Yusuf KANLI Bugün yaşanmakta olan politik sürecin sanki çok farklı veya benzeri daha önce yaşanmamış gibi tanımlamak mümkün olsa da doğru değildir. Her ne kadar bazıları daha önceki seçim dönemlerini ve yaşananları unutmak için yeterinden fazla nedenleri var ise de, “dün dündür” diyebilmek için ya Süleyman Demirel ya da onun çapında bir siyasetçi olması gerekir ki günümüz KKTC’sinde maalesef, kimse kusura bakmasın, o yetenekte kimse yok. Çok değil son birkaç cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakmak yeterli esasın da sorunu görmeye de, sorunların hangi nedenle ortaya çıktığı da. Öncelikle “Ya benimsin ya kara toprağın” anlayışı öyle sanıldığı gibi Anadolu’nun kültürel açıdan geri, aşiret töresi kurbanı kesimlerine özgü bir durum değil. 2005 seçiminin oluş şekli, rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın aday olmamaya karar vermesi önemli idi. Halktaki güçlü çözüm istenci ve o dönem Ankara’da ve dünyadaki sanki çözümün engeli Denktaş imiş genel algısı ve o siyaseten ortadan kaldırılınca şöyle hemen uzanıp çözüm alınabilecek olgun elma imiş gibi bir hava yok muydu? Nihayette “Mr No” gidince çözüm gelecekti. Dedik o zaman da. 24 Nisan 2004 Annan planı referandumu öncesinde de yazdık, konferanslarda vurguladık Rum kesiminin paylaşıma dayalı hiçbir çözüm modelini kabul etmeyecek diye. Tabii bizler Denktaş’ın “bağnaz adamları” idik, “faşist hedefler peşindeydik” ve hem Denktaş’ın hem bizlerin devri tamamlanmış, barış çağı başlamıştı. O idi algı. Ne oldu? Mehmet Ali Talat solcu idi. Yoldaşı Demetris Hristofyas ile kimyası iyi uyuşuyordu. Beş yıl daha önceki görüşme süreçlerinde konuşulanların üzerine federal bir tavan örülmeye çalışıldı. Nihayette, bırakın çözümü, “yakınlaştılar” diye BM genel sekreterinin açıklama yapması bile kabul edilemedi. Glafkos Klerides hükümetine “baston” iken Hristofyas 2004 referandumunda Talat’a ve Türk solcularına ihanet ederek “daha güçlü evet diyebilmek” için Annan planına “hayır” demişti ama, 2008’de liderlik koltuğuna oturduktan sonra bir türlü kısık sesle bile evet diyemedi. “Halkıma paylaşıma dayalı çözümü anlatamam” dedi Talat’a askeri üsteki patlamayla pespaye olmuş onurunu alıp Rum liderlik koltuğunu 2013’de bir başka oportüniste, Nikos Anastasiades’e terk ederken. 2004 referandumunda Rum yoldaşlarının çok yüksek sesle (%75) Kıbrıs Türkleriyle federasyon istemedikleri haykırışı çok ciddi hayal kırıklığı olmuştu, Hristofyas yalpalaması, ve nihayette Talat’ı kandırıp aldığı ödünler bir elinde, tüm süreci terk etmesi seçimi kaybetmesi kadar büyük bir hezimet idi Türk yoldaşları için. Niye? Bilmiyorlar mıydı? Bilmek mi istemiyorlardı? 2010 seçimi işte o ortamda yapıldı. Hezimet yeniydi. Sol cenah aklı başında kimseyi “Rumlar çözüm istiyor” masalına ikna edemezdi. İktidara gelen Cumhuriyetçi Türk Partisi önderliğindeki koalisyon da her açıdan başarısız icraatıyla halkın nefretini kazanınca, 2005’de tam bir hezimete uğrayan Ulusal Demokrasi Partisi ve diğer sağ partiler ciddi kazanımlar elde ettiler ve Dr. Derviş Eroğlu ilk turda Talat ve diğer adayları geride bırakıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna geldi. UBP mi kendini yeni şartlara, değişime, halkın taleplerine uydurmuştu? Hayır. Solun akut başarısızlığı üzerinde sörf etmişti UBP ve liderini bile siyaset dışına ittiği bir dönemden çıkıp, bir anlamda yok olmanın eşiğinden dönüp önce hükümete, sonra cumhurbaşkanlığına muazzam bir dönüş yapmıştı. 2010-2015 döneminde bir kez daha toplumun ve devletin ihtiyaçlarına cevap vermede ciddi sıkıntı yaşayan UBP, 2015 seçimlerine iç sıkıntılarla girdi. O günlerde söylemek mümkün olmasa da bugün geriye bakıldığında UBP önderliğindeki hükümetin önde gelenleri, parti meclisi üyeleri ve birçok “ağır top” UBP’linin gizliden ve açıktan kendi liderlerinden intikam almaya çalışması sayesinde sadece küsurat bir parti durumundaki Demokratik Toplum Partisi (TDP) lideri Mustafa Akıncı ikinci turda da olsa liderliğe tırmanıverdi. Lefkoşa belediyesi seçimlerinde denenen “solu böl, sağı dağıt kurtarıcı aday ol” formülü bu kez cumhurbaşkanlığı seçiminde çalışmıştı. 2020 seçimi Kıbrıs Türk halkı için yaşamsal önemde. 2015-2020 döneminde Akıncı ve yürüttüğü teslimiyetçi siyaset ile hem Kıbrıs sorunu çözülememiş, hem de hemen tüm alanlardaki kırmızı çizgiler birer birer katledilmiş, garantörlük dahil güvenlik alanındaki tüm hassasiyetler yerle bir edilmişti. Bu seçim o nedenle çok önemli. İkinci Akıncı dönemi veya benzer siyasetteki bir başka liderin cumhurbaşkanlığına gelmesi Kıbrıs Türk halkı açısından felaket sonuçlar doğurabilir. Halen dört aday var seçimde. Beşincisi, yani Akıncı, yolda. İncelersek bu adayları iki federasyoncu üç de iki devletli çözüm savunucusu görürüz. Rum gazeteleri hafta sonunda bir kez daha yazdı: Federal çözüm zor, olursa da çok kısa sürede çöker. Niye zor, ya da niye kısa sürede çöker: gayet basit, Rumlar Kıbrıs Türk halkıyla yönetimi, egemenliği, adayı paylaşmak istemiyor. Türkler, onlara göre, sadece azınlık hakları almalı. Akıncı ve CTP lideri Tufan Erhürman her şeye rağmen “ille de federasyon, başka yol yok” deyip duruyorlar ama bir yandan da 2015’de olduğu gibi UBP içerisinden birileri acaba gizliden gizliye intikam duygusuyla onlara oy verir mi beklentisinde. Özellikle Erhürman’ın son zamanlarda UBP’lilere şirin görünecek mesajlarının altında bu akılcı durum yatıyor gibi geliyor bana. Yeni Doğuş Partisi lideri ve cumhurbaşkanı adayı Erhan Arıklı net iki partili çözüm istiyor. UBP lideri ve Başbakan Ersin Tatar hem iki partili ve AB şapkalı çözümü istiyor hem de federasyon kapısını açık tutuyor. Halkın Partisi lideri ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ise ağırlıklı olarak AB içerisinde iki devletli çözüm dese de, o da federal çözüme kapıyı açık bırakıyor. Sol adaylar Rum sevici bir yaklaşımla Kıbrıs Türkünü azınlık statüsüne indirecek Rum hesaplarına hizmet edebilecek federal çözümü sırf Türkiye’ye karşı olma şiarı ile isterken, anlaşıldığı kadarıyla Arıklı dışındaki merkez sağdaki adaylar da Ankara federal çözüm konusunda net pozisyon almadığı sürece federal çözüm kapısını kapatamayacak, gerçek samimi görüşlerini açıklayamayacak. Halbuki çözümün yolunun öncelikle hangi çözümün mümkün olabileceğin tespiti ve o mümkün olanı gerçekleştirmeye çalışmaktan geçtiğini hepimiz bilmiyor muyuz? Yoksa, çözüm istenci aklı başındaki herkeste var…