibi olmaya başladılar. Zaman gazetesi bunun en büyük göstergesidir. 1980’lerin ortalarında kendi yayınlarını oluşturdular ve Zaman gazetesi de daha sonra cemaatin yayın organı olarak devam etti. 1990’lı yıllar Bozkurt, 1990’lı yıllarda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile özel televizyonların önünün açıldığını ancak amacının basın özgürlüğü kaygısından ziyade, siyasi güce yönelik olduğunu ifade etti. Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz medyasının bu yıllarda görüldüğünü ve terörle mücadele kapsamında sosyalist ve Kürt basının da baskı altında olduğunu dile getiren Bozkurt, gayrı meşru cinayetlerin de sıkça görüldüğü bu süreçle, 28 Şubat’a kadar gelindiğini kaydetti. Bozkurt ayrıca, Susurluk gibi bir konunun bugün olsa, yayınlanmasına ihtimal verilmeyeceğini, ancak o yıllarda tüm gazetelerin kamu yararı düşüncesiyle ayrıntılı olarak olayı haberlerine taşıdıklarını belirtti. 28 Şubat sürecinde de basının sıkıntılı olduğunu ve medya açısından bir kırılma yaratarak, medya patronlarının durumdan en az hasarla çıkmak için emekli paşaları şirket yöneticisi yaptıklarını söyleyen Bozkurt, siyasal iktidara ulaşma aracı olarak televizyonun kullanıldığı kaydetti. Bozkurt şöyle konuştu: “Devletle işi olan kanal sahipleri, bunları siyasilere ulaşmak için kullandı. 1990’lardan 2000’lere gelindiğinde farklı bir tablo çıktı; bir devlet tekeli oluştu. Yerleşik medya düzeninde siyasal iktidarla işbirliği yapmak bir refleks, kim iktidar olursa olsun kendi isteklerini yaptırabilmek için hareket ederler, bir süre de öyle gitti ama Erdoğan sadece yandaş bir medya ile yetinmeyecekti. Star TV’nin sahibi Cem Uzan, Erdoğan’a muhalifti ve kanalını da doğrudan bunun için kullandı. Bu hamleden sonra hükümet de bir açığını kolladı ve bankalar üzerinden buna ulaştı da. El koyulan gazete TMSF’ye sonra da hükümete yakın bir isme verildi. Aslında işaret fişeği verilmişti ama biz bunu göremedik.” “Medyanın, devletin tekelinde olduğunu söylemek zor değil” 2000’li yıllardaki mülkiyet yapısındaki değişikliklerde ise, bir kısım medyanın otomatikman TMSF’ye geçtiğini kaydeden Bozkurt, Sabah ve ATV’de yaşananların, Demirören’de de olduğunu ifade etti. “Bunların finansmanını kamu bankaları karşıladı” diyen Bozkurt, kamu bankalarının Cumhurbaşkanlığı kontrolünde olduğunu ve bu nedenle bizzat devlet eliyle kamulaştırıldığını söyledi. Bozkurt, “Sabah, ATV kendi okuyucusunun finanse etmesiyle değil, kamu ihaleleriyle temin ediliyor. Demirören’de de aynı… En son Milli Piyango özelleşti ve oradaki yüzde 18’lik vergi kaldırıldı, yüzde 18 kâr artışı sağlandı. Devletin dışında mülkiyetinin olduğunu söylemek zor. Bu cenderenin içinde olunca medyanın devletin tekelinde olduğunu söylemek zor değil” dedi. Hükümetin yanında yer almayan Sözcü, Cumhuriyet gibi gazetelerin ve Halk TV, KRT gibi kanalların da operasyona maruz kaldığını söyleyen Bozkurt, “İkinci bir operasyon açılır diye gazetecilik yapılırken daha kontrollü davranılıyor ve bu baskı altında gazetecilik açısından denge bozuluyor. Haberciliği aşan yorumlara rastlıyoruz. Basın İlan Kurumu da aparat olarak kullanılan, iktidara bağlı olan kurumları ödüllendiren, iktidardan yana olmayanları ise cezalandıran bir kuruma dönüştü. Kamudan alınan ihalelerle kamu kaynaklarına finanse edilen bir medya yapısından söz ediyoruz. Mevcut hükümetin mülkiyetinde ya da denetiminde olan gazetelerin tamamı, kamu kurumları tarafından tüketiliyor. 100 bine yakın tiraj, bayilerde çok yok ama belediyeler dâhil kamu kurumlarına ikişer üçer bin alınıyor. Sadece patrona ihale değil, gazeteyi satın almayı da kamu finansa ediyor.” Bozkurt, tüm olumsuz koşullara rağmen gazeteciliğin her zaman kendisine bir yol bulduğunu ve teknolojik gelişmeyle birlikte online bağımsız yayınların arttığını belirtti. Bozkurt, “Rakamsal olarak az olmalarına rağmen, iktidarın bu durumdan yakınması, işleyen filizlenmiş bir gazetecilik faaliyeti var demektir” dedi.