100 ve 200 liralık banknotların üstündeki Atatürk gravürü O’na ait

Grafik tasarımcı, karikatürist, gravür ve illüstrasyon sanatçısı Mustafa Çakırcalı, herkesin cüzdanında taşıdığı 100 ve 200 liralık banknotlarda yer alan Atatürk gravürünün çizeri.. Çizime ve profesyonel anlamda mesleğe küçük yaşlarda başlayan Çakırcalı, 1980 kuşağı çocuklarının okuduğu Beşir Göğüş Türkçe kitaplarını resimleyen, okumayı öğreten “Tonton Ali” kitaplarını yaratan, aynı zamanda Keloğlan’ı büyümüş olarak ilk kez çocuklarla buluşturan sanatçı. Çakırcalı’nın farklı zamanlara ait çizimlerinin yer aldığı Ankara Karikatür Atölyesi’ndeki sergide sohbet etme imkânı bulduğumuz sanatçıyla kendisine dair merak ettiklerimizi konuştuk. Çakırcalı, 24 Saat Gazetesi için anlattı.
RÖPORTAJ / SULTAN YAVUZ - Mustafa Çakırcalı, çok küçük yaşlarda başlayan çizim hayatında hepimizin gülümseyerek hatırladığı pek çok çalışmanın kahramanı... Özellikle 1980 kuşağı çocukları için bambaşka anlamlar taşıyan “Tonton Ali” serisi ya da Beşir Göğüş Türkçe kitapları onun ellerinden çıktı. “Türk Masalları” ve “Keloğlan Masalları”nı da resimleyen Çakırcalı, Türkiye’de Keloğlan’ı ilk defa genç bir erkek olarak çizdi. “Türk Masalları”ndaki çizgileri ile çocuk kitabı yarışmalarında “UNİCEF” ve “Bratislava” da ödül alan Çakırcalı’nın eserleri, dünyanın pek çok yerinde sergilendi. 1979 yılında girdiği Merkez Bankası Banknot Matbaası’ndan emekli olan Çakırcalı, son üç serinin ön ve arka yüzü gravür çalışmalarını yaptı. Şu anda kullandığımız 100’lük ve 200’lük banknotların üzerinde yer alan Atatürk gravürleri ona ait... 1957 yılında Adana’da doğan Çakırcalı, çocukluğundan beri defterinin kenarlarına çizim yapmaktadır ama yeteneğinin farkında değildir. İlkokul üçüncü sınıftayken, hayatını değiştirecek olan eylem, “Deli Nejla” lakaplı öğretmeni sayesinde gerçekleşecektir. O tarihlerde İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden gelen bir öğrenci resim kursu verecektir. Kalabalık bir aileye mensup olan Çakırcalı, bu kursa maddi yetersizlik yüzünden gidemeyecektir. Ancak 15 Tatil’de karne dağıtan öğretmeni, Çakırcalı’nın sınıfta kalmasını isteyerek, tüm öğrenciler çıktıktan sonra masanın altından çıkardığı bir poşeti Çakırcalı’ya uzatacaktır. Çakırcalı poşetin içindeki resim defteri ve boyaları görünce çok şaşırır ve öğretmeni ona, ‘Bu sınıfta o kursa gitmeyi hak eden tek öğrencisin, ben kursu ayarladım, Pazartesi başlayacaksın’ der. Kursa önce çekinerek giden Çakırcalı, resim yapmanın bir yetenek de istediğini burada fark edecektir ve bundan sonra daha fazla resim yapacak, bilgisini artıracaktır. Ortaokulda, yarı zamanlı okulundan hareketle profesyonel iş yaşımına katılan Çakırcalı, önce bir ambalaj şirketine girer. Daha sonra büyük bir reklam ajansına başlayan Çakırcalı, ürün tanıtmak için karikatür çizecektir. Burada Alinur Uğur Pakkan’dan pek çok deneyim öğrenen Çakırcalı, yaşadığı ilginç bir olayı paylaşıyor: “Patronum, çizdiğim resimlerin beyazperdede nasıl gözüktüğüne bakmam ve kendimi geliştirmem için beni sinemaya yolladı. İçeri girerken, ‘Ben Çakırcalı’yım, filmleri seyretmeye geldim’ deyince, teşrifatçı, ‘Hadi canım, kaçak mı girmeye çalışıyorsun?’ diyerek beni almadı ve ben de öbür kapıya giderek, ‘Beni Çakırcalı yolladı’ deyince, içeri girebildim. Beni tanıyan makinistlere durumu anlatınca epey güldüler ve beni tanıştırdılar. Bunun üzerine teşrifatçı kızarak, ‘Ya ben nereden bileyim? Ben Çakırcalı’yı kerli ferli bir adam zannediyordum, bu çocuk gelince almadım’ dedi. “Parayı kötü kullanan insanlar gördüğümde kızıyorum” Adana İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden 1979 yılında mezun olan Çakırcalı, eğitimi sırasında çeşitli reklam ajansları, matbaalar ve Hürriyet gazetesinde ressam, grafiker ve karikatürist olarak çalışır. Uzun süre Hürriyet gazetesinin bölgesel sayfalarını hazırlayan Çakırcalı, 1979 yılında Banknot Matbaası’nda gravür sanatçısı olmak için açılan sınavı birincilikle kazanarak göreve başlar. Avantajının, pratikten gelmesinden ve hızlı oluşundan kaynaklandığını belirten Çakırcalı, işe girdiği ilk yıl İsviçre’ye eğitim almak için yollanır ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nden Prof. Terento Cionnini’den bankot gravür eğitimini alır. Gravür tekniğinde uzun süren çalışma aşamalarını yeni teknoloji ile kısaltarak banknot kalıplarının ülkemizde yapılabilmesine katkıda bulunan Çakırcalı, E-7, E-8, ve E-9 serilerinin gravür çalışmalarını yapar. Banknot gravürün, normal gravürden farklı olduğunu kaydeden Çakırcalı şöyle anlatıyor: “Çok hızlı bir şekilde üretilmesi gereken, metalin üzerine açılan çukurların da çok muntazam olması beklenen bir çalışma. Üç boyut vardır; çizginin kalınlığı, derinliği ve rengi... Hepsini birleştirerek çalışırsınız. Kullanılan mürekkep, derinlikle birlikte suluboya gibi ton değiştirir. Aynı renk içinde en koyudan açığa kadar skala verebiliyorsunuz ve bu da taklit edilmemeyi sağlıyor. Ben Türkiye’ye döndüğümde, paramızın tasarımı ve kalıbı yurt dışında yapılıyordu. Ben bu işi yapan üçüncü kişi oldum, bir arkadaşımla beraber H6 1000 liralarının üerindeki gravürü yaptık ama kısa süreli kaldı. Daha sonraki çalışmamız E-7 100 TL de arkasında İstiklal Marşı’nın olduğu paramızdı. Biz, bankaya ‘Biz de bunu yapabiliriz’ diye çok çalıştık. Ben serilerin kalıplarını İsviçre’de yaptım ama oradaki şirket yapıyormuş gibi davrandık ve basılınca, bize inandılar. Yoksa inandıramazdık. Kalıpları bizim yaptığımız ortaya çıkınca, bankadaki üst düzey yöneticinin de desteğiyle teknik donanım hazırlandı. Artık paraların tasarımı ve kalıbı Türkiye’de yapılıyor. 2012 yılında emekli oldum ama gözüm arkada değil çünkü çok yetenekli iki kadın arkadaşım bu işi gayet güzel yürütüyor.” Parayı kötü kullanan insanları gördüğünde içinden kızdığını söyleyen Çakırcalı, “Biz bu kadar emek verdik, tonunu, tasarımını yapan insanlar var. Bir ekip işi var ortada ve siz özensizce kullanıyorsunuz” diyor. Mevcut serinin AB kalitesinde olduğunu ve artistlik olarak Uluslararası yarışmalarda iyi dereceler elde ettiğini belirten Çakırcalı, Merkez Bankası’nın, Banknot Matbaası’na bağlı olmasının ise sıkıntılı bir durum olduğuna işaret ediyor. Teknik sektörün ve hizmet sektörünün farklı alanlar olduğunu kaydeden Çakırcalı, buna rağmen iyi iş çıkarıldığını ifade ediyor. “Keloğlan’ı büyütmemiz gerektiğini söyledim” “Tonton Ali” serisinin, bir dönemin çocuklarına okumayı öğreten kahraman olduğunu söyleyen Çakırcalı, “Tonton Ali”ye ilişkin şöyle konuşuyor: “Seri, özellikle küçük boyutlardaydı ve Cin Ali’ye rakipti. Hatta onu tahtından indirmiş olabilir. Yıllarca çocuklar çöpten adamdan okumayı öğrendiler ama daha gerçekçi çizimler yapılınca, cazip hâle geldik. 300 bin yapılan, zor yetiştirilen baskı beş yıl içinde katlanarak arttı. Parasal açıdan mutlu olmadıysam da, unvan kazandıran bir çalışma olmuştur.” Çakırcalı, Keloğlan çizimi konusunda yarattığı farkı da şu cümlelerle anlatıyor: “Bir kitaba başlamadan önce hazırlık sürecim olur ve o dönemde hem konuyu hem de dönemi araştırırım. Nasıl kıyafetler giyiliyordu, çevre nasıldı gibi... Bulduğum dökümanları ve hayâl gücümü birleştirerek çizerim. Keloğlan’ı okuduğunuzda, 8-10 yaşlarında bir çocuk görürdünüz ama mesela o çocuk bir presese âşık olurdu. Yayıneviyle konuşarak, bu durumun ters olduğunu ve Keloğlan’ı büyütmemiz gerektiğini söyledim. İlk önce karşı çıktılar ama çizince çok sattı, inanılmaz bir etki yarattı. Genç bir delikanlı olan Keloğlan’ın hikâyelerdeki görsellikle uyuştuğunu görmek güzeldi. Fakat Keloğlan’a dair de tatsız diyebileceğim bir anım oldu. Nokta dergisinde ‘çocuk kitaplarındaki şiddete dikkat çeken’ bir yazı yayınlanmıştı. Çocuk kitaplarında neden ölüm ya da cinayet olduğu anlatılırken, benim çizdiğim bir görsel kullanılmıştı. Resimde, Keloğlan var ve arkasında da elinde balta olan bir cellat duruyor. Kanlı bir çizim değildi ama başka türlü çizmemin de mümkünatı yok. Bu duruma biraz içerledim ama yapacak bir şey yok.” Ödül alan çizimlerin akıbeti belli değil Yabancı çocuk kitaplarındaki görsellerin Türkiye’de yapılanlara kıyasla görsel zenginliğinin çok daha kaliteli olduğunu kaydeden Çakırcalı, “daha iyi nasıl çizilebilir”den hareketle anonim “Anadolu Hikayeleri”ni resimlemiş. Japonya’da bununla ödül alan Çakırcalı, üzücü bir durumu paylaşıyor: “Benim klasik çizgilerim Japonya’da ödül aldı ve Çekoslavakya’da da derece aldı, Amerika’ya kadar gitti ama bizim elçiliğimize tekrar gelmedi. Bizimkiler resimleri almadıkları için kayboldular ne yazık ki... Telefon görüşmeleri yaptık, elçiliğimizin resimleri almadığı ortaya çıktı. O resimlere ne olduğunu bilmiyorum ama insan yurt dışına göndermeye korkuyor artık...” Çizim sektörünün çok iyiye gitmediğini vurgulayan Çakırcalı, ülkemizdeki durumu yurt dışından bir örnekle karşılaştırarak şöyle anlatıyor: “Mesela Fransa’da bir çocuk kitabı yazdığınızda, kitabın masrafının çok üstünde bir meblağ, milli kütüphane tarafından ödenerek alınır. Bizde ise eseri bedava verme zorunluluğu var. Fransa’da yayıncılığın bu kadar ileri gitme nedenlerinden biri de bu; size ilk masrafları çıkaracak para devlet tarafından sübvanse ediliyor. Güzel işler çıkıyor ve üreticiler hayatta kalacak kadar kazanabiliyorlar. Bizde çizim işi daha çok hobi gibi çünkü maddi getirisi olmayınca başka işlere dalıyorsunuz. Ben gravüre başladıktan sonra, çocuk kitaplarıyla uğraşarak rahatlıyordum, hoşuma gidiyordu. Sekiz yıl bu alanda çalıştım ama daha sonra yayıneviyle anlaşamayınca bıraktım, ki onlar da zaten battılar. Çocuk kitaplarından yayınevleri de çok para kazanamaz, o dönem çocuk kitabı satabilmek için ders kitaplarıyla birlikte satmak zorundaydı. Şimdi ders kitapları da devlet tarafından karşılanmaya başlayınca, yayınevi çöktü. Sadece çocuk kitabıyla ayakta duracak bir yayınevi yoktur, sistem bu. Emekli olduktan sonra geçmişte yapamadıklarını yapmaya çalıştığını kaydeden Mustafa Çakırcalı, hem geçmişte yaptıklarını toparlamaya çalıştığını hem de çocukluk hayâli olan animasyon dalına el atmayı düşündüğünü belirtiyor. Çakırcalı, “En yakın projem hareketli resme geçmek, küçük animasyonlar yapmaya çalışıyorum. Hayâlim bu” diyor.