Bir zamanlar halkın en çok ihtiyaç duyduğu mesleklerdi onlar ancak şimdi adeta zamana karşı direniyorlar. Kalaycılık, sedefkârcılık ve süpürgecilik gibi el hüneri isteyen bu meslekler, son temsilcileriyle ayakta kalmaya çalışırken popülerliğini yitirme ve yok olma riski ile karşı karşıyalar

Dilek Atlı / BURSA - Zamanın getirdiği yenilikler, gelişen endüstri ve kültürel yapı, maalesef zamanla bazı mesleklerin kaybolmasına yol açıyor. Anadolu’da yüzlerce yıl en gözde meslekler arasında yer alan bazı meslekler, kaybolup gitmeye yüz tutuyor. Tarihi kent Bursa’nın bir zamanlar adından söz ettiren ve el becerisi isteyen bazı meslekleri de, 21. yüzyıla yenik düşmemek için zorlu koşullara direnerek ayakta kalmaya çalışıyor. Meslek erbaplarının çabasıyla zamana direnen kalaycılık, sedefkârcılık ve süpürgecilik, yaşayan son temsilcileriyle adeta zamana meydan okuyor. Yıllardır Bursa’nın tarihi mekânlarındaki dükkânlarında meslekleri yok olmaya yüz tutan meslek erbapları, farklı ağızlardan “Bu meslekler, bizimle birlikte ölecek” ortak endişesi taşıyor. Kalaycılığın çalışma koşulları zor ve sağlıksız Kadim Anadolu kültürünün bir parçası olan kalaycılık, yok olmaya yüz tutmuş mesleklerden biri. Kalaycılık, yemeklerini kalaylı kap ve kazanlarda pişiren zamane insanları için oldukça rağbet görürken şimdilerde önemini yitirmiş bir meslek olarak pek ilgi görmüyor. Bir zamanlar seyyar kalaycıların dolaştığı sokaklardaki mütevazı evlerin yerini alan ve gökyüzüne doğru uzanan devasa apartman dairelerinde artık çelik tencereler, teflon tavalar, cam, seramik ve plastik eşyalar kullanılıyor. Bursa’da tam 70 yıldır kalaycılık yapan Halil Erişen, ilerleyen yaşına rağmen mesleğini inat ve azimle sürdürüyor. Halil Usta, Bursa’nın Altıparmak Caddesi üzerindeki 70 yıldır açık olan kalaycı dükkânında artık eski Bursa evlerinin mutfaklarından taşan bakırdan tencereleri, sürahi, cezve ve bardakları olmasa da restoranların kalaylatmak için getirdiği sahanlara ve büyük tepsilere kalay yapıyor. 7 yaşında başladığı mesleğini, 80’ine merdiven dayadığı halde sürdüren Halil Usta, Bursa’da kalaycılığın bittiğini, kendinin de bu meslekten para kazanan son kişi olduğuna değinip sözlerini şöyle tamamlıyor: “Oğullarım Demiray, Yılmaz ve Haluk Erişen artık yaşlandığım için bana yardım ediyorlar. Mesleğimi oğullarıma da öğrettim elbette. Fakat, kalaycılık eskisi kadar rağbet görmediği için geçim sıkıntısı yaratıyor. Üstelik çalışma koşulları da zor ve sağlıksız. Yine de memnunuz. Bursa’nın son kalaycısıyız. Dilerim oğullarım benden sonra da bu mesleği yaşatmaya devam ederler.” “Sedefkârlık, maliyetli, işçiliği zahmetli bir el hüneridir” “Saray mesleği” olarak da bilinen sedefkârlık, nâmıdiğer sedef kakma sanatı, Bursa denilince ilk akla gelen kadim mesleklerden biri. Kaybolmaya yüz tutan meslekler arasında bulunan sedefkârlığın yaşayan son temsilcisi Mümin Orhan, Fidan Han’daki atölyesinde aşkla sedefe hayat vermeye devam ediyor. Türkiye’nin en genç ve az sayıda sedefkârlarından biri olma unvanını taşıyan Orhan, yurdun dört bir tarafına sedef işçiliğinin en nadide örneklerini hazırlayıp gönderiyor. İşini özveri ve yoğun bir çabayla mesleğini sürdüren Orhan da kendinden sonra mesleğinin yok olmasından endişe ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı hizmet veren 33 yaşındaki sedefkâr Orhan, geleneksel Türk sanatlarından biri olan sedef işini yaklaşık 18 yıl önce yapmaya başlamış. Mesleğini çok sevdiğini vurgulayan sedefkâr Orhan, mesleğinin inceliğini şu ifadelerle anlatıyor: “Sedef, okyanusta bulunan incinin kabuğudur ve çok değerli bir doğal malzemedir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde aynı dönemde sadece İstanbul’da 100 adet sedef işi dükkânı olduğunu belirtmiş. Sedefkârlık, Yavuz Sultan Selim döneminde topraklarımıza taşınmış. Sedef işinde, sedefe diğer doğal malzemelerde eşlik eder. Bunlar ağaç, kemik, fildişi, kaplumbağa kabuğu gibi malzemeler… Sedef işiyle klasik Türk desenleri bir araya getirilerek kutu, takı, takunya, tarak gibi eşyalar yapılıyor. Sedefkârlık, tüm bunlarla birlikte maliyetli, işçiliği zahmetli bir el hünerdir. Dolayısıyla, sedefi hayatımızda pek göremiyoruz. Bu da sedefkârlık gibi kadim bir mesleği, yok olmaya yüz tutmuş meslekler arasına sokuyor.” “Bir tek ben ve ailem mesleği yaşatıyoruz” Yakın geçmişin simge eşyalarından biridir süpürgeler. Kapı arkalarında, bahçelerde, sokaklarda ve özellikle 1970’lı yılların Türk filmlerinde sıkça karşımıza çıkan süpürgeler, teknolojinin gelişimiyle birlikte elektronik dünyasına yenik düştü. Artık pek kimse klasik süpürge kullanmıyor. Dolayısıyla bir dönemin Bursa evlerinin demirbaşı olan süpürgeler teknoloji çağında kendine yer bulamıyor. Bursa’nın en işlek caddelerinden biri olan Cumhuriyet Caddesi’ndeki iki metrekarelik dükkânında zamana inat elleriyle yaptığı süpürgeleri satan Yüksel Başak, süpürgeciliğin aile mesleği olduğunu bildiriyor. Süpürgeci dükkânında 60 yıldır bu işi yapmanın kendilerini gururlandırdığını kaydeden Başak, şunları söylüyor: “Teknolojiye rağmen klasik süpürgenin yeri farklı. Eski Bursalılar bu süpürgeden vazgeçmezler. Klasik süpürge ayrıca çok da sağlıklıdır. Toz ve toprağı iyi temizler, üzerinde hiçbir haşere barındırmaz. Dolayısıyla eskilerin tercihidir. Zamanla ne olur bilemem ama şimdilik mesleğim beni geçindiriyor.” Süpürge yapımının sanıldığı kadar basit bir işlem olmadığını, emek istediğinin altını çizen Başak, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Köylü süpürge otunu ektikten sonra buğday gibi büyür ve başağa dönüşür. Böylece süpürgenin telleri meydana gelir. Rengi yeşil olur. Sap halindeki bu otu toplar, ayıklarız. Kükürte basar, sarartırız. Havalandırır ve ihtiyaca göre farklı boylarda olmak üzere naylon ip ve iğne ile dikeriz. İlçelerde de süpürgeciler vardır ama Bursa’da bir tek ben ve ailem bu mesleği yaşatıyoruz. Zamana elimizden geldiği kadar meydan okuyoruz.” Başak da, “Mesleğimiz günden güne unutulmaya yüz tutsa da Türk ailelerinin bir kısmı klasik süpürgelerden vazgeçemiyor. Diğer yandan, 10 yıl sonra bu mesleğin ilgi göreceğinden de, insanların klasik süpürge satın alacağından da şüphem var” diye geleceğe ilişkin umutsuzluğunu dile getiriyor.
Editör: TE Bilisim