Kafalar karışık. O kadar karışık ki, Kıbrıs’tan sorumlu Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş bile açıkça olan biteni anlayamadığını söyledi. Mali protokol ile su meselesi nasıl bir birine girer? Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) içindeki liderlik kavgası Türkiye ile ilişkilerde nasıl böyle büyük bir yara açar? Belediyelerin su üzerinden ve neredeyse bedavadan kazandıkları milyonları kaybetmemek için CTP’yi rehin almaları nasıl mümkün olur?

Var mı bu sorulara cevap? Ne diyor Türkeş? Babası efsanevi Alparslan Türkeş’ten dolayı hani kendisini de Kıbrıslı olarak görüyor ya, anladı mı dönen "Kıbrıslının oyununu"? Öyle "Karamanlının oyununa" benzemez, çok daha girifttir diyeceğim de, Kıbrıslılar da malum Karaman kökenliler, hatırlatırım...

Tuğrul Türkeş’in Milliyet gazetesinden sevgili Sefa Karahasan arkadaşımıza verdiği mülakat tam evlere şenlik bir konu. Anlayamamış mali protokol ile su meselesinin nasıl birbirine karıştırıldığını. Devlet kültürü olan birisinin anlamaması da anlaşılır esasında Türkeş’in şaşkınlığını. Şimdi, bir düşünün, bir ülkenin başbakanı, ekonomi bakanı, koalisyonun büyük ortağı partinin milletvekili olmayan başkanı, koalisyonun küçük ortağının başkanı zaten "Türkiye ne eylerse iyi eyler" havasında olduğundan ona sormaya tenezzül de göstermeden maliye bakanını yetkilendirip göndermişler. "Git kardeşim şu, şu şartlarda bir protokol yap gel, 13 maaşları, biriken tarımsal ürün ödentilerini, falan filan ödemeleri yapabilmek için şu protokolü imzala gel. Su dağıtımı konusunda pozisyonumuzu anlat, yap-işlet-devret modelini biraz esnet" demişler Ankara’ya göndermişler.

Bakan da gitmiş kendisine verilen çerçeve içerisinde bir anlaşma yapıp gelmiş. "Buyurun beyler, Ankara’nın bazı istemleri, bizim görüşlerimiz uzlaştırılarak, vardığımız uzlaşı metni bu... Bana verilen çerçevenin dışına da çıkmadım, görev tamam" demiş. Ne yapılması lazım? Bu bakan tebrik edilmeli, takdir edilmeli değil mi? Yok, öyle olmamış.

Niye öyle olmamış? Şimdi iki, hatta üç cephede birden savaşmak durumunda CTP bu günlerde. Birincisi Mehmet Ali Talat ile Başbakan Ömer Kalyoncu arasındaki "kim daha hakim" meselesi var. Doğaldır bu, yadsımamak gerekir. Talat parti başkanı oldu ama milletvekili olmadığı için Kalyoncu’da kaldı tokmak. Ne Kalyoncu "varsayalım başbakan" rolüne razı olabilir kendisine saygısı olan bir kişilik olarak, ne de Talat "Davul bende, tokmak varsın onda olsun" deyip ikinci planda kalabilir. Bu gerginlik gayet doğal ve anlaşılır bir durum.

Ama, ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü gerginlik odakları var ki CTP bunları nasıl aşacak hep birlikte öğreneceğiz, bu arada Kıbrıs Türkü de biraz acı çekecek. Meselenin kökeninde siyasi yarış, eski yenilen acı biberlerin bugün tırmalaması olsa da kökende basit yaşamsal bir neden var: Su gideri azalacak, belirsizleşecek belediyeler nasıl yaşayacak?

Şimdi Türkeş anlayamadı ya yetkilendirilen bir bakanın imzaladığı protokol nasıl olur da hükümet onayı, hatta gerekirse meclis onayıyla yürürlüğe sokulmaz da niye iktidarın büyük ortağının parti meclisinde ele alınır, görüşülür ve reddedilir? Ne zamandan beri iktidar partisinin parti meclisi, hele de bir koalisyon hükümetinde, bir başka ülkeyle imzalanan protokol konusunda karar verici pozisyonda olur? Oluyorsa eğer, o imzayı atan bakanın görevde kalmasının anlamı mı var? O bakanı görevlendiren başbakanın görevde kalması nasıl mümkün olabilir? Kendisine danışılmadan öyle bir protokol yapılan üstelik onayı konusunun bile kendisine bırakılmayıp iktidar ortağı partinin parti meclisinde ele alınıp reddedilmesi koalisyonun küçük ortağı partinin başkanınca nasıl görülmeli? Kendisine saygısı olan tabii ki "Yeter be kardeşim, ne bu rezalet? Koltuk için de belli bir yere kadar katlanırız, bitti bu iş!" dememeli mi?

Demez... İktidar olmak, nema dağıtmak ve o şekilde siyasette devam edebilmek destur olunca, koltuğa yapışmak lazım. Vatan, millet falan hikaye.

Peki bu konu niye CTP parti meclisine geldi öyleyse? O kadar me aciz ki Kalyoncu Talat’ın bilgisi dahilinde kendisinin yetkilendirdiği bakanının Türkiye ile yaptığı ve siyaseten çok önemli 13 maaş konusunu da çözecek protokolü niye parti meclisine getirip reddettirdi? İşte burada belediyeler meselesi ve diğer iki liderlik tartışması gündeme geliyor.

Kıbrıs’ta belediyelerin ciddi ekonomik ve mali sıkıntılar içerisinde olduğu herkesçe malum. Mevcut durumda belediyelerin üç ana gelir kaynakları var: 1- Çeşitli nedenlerle halktan toplanılan vergiler ve harçlar; 2- Kamu desteği; 3- Beşparmak, Güzelyurt ve Yeşilköy aküferlerinden ve neredeyse bedava olarak belediye sağlanan su kaynağının çok yüksek bir fiyata halka satarak sağlanan mali imkan. Vergiler ve harçlar bazı belediyeler açısından önemli bir miktar oluştursa da belediyelerin esas gelirlerinin kamu desteği ve su parası olduğunu dikkate almakta yarar var.

Eğer Türkiye’den gelen suyun dağıtımı yap-işlet-devret modeliyle bir özel şirketler konsorsiyumu veya belediyelerin kuracağı şirket ile özel şirketlerin konsorsiyumu veya TC-KKTC kamu katkısı ve çoğunluk hissesi özel bir konsorsiyum tarafından yapılacak olur ise su şimdiki gibi bedavaya yakın sağlanmayacağından belediyelere, belediyeler de mevcut fahiş fiyatlandırma politikasını aynen devam ettiremeyecekleri için iflas kaçınılmaz olabilecek... Sıkıntı bu.

Sıkıntı bu da mevcut aküferlerin ve tahmin edilen 18 milyon metreküp civarındaki su rezervinin en fazla 10 yıl dayanacağına göre, tedbir kaçınılmaz ve Türkiye’nin asma botu hattı sistemiyle sağladığı su yaşamsal önemde. Belediyeler bu konuyu bir şekilde hem iktidar ile hem de su sağlayıcı Türkiye ile çözmesi gerekmez mi? Siyasi tıkanıklık ve yetersizlik burada da kendisini gösteriyor. Her iktidara geldiğinde KKTC’yi başarıyla krize sokmayı büyük beceri haline getiren CTP yönetimi konuya ideolojik bakmayıp, müstemlekeleşmek takıntısıyla ele almayıp ve "hatta biz yapar gibi yapalım, koyarız bir Gönyeliliyi torpiller bu işi" demeseydi, konu herhalde çoktan çözülürdü.

Ama Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi partisinin eski liderinden "ihanete uğrayan" ve kendi adayları yerine Akıncı’nın desteklenmesini hazmedemeyen Özkan Yorgancıoğlu ve destekçilerinin varılan kriz ortamından yararlanmak istememeleri mümkün mü? Bilemiyorum... İnsanın doğası gereği yapılan kötülüğü unutması zor... Hele hele o sebeple "hiç de kötü gitmeyen hükümete rağmen" parti başkanlığından olması kolay hazmedilebilecek bir durum değil.

Ya peki Ferdi Sabit Soyer cephesinde durum farklı mı? Hem o dönemdeki mali protokolü uygulatmayacak hem de faturayı hükümete kesip korkunç bir seçim yenilgisi ve liderlik değişimi yaşatacaksın ve affedileceksin... Bu da insani nedenlerle unutulacak konu değil. Nitekim benim kulaklarıma gelen CTP içi gerginliğin daha beş ayı bulmayan liderliğine rağmen Talat’ı çok yıprattığı, CTP’de lider değişimi seslerinin tekrar duyulmaya başlanmış olduğu. CTP büyük partidir bu günleri de aşar ama ne kadar büyük zorluklar yaşar, bilemem.