Yıldız YAZICIOĞLU Türkiye’de Covid-19 virüsü salgınında 3 milyon 445 bini aşkın vaka sayısıyla nüfusumuzun en az yüzde 4’ü hastalıkla tanışmış iken Ocak ayında ilan edilmiş aşılama programına gazeteciler öncelikli grup olarak eklendi. Sağlık Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın basın kartı verdiği medya mensuplarına aşı yapılacağını ilan etmesi gazetecilik mesleğinde kanayan yaramız “Kim gazeteci?” tartışmasını alevlendirdi. Memlekette 32 binden fazla can kaybına yol açmış Covid-19 virüsü salgınında son birkaç gündür bu satırları kaleme alan bendeniz gibi pek çok gazeteci, kimisi çok yakın arkadaşlarına kimisi de birlikte çalıştığı kişilere mahcup şekilde aşı randevusunu aldı, aşısını olmaya gitti. Ne yazık ki hastalık ve hatta ölüm riski nedeniyle gazeteciler arasında “ayrımcılık” tepkisine yol açan öncelikli aşı uygulamasında, iktidar cephesi kimin gazeteci olduğuna dair “resmi belge olarak basın kartı” sahipliğini işaret ediyor. Bu noktada Türkiye’de medya emekçileri için meslek örgütlerimize yine yeniden hep birlikte mücadele çağrısında bulunmamız gerekiyor görünüyor. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin’in “Salgın döneminde hep alanda olan gazetecilere nihayet aşı yapılabilmesi önemli bir gelişmedir. Teşekkür ederiz. Ancak hayati bir konuda basın mensupları arasında ayrım yapmak, yakışıksız ve üzücüdür. Basın kartı verilmeyen, yenilenmeyen, başvuruları her nedense yıllardır ‘incelemede’ olan ve tabii internet medyasında görev yapan arkadaşlarımız da gazetecidirler, ayrım yapılmamalıdır” çağrısı önemli. Ancak Gazeteciler Cemiyeti gibi yüzlerce meslektaşı çatısı altında buluşturmuş ve en önemlisi de sahadaki basın mensubu üyeleriyle “gazetecilik meslek örgütü” sıfatına layık örgütlerimiz iktidarca dışlanmış durumda. Basın Kartı Komisyonu’nda Cemiyet, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası, DİSK Basın-İş Sendikası gibi örgütler yer almıyor. Bu nedenle sesleri iktidarca ısrarla duyulmayan onlarca gazeteci, hiçbir yasal/yazılı gerekçe gösterilmeksizin “inceleme sürüyor” ifadesiyle turkuaz renkli karta geçiş sürecinde bugüne değin hak sahibi olduğu halde basın kartına kavuşamıyor. Gazetecilik mesleğine yirmi yılı aşkın emek verdiği için “sürekli basın kartı” sahipliği hakkı olmasına rağmen meslek büyüğümüz Aydın Engin, Tuğrul Eryılmaz, Hasan Cemal gibi isimler de kartsız. Medya kuruluşlarında görev almalarıyla birlikte basın kartı almak üzere başvuranlar da, İletişim Başkanlığı’nın 14 Aralık 2018 tarihli yönetmeliği ve yanıtsız bırakmasıyla duvarlarını ördüğünü bekleme odasında. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, Ocak 2020’de doğrudan Cumhurbaşkanı’na sorunu iletmesi örneğiyle bekleme odasından kurtulması mümkün olan bir kısım Alman gazeteciler dışında Türkiye’yi izlemek üzere burada görev yapacak yabancı gazeteciler de kart alma sıkıntısı yaşıyor. Velhasıl kelam turkuaz renkli basın kartı şeklen pek renkli oluşuyla medyada çeşitliliğe kapı açacak izlenimi yaratacak olsa da bizim gerçekliğimizde, sarı basın kartı günlerimize kıyasla gazeteciliği tek sesliliğe mahkum ediyor. Şimdi gazetecilere öncelikli aşı uygulanması kararı alınmasıyla birlikte basın kartı sorunsalı “hayati mesele” olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Mesela basın kartı şartıyla AK Parti Hükümeti’nin yasaklar ile kontrol altına almaya çalıştığı ve bunun için son yıllarda peşi sıra yasal düzenlemeleri hayata geçirdiği internet mecrasındaki medya kuruluşlarında görevli gazeteciler, sahada haber takibinde olmalarına rağmen aşıdan mahrum bırakıldı. İktidar sosyal medya paylaşımları, platformları gibi internet mecrasında habercilik, haberci üzerinde Demokles’in kılıcını hazır tutmak için hamlelerini sürdürüyor. Buna karşın yıllardır TBMM’de “kadük” kalması bilinçli tercihe dönüşmüş şekilde internet mecrasındaki medya kuruluşlarıyla ilgili düzenleme yapılmıyor ve bu kuruluşlarda basın kanunu çerçevesince personel çalıştırılmasıyla ilgili mevzuat hayata geçirilmiyor. Oysa iktidar haberleri nedeniyle en ufak rahatsızlık duyduğunda erişim engelleme kararlarıyla unutmadığını açıkça gösterdiği internet mecrasındaki medya kuruluşlarındaki gazetecileri iş adliye koridorlarında süründürmeye gelince de anımsıyor. Ama iş o haberlerdeki emekçileri “gazeteci” olarak tanımaya gelince yıllardır TBMM’de kör-sağır-dilsiz gibi… İnternet mecrasındaki gazeteciler yanı sıra yerelde zaten Covid-19 salgını nedeniyle ekonomik sıkıntıları perçinleşmiş ya işsiz kalmış ya da sigortasız çalışmaya razı olmuş medya mensupları da aşı için beklemek zorunda. Yerel medya kuruluşlarında patronlar lehine çalıştırılması zorunlu 212 sayılı kanuna tabii personel sayısı azaltılmışken, gazetecilik mesleğinden kopmuş kaç kişi olduğunu tespit etmek de zor. Danıştay basın kartı sahipliğinde keyfiyete karşı umut verdi Elbette aşı uygulaması nedeniyle karamsarlık etkisini gösterse de son birkaç gün aynı zamanda umutları da yeşertti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş süreciyle İletişim Başkanlığı’nın basın kartı sahipliği hakkına müdahale etmesine yol açan söz konusu yönetmelik hakkında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu önemli bir karara imza attı. “Demokratik toplumlarda basın ve ifade özgürlüğü yaşamsal” mesajıyla Danıştay, basın kartı hakkına keyfi müdahale yapılamayacağına hükmetti. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD), İletişim Başkanlığı’nın yeni Basın Kartı Yönetmeliği’ne karşı açtığı davada, gazeteciler aleyhine tartışmalı maddeleriyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı alındı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yeni yönetmelikteki hükümler itibariyle ''milli güvenlik ya da kamu düzenine aykırılık veya bunları alışkanlık edinme”, “gazetecilik meslek onurunu zedeleyecek işler yapılması” gibi muğlak ve keyfi gerekçelerle İletişim Başkanlığı’nın basın kartlarını iptal edemeyeceğine karar verdi. Bu düzenlemelere ilişkin yürütme durduruldu. ÇGD, Danıştay’ın “iktidara makbul gazeteci incelemesi yapamazsın” uyarısında bulunarak, İletişim Başkanlığı’nın basın kartı vereceği kişilerde arayacağı şartlar ve temel ilkeler ile bu hakka keyfi bir şekilde müdahale edemeyeceğini ve etmemesi gerektiğini gerekçelendirdi. ÇGD Genel Başkanı Can Güleryüzlü de, Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi’nde düzenlenen toplantıda, “Bu yönetmelik gazetecileri belli bir kalıba sokma, adeta deli gömleği giydirerek zapt etme amacı taşıyordu. Yani İletişim Başkanlığı istediğine kart vermeyecek, istediğini ömür boyu kart başvurusu yapamayacak şekilde reddedecekti. Bu kabul edilemezdi. Açtığımız davada önce Danıştay 10. Dairesi, basın kartı için getirilen sigorta primlerinin basın iş yasasına göre yatırılması şartını kaldırdı. Dilekçemizde yürütmesinin durdurulmasını talep ettiğimiz diğer hükümlerin reddedilmesi üzerine, avukatımız aracılığıyla İdari Dava Daireleri Kurulu nezdinde itiraz yapıldı. Ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yani ülkenin en yüksek idari yargı mercii, kararında basın özgürlüğü tarifi yaptı, mevcut yasalar ve Anayasa uyarınca idareyi, hukuka uymaya çağırdı” bilgisini paylaştı. Bu arada Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, “Basın Kartı Yönetmenliğimizin bazı maddeleri Danıştay tarafından iptal edilmiş. Daha iyisini yapmak için derhal çalışmaya başladık. Görevde olduğumuz müddetçe ‘gazetecilik’ adı altında ‘terörizm propagandası’ yapanlarla mücadele edeceğiz. Terör seviciler boşuna sevinmesinler” açıklaması ise rahatsızlık yarattı. Altun, Danıştay’ın kararına rağmen basın kartı hakkına sahip olmasına rağmen İletişim Başkanlığı’nca kartı verilmeyen tüm gazetecileri zan altında bırakacak şekilde ilgili gazeteciler için “PKK veya FETÖ propagandası yapanlar” suçlamasında bulunması tepkilere yol açtı. ÇGD Genel Başkanı Güleryüzlü de, Altun’un Türkiye’deki gazetecilik mesleği ve ÇGD tarihine göz atması gerektiğini vurgulayarak, Altun’un “terör sevici” sözü ile Danıştay’ı da hedef almış olduğunu işaret etti. Danıştay’ın bundan sonrasında yönetmelikteki ilgili maddeleri iptal ederek, davayı gazetecilik mesleği lehine sonuçlandırmasını umut ediyorum. Meslek örgütlerimiz içinse “Kim gazeteci?” sorusuna yanıt verme iddiasını yine yeniden hep birlikte dile getirme zamanı…