Utku ŞENSOY  Onlar, 18 yaş altında zorla iş hayatına atılıp çalıştırılanlar, onlar çocukluklarını yaşayamadan büyümek zorunda kalan işçiler, modern çağımızın köleleri. Onlar insanlığın utanması gerekirken hepimizin görmezden geldiği toplumların yaraları.Okul çağında eğitimini alması, oynaması, eğlenmesi, spor yapması gerekirken, dünya genelinde 150 milyondan fazla çocuk çalıştırılıyor. Çocuk işçiliği resmi olarak neredeyse tüm dünyada yasak ancak bu insan hakları ihlaline maruz kalan milyonlarca çocuk bulunuyor. Çocukluklarını, gençliklerini yaşayamadan iş hayatına atılıp, zorla çalıştırıldıkları için fiziksel ve ruhsal olarak çöküntü içinde, yaralılar ve yaşadıkları topluma da sevgisizlik, uyumsuzluk gibi sorunlarıyla zarar verebiliyorlar. 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü. Uluslararası Çalışma Örgütü,ILO verilerine göre, Afrika’da her 5 çocuktan biri çalışıyor.18 yaş altında çalışan çocuklara “çocukluğu çalınan”deniliyor.Yasa dışı çocuk emeği özellikle 12 yaş altı çocuklarda çok yaygın. Coğrafi olarak bakıldığında ise, Afrika kıtası başı çekiyor. İnsanlığın bir lekesi olan çocuk emeği sömürüsü,sadece yerel ölçekteki üretimde kalmayıp, tekstilden tütüne, kakaoya kadar küresel büyüklükteki ticari ürünlerinin üretiminde deyapılıyor. Meksika, Nikaragua, Kolombiya, Tanzanya, Kenya, Dominik Cumhuriyeti, Honduras, Panama, Uganda, El Salvador, Gine ve Fildişi Sahili›nde çocuklar kahve çekirdeklerinin toplanması işinde çalıştırılıyor. ILO, çocuk işçiliği ile mücadelenin tek yolunun, gelir kaynaklarına ihtiyaç duydukları için çocuklarını potansiyel işgücü olarak gören ailelere sosyal yardım sağlanması olduğu görüşünde. Örgüt ancak bu şekilde bu çocukların çalıştırılmak zorunda bırakılmayıp okula gönderilebileceğini düşünüyor. Türkiye’de durum nasıl? Ne yazık ki ülkemizin de bu konuda karnesi kırık. Özellikle son dönemde Suriyeli çocuk işçiler kaçak çalıştırılmaya başlandı. Geçim sıkıntısı çeken Suriyeli mülteci aileler çocuklarını okula göndermek yerine çalıştırmayı tercih ediyor. İçişleriBakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2017 yılı sonu itibariyle Türkiye'de geçici koruma statüsüne sahip 3 milyon 424 bin Suriyeli bulunuyor. Bunların 1 milyon 623 bini ise çocuk ve her geçen gün bunlara yenileri ekleniyor. Yani Türkiye›de bir anlamda Suriyeli “kayıp nesil” çocukları yetişiyor. Sorun tahminlerin de ötesinde çok ciddi. Suriyeli mültecilerin üçte biri çocuk ve onlar çocukluğunu yaşayamıyor.Aralarında İstanbul’da tekstil sektöründe, terzilerde 12 saat çalıştırılanlar bile var. Oysa ülkemizde çocukları çalıştırmak yasal değil ve işveren de bunun bilincinde. İş sağlayanlar ise, ailelerinin kira vb giderlerine katkıları olan bu çocuklar çalışmadığı takdirde açlık ve geçim sıkıntısı yaşayacakları kaygısıyla iş verdiklerini, savunuyorlar. Tabloyu daha da vahim kılan ise, Türkiye›deki 10 Suriyeli çocuktan 4›ünün okula gidemiyor olması. Eğitim çağındaki bu Suriyeli çocukların okullaşmasının önündeki engellerin başında “çocuk işçiliği ve çocuk yaşta yapılan evlilikler” geliyor. Hükumetin eğitim politikaları çerçevesinde, bu çocukların mağdur olmamaları için çeşitli faaliyetler ve aktivitelere katılmaları sağlanıyor. Gerek Milli Eğitim gerekse Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) raporları, son dönemde bu konuda önemli adımlar atılmaya başlandığı yönünde. Kendi kültürleri uyarınca çocuk yaşta ailelerine bakmak para kazanmak arzusunda olan Suriyeli erkek çocukların okula gönderilmesi konusunda herhangi bir baskı yapmak mümkün olamıyor. Bazı kız çocuklarise, geçici eğitim merkezlerinden örgün öğretime, resmi okullara kaydırılmaya başlandı. Ancak bu da bir başka sorunu beraberinde getiriyor; Türk ailelerin çocuklarının farklı bir kültürden gelen bu çocuklarla bir arada yaşama zorunluluğu. Örf, adet, yetişme tarzı ve kültürleri çok farklı olan bu çocukların bizim evlatlarımızla tek ortak paydaları aynı dinden olmaları. Peki bu yeterli mi? Burada sorulması gereken, kaçımız evladını henüz ülkemize tam olarak entegre olamamış Suriyeli çocuklarla aynı sınıfta okutmak ister? Kısaca, Suriye’de baskıcı Esad rejimine karşı uyguladığımız politikalar sonucu kapılarımızı ardına kadar açıp zorunlu misafir ettiğimiz 3 buçuk milyon Suriyeliden söz ederken,konuya salt ekonomik boyutlarıyla bakmayıp, harcamalardan ve bütçemize verdiği 35-40 milyar dolarlık ek külfetin ötesinde daha derin yaralar bırakacağını göz ardı etmememiz lazım.