Yolcu Başbakan Ömer Kalyoncu demiş ki Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler (CTP-BG) ile Ulusal Birlik Partisi (UBP) koalisyon hükümetinin çökmesinin sebebi iki partinin "DNA uyuşmazlığı" imiş.

Kalyoncu haklı.

UBP ve elbette ki birkaç nüans hariç aynı çizgiyi takip eden Demokrat Parti-Ulusal Güçler (DP-UG) CTP ile de BG’si ile de bırakın DNA’yı genetik hiçbir benzerliği olmayan yapılardır.

Bir kere bu iki parti ne dün ne de bugün devletini "ceberut" falan görmedikleri gibi, devlet kuran bir siyasi akımın temsilcileridirler. Ne dün ne de bugün herhangi bir şekilde herhangi bir kişi veya kurum bu partilerin Rum siyasi hareketleriyle ilgili paydaşlıklarını, ortaklıklarını, emir-komuta zinciri içerisinde davrandıklarını iddia edemez.

Kişisel zaaflardan bahsedilebilinir. Salamda olduğu gibi her toplumda, toplumların her katmanında eşit şekilde görülür o musibetler; ne az ne de çok. Elbette hoş değildir ama "iş bitirici" kültür yaygınlaştıkça korkarım daha da kötülerini göreceğiz bu kişisel ikbal peşindeki zat-ı muhteremlerden.

Çeklerden, senetlerden, alınıp satılmadan bahsediyor birçok yazar. Gizli toplantılarda koalisyon pazarlıkları yapılıyormuş… Koalisyon görüşmeleri ille de açık mı yapılmalı? Senet, çek meselelerini muhataplarına sormak, cevap almak gerek. Siyasi dedikodu hele eski başbakanlara yakışmaz. Bırakın siz bu işleri, zaten kalemşörler yeterince yapmıyorlar mı o işlevi?

Esas mesele sayın ikinci cumhurbaşkanı, CTP-BG başkanı Mehmet Ali Talat’ın "uyarısında." Ne diyor Talat? UBP-DP koalisyonu değilmiş kurulacak olan, esasında Derviş Eroğlu ile Denktaş hükümet oluyorlarmış, hedefte de görüşme sürecini torpillemek varmış.

Allah nur içinde yatırsın, Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan bahsetmiyor Talat herhalde. Dediği Eroğlu ile Serdar Denktaş koalisyonu oluyormuş. Peki bizim Hüseyin Özgürgün ne olacak? UBP’nin başkanı Özgürgün adam yerine konulmuyor mu?

Ayıp sayın ikinci cumhurbaşkanı, çok ayıp. Devletin en tepesinde edindiğiniz tecrübeyi hadi es geçelim, daha düne kadar – ve tabii yenisi kuruluncaya kadar – Özgürgün sizin ortağınız değil miydi? O zaman da mı adam yerine koymuyordunuz? Yani bu yaklaşımla bakarsak, koalisyonun bozulması zaten kaçınılmaz değil miydi?

Tamam Özgürgün dünyadaki en zeki, en kapasiteli, en çalışkan ve en dürüst siyasetçi olmayabilir. Ancak siz nasıl parti genel kurulunda partinizin lideri seçildiyseniz, Özgürgün de öyle başkan olmadı mı UBP’ye? Yoksa Eroğlu mu atamıştı onu? "Siz başka görevde iken parti başkanı atadınız mı CTP’ye?" diye sorarsam çok ayıp olmaz mı hem size hem de CTP’ye?

Beğensek de beğenmesek de UBP ikinci büyük siyasi parti ve Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da birinci parti CTP’nin çuvallaması sonrasında "DP ve bağımsızlarla birlikte hükümet kurabileceği" izlenimini edindiğinden yetkisini kullanıp, zamandan tasarruf etmeyi düşünüp, Özgürgün’e görevi verdi.

İktidar olmak kadar iktidardan gidebilmeyi de becermek gerekir. Demokrasinin gereği bu. Olmayınca kötü oluyor.

Ağır aksak giden CTP-UBP koalisyonu "çözüm görüşmeleri" için engel değildi de, en azından iç ahengi olacak olan bağımsızlar destekli UBP-DP koalisyonu niye engel olsun? Eğer bu sözle anlatılmak istenen artık cumhurbaşkanı istediği gibi, suratımıza tükürülse bile empatiyle Rumların niye öyle yaptığını anlayıp anlayış göstermesine itiraz edileceğinden bahsediliyor ise, doğrudur öyle olacağını umut ediyorum ben de.

Daha önce yapılan moratoryuma rağmen adanın ekonomik alanında yeni gaz araştırma ihalelerine girerse Rum tarafı tek başına egemen olduğu iddiasıyla, Kıbrıs Türk görüşmecisi buna mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde tavır geliştirmelidir. Öyle millet ayağa kalktıktan sonra "ilerde sorun olur" falan minvali uyutma siyaseti uygulanması elbette ki hiç de hoş değildir. Kim olduğundan, kimi teslim ettiğinden ve adadaki ortaklık haklarından haberdar bit görüşmeci böyle davranmamalı, halkının çıkarlarını savunmak için o makama geldiğini asla unutmamalıdır.

Yeni gaz ihalesi ardından mesela Akıncı, KKTC’de cumhurbaşkanına ne gibi tavırlar geliştirmesi gerektiği konusunda yardım edecek hükümet yoksa bile, en azından bu alanda bilgi sahibi akademisyenleri, Beşparmak Platformu’nu çağırıp, olmadı yayınladıkları bildirileri lütfedip okuyup siyasi tavır geliştirmek gerekmez miydi?

Ama CTP-UBP hükümeti bu nedenle yıkılmadı. Unutmayalım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin acil ihtiyacı olan yapısal ve yasal reformları yapma vaadiyle iktidara gelen büyük koalisyon önce su dağıtım protokolü anlaşmazlığı ile ciddi yara aldı, sonra da Türkiye ile imzalanacak ve içinde ağırlıklı olarak kamu reformu tedbirlerinin olduğu yapısal dönüşüm programını içeren yeni işbirliği protokolün imzalanamaması ve sonucunda maaş ödeyememe krizi nedeniyle son buldu. CTP’deki faturayı Türkiye’ye kesme umutları da parti lideriyle başbakanın açıkça halkı kandırmaya girişimlerinin deşifre olmasıyla sonuçlandı.

Efendim DPT’nin lağvedilmesi hiç konuşulmamış yargı sistemlerinin uyumlaştırılması tartışılmamış, Türkiye empoze etmiş falan derken bir arkadaş gazetecilik yapıp koydu belgeyi ortaya: Sayın başbakanın müsteşarı üstelik de yazılı olarak yapmış bütün o önerileri. Dahası, haberim yok diyen başbakan o konuda brifinge katılmış. Dahası, yeni yapılanma için bütçeye ödenek konmuş. Tam çuvallama durumu yani.

Tepav’ın yakın zamanda yaptığı bir araştırma sonucuna da değinelim. Kuzey Kıbrıs’a 1975 yılından bu yana Türkiye tarafından finansal destek sağlanıyor. Kuşkusuz Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmayan, izolasyonlar nedeniyle ekonomisi gelişemeyen, daha çok tarıma ve son yıllarda bir miktar turizme dayalı ekonomisi ve 280.000 kişilik nüfusuyla KKTC’nin Türkiye’nin desteğine ihtiyacı var. Bu destek tutarı KKTC milli gelirinin son zamanlarda %11-%12’si civarında; ya da rakamla ifade etmek gerekirse cari fiyatlarla 900 milyon TL kadar. Bunların %40-%50 oranındaki kısmı hibe, kalanı ise uzun vadeli düşük faizli kredi. 2014 sonu itibariyle KKTC devlet borcu 3,6 milyar dolar civarında ve önemli bir kısmı T.C. kredilerinden kaynaklanıyor.

Dostum, kardeşim Serdar Denktaş ile birkaç söz ettim geçenlerde. Ulusal dava konusunda UBP ile aralarında bir fark olmadığını bir kez daha vurguladı. Zaten emindim. Sıkıntılar var, doğaldır da. UBP’de kimler bakan olacak, bağımsızların desteği nasıl garanti altına alınacak? Bunlar önemli meseleler. 50 kişilik mecliste 27 sandalyeyle hükümet olmak zor iş. Ama CTP de iktidarda devam etmeye niyetli. UBP olmaz ise en azından DP ile hükümet etmek istiyor, ama bu kez sayı yetmiyor. UBP’de ise CTP ile köprüler atıldı, ciddi bir güven bunalımı var. Meclis dışında ise Halkın Partisi ve Kudret Özersay’ın genişleyen halk desteğiyle seçim baskısı var.

UBP-DP hükümeti Kıbrıs görüşmelerinin geldiği aşamada en azından hükümet seviyesinde gelişmelere daha müdahil olma imkânı verecektir. Bu ciddi bir umut, bir rahatlama imkânı olacaktır. Ancak, Kuzey Kıbrıs’ın mevcut ekonomik ve siyasi fotoğrafına objektif bir şekilde bakacak olursak, ihtiyaç bir geçiş sürecinden sonra gelecek yılın ilk aylarında erken seçim olacaktır.

Rum tarafında Mayıs ayında seçim var. Daha sonra hükümet meseleleri. KKTC’de seçim ve sonrası… Her ne kadar Akıncı "2016 çözüm yılı olsun" demeye devam etse de, zor dostum zor…