Utku ŞENSOY Suriye’de 2011yılında “barışçıl bir protesto” şeklinde başlayan olaylar, bir anda kanlı çatışmalara dönüştü sonrası malum; barut-kan-kin-insanlık dramı. Güneyimizdeki en uzun sınır komşumuzdaaradan geçen 7 buçuk yıldan fazla sürede on binlercesi çocuk, 2 milyonun üzerinde insan yaşamını yitirdi. 6 milyona yakın insan yerlerini yurtlarını terk edip başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığındı. Oysa fazla değilbundan 8-10 yıl öncesine kadar Suriye, Ortadoğu’nun gelişmekte olan diğer ülkeleri kadar“barış”içindeydi. Savaş öncesi Suriye 22 milyon insanın yaşadığı son derece canlı bir ülkeydi. Müzikten spora hatta modaya kadar hemen her şeyin mevcut olduğu görece “normal” bir Arap ülkesiydi. Şüphesiz yönetim şekli bakımından batı standartlarının çok altında, “demokrasiden uzak, hukukun da guguk olduğu” ciddi arızalara sahipti Esad rejimi. Öte yandan, 5 bin yıllık görkemli bir tarihi olan bu topraklar her zaman bir sanat ve kültür merkezi olmuştu.Helen, Roma, Bizans, Osmanlı ve İslam medeniyetlerine ev sahipliği yapan bu topraklarda sanat ve mimarinin eşsiz eserleri bulunmaktaydı. Bundan 10 yıl önce Şam, Arap Kültür başkenti seçilmiş, ülke Avustralya’dan daha fazla turiste ev sahipliği yapıyordu.Son derece zengin tarihe sahip olan, erken İslam dönemine ait camileri, hareketli çarşıları, Akdeniz kıyısındaki plajları ve çölleriyle turizmin gözde ülkesi olma yolundaki Suriye, savaş öncesi 9 milyona yakın turist ile dünya turizm pastasından 6 milyar dolardan fazla pay alıyordu. Ne yazık ki artık o tarihi zenginliğe sahip Suriye’den eser yok. 7 buçuk yıldır süren bu kirli savaşın ardından, artık ülkede ne meyve ve fındık bahçeleri var ne de UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesindeki Antik Şam kenti, Palmira harabeleri ve Antik Halep kentinden bir eser var. Hepsi hasar gördü yerle bir edildi. Kentler okullar, hastaneler çoğu harabeye döndü. 22 milyonluk nüfusun yarısından fazlası evlerini terk etmek zorunda kaldı.Günümüzün en büyük insanlık ve mülteci krizine sahne oluyor burnumuzun dibindeki Suriye. Oradaki bu savaş ortamı ve yarattığı krizden en çok etkilenen ülke ise Türkiye. 6 milyon civarındaki mültecinin 4 milyona yakınını ülkemizde ağırlıyoruz. Demokrasi havarisi Batı sadece sırtımızı sıvazlayıp; “iyi iş başarıyorsunuz onları ülkenizde tutmaya devam edin sakın ola bize gelmesinler biz size para ayarlayacağız” diye havanda su dövüyorlar. Bu kadar fazla “zorunlu misafirin”ekonomimize getirdiği ağır yük ve kentlerimizde bir arada yaşamak zorunda kaldığımız bu insanların kültürümüze olumsuz etkileri apaçık ortada. Savaştan, zulümden ve şiddetten kaçıp ülkelerini terk edip Ortadoğu’daki gerçek anlamdaki tek “barış ve huzur adası” ülkemizesığınan bu mültecilerin çoğu kadın ve çocuk. Türkiye, Ortadoğu cadı kazanının tam ortasında yer alıyor. Birçok olumsuzluklara rağmen bölgede “istikrar içindeki tek ülke”. Günümüz dünyasında çatışmalar nedeniyle evlerini, yurtların terk etmek zorunda kalan insan sayısı, ikinci Dünya Savaşı’ndakilerin sayısından daha fazla!Bugün 65 milyondan fazla insan, tehlikeden uzak“güvenli bir adaya” sığınmak için mülteci konumunda. 2 buçuk milyon Afgan, 1 milyondan fazla Somali’ li, 1,5 milyon Güney Sudan’ lı mülteci konumunda. 144 ülke, mültecilere sığınma hakkı tanıyan 1951 Mülteci Sözleşmesi›ne imza koymasına rağmen, ekonomik dengelerini alt üst etme pahasına, güç durumdaki milyonlarca çocuk ve kadına kollarını açıp onları ağırlayan, dünyada en çok mülteci barındıran ülke Türkiye! BM Mülteci ÖrgütüUNHCR raporlarına göre bu işi en iyi yapan ülke Türkiye! Peki, başta Suriyeli’ ler olmak üzere, dünyanın dört bir yanından gelen mülteciler neden en çok ülkemize sığınıyor? Buna siyasi karar mekanizmasından tutun da coğrafi konumumuza kadar pek çok farklı nedenler gösterilebilir. Ancak mültecilerin ülkemize gelişlerinin başlıca nedeni, Ulu önder Atatürk’ün bu Orta Doğu cadı kazanının tam orta yerinde kurduğu 95 yıllık“güvenli ada Türkiye Cumhuriyeti”nde huzur buldukları içinburadalar. Bölgemizde adı Cumhuriyet olan pek çok ülkenin içler acısıdurumunu hiçbir zaman göz ardı etmeyip, o zor şartlar altında milletini gerçek anlamdaki Cumhuriyete kavuşturan Atatürk ve silah arkadaşlarını her fırsatta minnetle anmamız gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet yönetimi ilan ettiği, en önemli milli bayramımızı kutladığımız bu haftada,Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerindeki derinliği yediden yetmişe hepimizin içselleştirmesi, gerçek Cumhuriyetin ne olduğunu anlayabilmemiz açısından önemli buluyorum: “Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur”.