Birsen GÜRDİL / Son zamanlarda ülkemizde dâhil olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde meydana gelen yer sarsıntılarının ürpertici sonuçları acaba geliyorum diyen bir felaketin uyarıcıları olarak yorumlanmaktadır. Bir süre önce Çanakkale ve Ayvacık’ta peş peşe kendini gösteren yer sarsıntılarının mal kaybıyla kapanmasının ardından, Osmaniye ve çevresinde sarsıntılar halkı sokağa dökmüştü. Yapılan araştırmalar sonucu yer sarsıntılarının yaklaşık 2-14 kilometre derinlikte oluştuğu tespit edilmişti. Sadece Türkiye’de değil geride bıraktığımız yıl İtalya’da meydana gelen depremler hem can, hem de mal kaybına neden olmuştur. Son aylarda ise başta Çin’in Şincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Hutubi kasabası 6.2 büyüklüğünde depremle sarsılırken, bu kez de 7.15 saatlerinde derinliği 6 kilometreyi bulan şiddetli sarsıntı ile evler yıkılmış, en az on kişi hayatını kaybetmişti. Yerküre üzerinde bulunan pek çok ülkenin maruz kaldığı bu doğa felaketine bu kez de ABD’nin California eyaletine bağlı Ferndale kenti hedef olmuştu. Ortalama her yıl pasifik ateş çemberi ortamında meydana gelen yer sarsıntılarına bu kez de Okyanustaki Solomon adaları hedef olmuştur. Felaket kendini Yeni Zelanda’da da göstermiştir. Tsunami korkusu insanlarda panik yaratmıştı. Doğanın acımasız bu felaketi ne yazık ki yüz yıllardan bu yana bütün acımasızlığı ile ülkemizin pek çok bölgesindeki kentlerimizi yerle bir etmekle kalmamış korkunç derecede can ve mal kaybına neden olmuştur. Çok değil 17 sene önce meydana gelen 17 Ağustos felaketi on binlerce insanın hayatını yok etmiştir. Başta Yalova, Gölcük olmak üzere İzmit Körfezinin birbirinden güzel bölgeleri oldukları yerlerde yıkılıp kalmış, pek çoğu da denizin derinliklerine gömülmüştür. 17 Ağustos faciasından bugünlere kadar başta Fransız bilim adamı Prof. Le Pichon olmak üzere Prof Ahmet Ercan ve Jeoloji mühendisi Prof. Şener Üşümezoğlu, bu konuda görüş ve çalışmalarının pekte iç açıcı olmadığını ortaya koymuştur. Gerçi bir birlerine ters düşen bilim adamlarının ileri sürdükleri olası deprem haberleri bir tarafa, ülkemiz yüz yıllar boyu son derece yıkıcı yer sarsıntılarına hedef olmuştur. Daha önce İstanbul Üniversitesi Jeoloji Enstitüsü’nün yaptığı bir açıklamaya göre ki bu konuda Bayındırlık Bakanlığı da “Türkiye Depremleri İzahı Kataloğunda yer alan bilgilere göre 2 bin yıl öncesinden başlayan doğanın acımasız bu felaketi sonucu pek çok bölgeler yerle bir olurken yüz binleri bulan ölümlerle karşı karşıya kalmış olan Anadolu ve Marmara bölgesi dünya acılar tarihine kanla yazılmış, büyük talihsiz olaylardır.” Milattan sonra 29’undan 1987 senesine kadar ülkemizi mahveden bu felaketin bilinen tarihine göre o zaman adı Nicomedia ile yine o devirde Nicea olarak bilinen İzmit ve Gölcük yerle bir olmuştu. Daha sonraki yıllar, yani 1 Şubat 3632’te İstanbul ve civarında acımasız yüzünü gösteren depremi Romalı tarihçiler büyük bir felaket olarak kaydetmişlerdi. 434 İstanbul depremi şehrin pek çok tarihi binalarını yok etti. 26 Ocak 446 İstanbul depremi üç ay boyunca halka korkulu günler yaşattı. 25 Eylül 477 yer sarsıntısında İstanbul’un göz alıcı heykelleri ve muhteşem yapılar yıkıldı. 15 Ağustos 553 İstanbul depremi ise tam bir felaket olarak şehri mahvetti. 40 gün süren sarsıntılar sonucu Yedikule surları, Kilisler oldukları yerlerde yıkılıp kaldı. Hatta Marmara Denizinde meydana gelen dev dalgalar şehrin içlerine kadar girdi. İzmit ve çevresi bir kez daha yıkıldı. Ekim-Kasım 557 tarihleri arasında meydana gelen deprem beraberinde şiddetli yağmur ve fırtınaları da beraberinde getirmişti. Yer altından gelen korkunç gürültülerden etkilenen tarihçiler bu felaketi şu sözlerle ifade etmişlerdir. “Sarsıntının şiddetinden gökteki birkaç yıldızın bile yer değiştirdiği görülmüştür.” 1010 yılının ocak ayında yine İstanbul’un başına bela olan deprem yer altından gelen korkunç gürültülerin eşliğinde bugün Fatih Camii’nin yerinde bulunan devasa kiliseyi yerle bir etmişti. İstanbul’u perişan eden yer sarsıntıları bunlarla da kalmıyor. 1034 ilkbaharında şehir tam 140 gün sallanarak, aralıklarla dokuz büyük sarsıntı her tarafı yıkmıştır. 18 Aralık 1037 depremi aralıklarla dokuz büyük sarsıntı şeklinde her tarafı yerle bir etmiştir. Açlık ile birlikte bulaşıcı hastalıklar binlerce insanın canına mal olmuştur. Osmanlı başkenti olarak tarihteki yerini alan İstanbul 14 Eylül 1509 yılında 18 gün durmadan sarsılarak kuruluşundan bu yana en büyük felaketini yaşadı. 109 Camii ile 1070 ev yok oldu. Topkapı Sarayını çeviren duvarların büyük bir bölümü yıkıldı. Açılan yarıklara düşüp ölenlerin ötesinde 13 bin kişiden fazla insan can verdi. 12 Haziran 1542 yılında, 40 gün süren sarsıntılardan sonra 1718 yaz başında meydana gelen yer sarsıntıları aralıksız üç gün sürdü. Yalılarda bulunan köşkleri deniz yutarken Yedikule ve Edirnekapı surları yerle bir oldu. Camiler, hamamlar ve binlerce ev yıkıldı. 1719 ve aynı senenin Mayıs aylarındaki felakette İzmit tamamen yıkılmış, 1000 kişi can vermişti. İstanbul baş belası depremler bu güzel şehri ortadan kaldırmak için çok çaba sarf etmesine rağmen, 3 Eylül 1763 ‘teki sarsıntıda Fatih ve Beyazıd Camilerinin kubbeleri çöktü. 23 Nisan 1766 İstanbul, merkezi Marmara Denizi olan ilk sarsıntıda Çorlu ve Büyükçekmece’yi yerle bir eden afet aralıklarla sürerken bu kez 5 Eylül İzmir depremi ile şehir kelimenin tam anlamı ile harap oldu. İstanbullular daha yeni yeni kendilerini toparlarken, 1767 Kasımında korkunç yüzünü tekrar bu şehre çeviren afet Vezirhan ve Beyazıd ile Fatih Camilerine büyük zararlar verdi. 28 yıl aralıklarla sarsılan İstanbul ve İzmir, 29 Nisan 1795 tarihinden, 1803 Ağustosuna kadar hafif depremlerle yaralarını sararken, 10 Temmuz 1894 tarihinde patlak veren deprem Kapalıçarşı’yı çökertmekle kalmadı, Sirkeci rıhtımında 40 metrelik bir yarıkta açtı. Öyle ki deniz suyunun ısındığı bile görüldü. Hatta deniz suları kıyılardan içeri doğru çekilip pek çok evin yıkılmasına sebep oldu. O tarihten bu yana ülkemiz genelinde şiddetli yer sarsıntıları ile yüz yüze gelirken Erzincan, Erba, Van depremleri ve 17 Ağustos 1999 yılında çok sayıda insanımızın canına mal olan, korkunç deprem bize ülkemizin bir deprem kuşağında bulunduğunu hatırlatırken gelecek yeni depremlere hazırlıklı olmamızı bildirdi. Hiçte hoş olmayan böyle bir afet kronolojisini sizlerle paylaştığım için üzgünüm. Tek dileğim Tanrı’mın bizlere böylesi can ve mal kaybına sebebiyet veren doğal afetlerden korumasıdır. Yaşadığımız kentlerde oturduğumuz binaların depreme dayanıklı yapılar olmasına dikkat etmeliyiz. Hayatta kalabilecek acil tedbirlerin alınması da gerekmektedir.