Mehmet Necati GÜNGÖR Cemevleri ibadethane statüsüne alınsın mı, alınmasın mı? Yeni tartışma konumuz bu. Gelin, bu işi akıl süzgecinden geçirelim. Kişi, istediği dine, inanca serbestçe bağlanabilir. Bunun hesabı, yalnızca Allah’a verilir. Her vakit namazda okuduğumuz Fatiha Suresi’nde Yüce Yaratıcı “Din gününün sahibi benim” diyor. “Malikiyevmiddin!” O zaman, size ne, bize ne! Kişi inancını kendisi tayin etmişse, başkalarına ne? Bizim Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti şöyle tarif edilir: “Demokratik, laik, bir hukuk devletidir!” Laiklikte devlet vatandaşına herhangi bir dini ve inancı dayatamaz. Aleviler, “bizim ibadethanemiz Cemevlerimizdir” diyorlarsa iş bitmiştir. “Müslümansanız hadi camiye!” diyemezsiniz onlara. Onlar da diyorlar ki, bizim inancımız İslâmın bir şubesidir. Bazı sünniler ise Aleviler için “beşinci mezhep” tanımını kullanıyorlar. Hadi soralım: Peygamberimizin mezhebi var mıydı? O halde, sünni de bizim, alevi de. Hanbeli de bizim, Maliki de… Hanefi de bizim, Şafii de. Bölünmek, parçalanmak için bu gayret niye? Bu karşıtlık, bu düşmanlık niye? Hıristiyan tebaamızın kiliseleri ibadethane kabul edilip onarılırken, alevilerin cemevleri talebine neden kayıtsız kalınır? Bırakın, ibadetlerini istedikleri yerde, ortamda, istedikleri şekilde yapsınlar! Kendilerini İslâm içinde gören, semahlarını bu anlayışla vecd içinde yaptıklarına inanan bu yurttaşlarımıza yapılanın haklılık payı var mıdır? Bunları bir sünni olarak yazıyorum. İnançlara saygı, uygar insanlara yakışan bir davranıştır. “Din gününün sahibi”nin alanına müdahale etmek kimin haddine? Yargılama hakkı yalnızca O’na aittir. İnançlarımızı da, günahlarımızı da sadece O yargılar. Hepimiz, kulları olarak O’nun yargısına tabiyiz. Bırakın, herkes istediği gibi inansın, istediği gibi ibadet etsin.