Seferihisar açıklarında meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki depremin ardından, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden buyana gerektiği biçimde bilinçlenemediğimiz gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Uygun kum-çimento-demir kullanılmaması nedeniyle yine bazı binalar iskambil kağıdı gibi yıkıldı, yine kesilmiş kolonlar nedeniyle nice canlar yitirildi, ocaklar söndü. Çürük raporlarına rağmen tahliye edilip yıkılmamış binaların enkaza dönmesine ve profesyonel ekipler yetişinceye kadar o toz duman arasında amatörce müdahaleye tanık olduk. Yetkililer, deprem ve doğal afetlerde altın saatler dediğimiz ilk 5-6 saat ve ardından 12-24 saatlik süreçlerde AFAT, AKUT, UMKE, JÖAK vb. profesyonel arama-kurtarma, sağlık ve güvenlik ekiplerinin olay mahalline hızla intikalinin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Bölgedeki yoğun trafik nedeniyle profesyonel kurtarma ekiplerinin olay mahalline intikalinde zaman kaybı yaşandı. Yangın söndürme helikopterleri gibi deprem müdahale ekiplerinin de kritik bölgelerde üst düzeyde donanımlı helikopterler ile 7x24 hazır bekleyip olay mahalline hızla intikal edip arama kurtarma çalışmalarına başlamalarının yaşamsal ve kaçınılmaz olduğunu gördük. İlk anlarda enkaz altındakilere insanlık adına doğal refleksle kurtarma çabasına girenlerin bu konudaki eğitimsizliği bazen yaşam kurtarmak yerine yaşamlara mal olabiliyor. Uzmanlar, bilinçsiz müdahalenin çok daha öldürücü olduğu gerçeğine dikkat çekiyor. Burada bir kez daha anladık ki madem deprem ülkesiyiz 7 den 77 ye hepimizin bu konuda donanımlı ve eğitimli olması gereği var. Japonya’da olduğu gibi erken yaşlarda yoğun bir deprem eğitiminin yaşamsal olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Enkaz üzerinde ve yıkılmaya yüz tutan binaların etrafında insanların dolaşması ya da eşyalarını kurtarma çabası içine girmelerine uzmanlar, binaların yüksekliğinin en az bir buçuk katı mesafe uzaklıkta kalınmalı diyerek tepki gösteriyor. Keza, depremde yıkılan enkazın üzerinde yürümemek, göçükte kalan insanlara baskı uygulamamak, çöken binaların yakınında yüksek sesle konuşmamak gerekiyor. Böylece gelebilecek yaşam sinyallerine kulak vererek hayatların kurtarılabileceğimi unutmamak lazım. Süprüntü (Tusunami) dalgasının neler yapabileceğine Sığacık’ta acı biçimde tanık olduk. İnsanları bilinçlendirip, ev ve ticari alanları depreme uygun hale getirme zorunluluğunu bir kez daha idrak ederken, mavi vatanımızda seyir halindeki ve marinalardaki teknelerimiz için de önlem almamız gerektiğini gördük. Deprem bölgelerindeki marinaların süprüntülere karşı uygun dalgakıranların yanı sıra marina giriş-çıkışlarının otomatik kapak sistemi ile kapatılarak milyonlarca dolar değerinde bir yerde milli servet olan teknelerin de korunması mümkün olabilir. Hollanda’nın bütün ülke topraklarını hidrolik kapaklarla denizden su basmasına karşı koruyabildiği bir dünyada 3-5 marinayı korunaklı bir hale getirmek pek de zor olmasa gerek. Depremlere karşı, başta insanlar olmak üzere, bina-kafe-restoran-otel ya da teknelerimizin korunabilmesi aslında hepsi bir bütünün, bakış açısının ve zihniyetin parçası olmalı. Öte yandan deprem merkezine 70 km uzaklıkta Bayraklı’ da ondan fazla çok katlı binada büyük hasarın oluşması ve tüm bu binaların yapı denetiminden her nasılsa geçmiş olması, zemin etüdü ve yapı kalitesi bakımından son derece düşündürücüdür. Bu son depremde çöken 20 civarındaki bina böylesine ağır bir arama-kurtarma çabasına ve canlara mal oldu. Peki ya 200, 2 bin hatta 20 bin binayı çökertseydi ne olurdu diye ciddi biçimde düşünmemiz ve ulusal seferberlikle büyük kentlerdeki yapıların tamamını gelecek depremlere hazırlamamız gerek. 1999 depreminin hemen ardından Düzce’ye gitmiş ve orada yaşananlara bizzat tanık olmuş, gerek olay mahallinden gerekse dönüşümüzde Ankara’daki TRT Haber stüdyolarından günlerce canlı yayınlar yaparak halkı bilgilendirip, büyük bir seferberlik ve farkındalık yaratılmasına katkı sağlamıştık. Uzmanlardan, “deprem öldürmez, tedbirsizlik ve ihmal öldürür, ciddi bir zemin etüdü, gerekli hesaplamalar en ince detayına kadar yapılmadan malzemeden çalınmış kötü yapılar öldürür gerçeğini” öğrenmiştik. Yapı denetimlerinde jeolojik altyapı etütlerinin de çok daha katı kurallara bağlanarak uygulanması gerektiğini bir kez daha acı biçimde öğrenmiş olduk. Felakette yaşamını yitirenlere rahmet, yakınlarına, evlerini kaybedenlere sabır ve metanet, yaralılara acil şifalar dilerken, canla başla büyük bir özveri ile çalışarak arama kurtarma faaliyetlerine katılanlara ve bu pandemi döneminde bir de deprem felaketiyle sarsılan sağlık çalışanlarına minnet duygularımızı da ifade etmek isteriz. Yine bu deprem vesilesiyle, güzel İzmir’imize yönelik çirkin iftiralarda bulunanlara, kan bağışı seferberliğine katılımın beklenin çok üzerinde olduğunu, çok sayıda otelin ve yazlıkçıların kapılarını depremzedeleri ücretsiz ağırlamak için açtığını, arama kurtarma ekiplerine halk tarafından yemek ve çay seferberliği yapıldığını hatırlatırız. Keza, İzmir halkının, İstanbul, Ankara ve diğer illerden gelen yardımları, yağmalama ve stokçuluk yapılmadan, halkı, esnafı, kurumları ve yönetimiyle bütünleşerek vakur biçimde örnek bir yardımlaşma sergileyerek bu felaketin üstesinden geldiğini hatırlatmak isteriz.

ABD seçimleri

Ekonomimiz uzun bir süredir Amerika Birleşik Devletleri’ndeki seçimlere odaklı çalkalanmalara sahne oluyor. Dövizin başını alıp gitmesindeki en önemli etkenlerden biri de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sözlerinin ardından, Demokratların adayı Joe Biden’in anketlerde Cumhuriyetçi rakibi mevcut ABD başkanı Donald Trump’ın birkaç puan önünde gitmesi. Ülkemizdeki piyasaları derinden etkileyecek başkanlık seçiminde anketlerde favori gösterilen Biden mi başkan olur yoksa Trump sürpriz bir hamle ve kapalı kapılar ardındaki malum ayak oyunlarıyla koltuğunu korur mu bunu kestirebilmek pek de kolay değil. Piyasadaki genel beklenti Biden’ın kazanmasının Türkiye ekonomisine olumsuz etkileri olacağı yönünde. Bizim bildiğimiz şey ise, Beyaz Saray’a kim gelirse gelsin, üretim ekonomisine geçip istihdam yaratacak politikalar üretemediğimiz, dış borca dayalı kırılgan bir ekonomiye sahip olduğumuz sürece paramızın ve piyasalarımızın istikrarının o koltuğa oturacak zat-ı muhteremin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bağlı olacağıdır. Bu çerçevede Biden da gelse, görevi devralacağı yılbaşının ardından birkaç aylık bir süreçte Ankara-Washington hattında yaşanacak doğrudan ve dolaylı istişareler sonucu öyle ya da böyle bir şekilde ortak bir noktada buluşulacağını düşünenlerdeniz. Aksini düşünmek mümkün değil zira o zaman doları dizginleyip ekonomiyi kontrol edebilmek hiç de kolay olmayacaktır.