Yusuf KANLI  Girne’de güzel bir kafede değerli dostlar Tansel Fikri ve Serden Hoca ile sohbet ediyoruz. Ankara’yı her gün seller götürüyor ya, Kıbrıs kurak ve sıcak. Şimdiden yaz gelmiş resmen. Hani derler ya, aklı olan öğle saatlerinde burnunu evden, ofisten, otelden dışarıya çıkartmayacağı günler gelmiş adaya. Oturduğumuz köşede daimi ricat durumundayız resmen. Güneş ilerliyor, biz geriliyoruz. Ağaç dallarından süzülen, şemsiyeden kurtulup bize ulaşan güneş ışıkları sanki delici lazer gibi. Şikayet etmemek lazım belki ama, insanız değil mi? Memnun olmak, olanla idare etmek, daha rahatı daha güzeli talep etmemek mümkün mü? Olsa idi eğer insan nasıl ilerleyecekti bu günkü medeniyet seviyesine. Soldan sağa Serden Hoca, Yusuf Kanlı, Tansel Fikri İsrail-Filistin meselesini, Kudüs’e ABD elçiliğinin taşınması ve onunla birlikte gelişen İsrail katliamını konuşuyoruz. Normal koşullarda, hani insanlık tarihinin en büyük barbarlıklarından birisi, haçlı seferleri, Kudüs için, üç tek tanrılı din açısından olduğu kadar tanrı inancı olan her kes için manevi değeri olan o topraklara hakim olmak için yapılmasaydı, vaka-i adiye, yani sıradan gelişme, olmaz mıydı ABD’nin elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması? Ama iş hiç de öyle değil. Yahudi olduğu kadar Hristiyan, Hristiyan olduğu kadar Müslüman bir şehir. Yahudi olduğu kadar Arap olan bir kent Kudüs. Niye kendinden önceki başkanlar elçiliği Kudüs’e taşımadığını merak dahi etmeyen bir garip ABD Başkanı Donald Trump, Pandora›nın kutusunu açtı. Parası olduğu kadar akli melekeleri var mı? Yoksa dünya basınında sıklıkla dendiği gibi “kötü dahi” bir adam mı Trump? Bir anda iç meseleleri, tartışmaları Kudüs tartışması ile gömüp prim toplamadı mı kendine demokrat ABD toplumunda? Şüphesiz Trump’ın ne yaptığından ziyade ne sonuç hasat edeceği önemli. İran nükleer anlaşmasından çekilmesi, mesela, hangi sonuçları doğuracak. ABD eksikliğinde o anlaşmanın anlamı olacak mı? Yoksa ABD’ye rağmen yeni bir dünya düzeni mi kurulacak? ABD’nin davet edilmediği son nükleer toplantının anlamı ne ki? Enteresan bir dönemde yaşadığımız bir gerçek. Yeni bir dünya düzeni mi oluşuyor yoksa bir anlamda soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasına, kutupların üyelerinin değiştiği yeni bir evreye mi geçiyoruz. Fark ettiniz mi, son zamanlarda Türkiye Rus S-400 hava savunma sistemi alımı gibi bazı askeri-politik kararları ve uluslararası konulardaki davranışlarıyla NATO üyeliğini bile isteye sorgulatıyor. Diğer yandan Türkiye’nin başta ABD olmak üzere önemli Batılı müttefikleri aba altından sopa gösterip hem ambargo tehditlerinde bulunuyor hem de önemli ağızlardan Ankara’nın artık “güvenilir müttefik” sayılamayacağı mesajlarını veriyor. Güvenilmez ve asla inanılmaz Arap dünyası Filistin halkına yönelik uygulanan son mezalimi de adeta adi vaka gibi görmezden gelirken İstanbul’da Türkiye’nin davetiyle toplanan İslam İşbirliği Örgütü ne sonuç doğurabildi? Türkiye adeta Filistin’in ve Filistinlilerin tek hamisi. Kaç kişi o Filistin topraklarında, tren garında arkadan hançerlenen Türk askerini hatırlıyor? Filistin bayrağının anlamını kaç kişi biliyor? Şerif Hüseyin alçağını ve onun soyundan gelen Ürdün kraliyet ailesini, İstanbul’da Osmanlı’ya karşı işlediği cürümden 200 yıl önce asılan Abdullah bin Suud efendinin sülalesinin yönetimindeki Suudi Arabistan’ın koruyucusu Türkiye olmamalı. Türk evladının kanı o kadar ucuz olmamalı. 1963 yılından bu yana hangi Arap ülkesi Kıbrıs Türk halkıyla dayanışma gösterdi? Ağız tadına uygun üç-beş kuzu alma dışında, utanç içinde verilen görülmesi bile zor altyapı finansman desteği dışarıda bırakılır ise anlamlı hiçbir katkı görmedi Kıbrıs Türkü Arap dünyasından. 1974’de Libya’nın o dönemki lideri Kaddafi anlamlı destek gösterdi, ihtiyaç içerisindeki Türkiye’ye elini uzattı, ona da maalesef biz nankörlük ettik. Hani derler ya yılanda kuyruk acısı, çobanda evlat acısı oldukça ikisi arasında ilişkiler güven esasında devam edemez, bizde de aynen öyle. Yüzlerce yıldır bizim açımızdan İslamın kılıcı ve İslam bu arada Arap coğrafyasını koruduğumuz dönem olarak gördüğümüz onların ise Türk işgali gördüğü ortak tarihimiz maalesef çok travma yüklü. Yalnızlaşan Türkiye bir kez daha arkadan hançerleneceği Arap çölüne dönmemeli. Rusya ile ilişkiler, veya otokratik devletler birliği diyebileceğimiz Şangay Beşlisi Türkiye için çözüm olamaz, Batı dünyasına alternatif oluşturamaz. Bu Türkiye’nin kendi ülküsüne ihanet olacaktır. İşte 24 Haziran seçimlerinin bir önemi de bu. Türkiye bir yol ağzında. Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi ve nasıl bir gelecek beklediğimizi düşünerek, hesabımızı düzgün yaparak karar vermeliyiz. Ne istiyoruz? Çatışma, karmaşa ve gerginlik mi, yoksa uzlaşma, gelişme ve refah mı? Tercih elimizde… “Evet” mührü çok büyük güce sahip, farkına varalım.