Hüseyin ÖZLÜK Kar, geceden yağıp ayaz eşliğinde dona çektimi korkma. Kilometrelerce yürüyebilirsin üzerinde, arazi ne kadar sarp olursa olsun. Kar yeyip yutamaz postalları. Üzerindeki kristalleşmiş buz tabakası izin vermez buna. Dostudur askerin, o pırıl pırıl parlayan buza çekmiş kristal tabakası. Kıtır kıtır ses çıkararak, hoş geldin der adeta askerlerimize. Hafif gevşerse kork kardan. Korkmalısın yeni yağmaya başlayandan. Yalayıp yutar postalları. Gömülürsün diz kapağına kadar, yürümesi bir dert, ilerlemesi bir dert. Kalmaz bacaklarında derman. Su dolar postallarıniçi. Kurutmak gerek çorapları;Ayaklar donmasın diye. Nerede odun, bulamazsın ki odun. Diyelim ki buldun. Yaş mıdır? Kuru mu? Diyelim ki kuru, ateş yaksan bir dert, yakmasan bir dert. Diyelim yaktın. Dumanı gören teröristler. Söversin, gelmişine geçmişine ve yola revan. Önce bot bağları ve elbiseler kaskatı kesilir, bir de açıkta kalan kaş kirpik ve saçlar. Uyuşmaya başlar ayak uçları, elmacık kemikleri. Az gidip uz gittikçe bütün ayak hissetmez, Havada mısın yere mi basarsın? Bilemezsin. Hissetmez çünkü ayakların. Dolar böbreklerin su ile. Ellerin yapışır tüfeğine şarjörüne; eldiveni çıkarınca. Zorla ayırırsın tüfeğinden şarjöründen yapışmış elini; sokarsın hemen elini eldivenine. Eldivenle de zor çiş yapılır be kardeşim. Dursun su böbreklerimde. Yoksa gözünde gözlüklerin, yandın ha yandın. Yanar gözlerin beyazın alevinden. Önce pul pul olur dünya. ovuşturdukça kararın. Bir aydınlık bir karanlık. Kapatırsın gözlerini dinlensin diye, yürümeye devam beyaz karanlıkta. Yağdıkça yağar kar. Yönünü ha kaybettin ha kaybedeceksin. İyi ki haritalar var. Uçuşan kar taneleri dolar yüzüne, gözüne, ense kökünden sırtına. En kötüsüde ense kökünden sırtına. Sırt çantasının yükünden terleyen sırtta yuvarlanır su tanecikleri. Buz gibi. Bir an önce kurtulmak istersin yükünden sırt çantasından. Aksine ağırlaştıkça ağırlaşır; tüfek, mermi, çanta ve içindekiler. Sonunda, yağan kara, soğuğa, ayağının uyuşmasına; kısaca hayata aldırmadan, sırılsıklam, üşümeyerek bata çıka kar yığınlarına yürüdükçe yürürsün. Korunaklı buldunmu bir sığınak, yoktur keyfine diyecek. Yakarsın bir ateş, çatarsın tüfek. Ateş etrafında kalırsın don göynek; çünkü elbiseler tüfeğin üzerindedir, buharı tütecek. Askerlik mesleği zor icra edilen bir meslektir. İlk başta kelleyi koltuk altına almayı göze almak gerekir. Ölümü göze alabilenler bu mesleği seçerler. O nedenle eğitimlerde, ölmeyecek öldürecek; vurulmayacak vuracaksın sözleri hemen hemen her gün hatırlatılır. Bir de askerlerin gittikleri yerlere daha rahat uyum sağlamaları için eğitimler, kritik arazi arızalarının yoğun olduğu alanlarda yapılır. Bu eğitimlerde gerekli bütün askeri stratejiler öğretildiği gibi askerin tek başına kaldığında yapması gereken hal ve davranışlar, hayati idame denilen derslerle pekiştirilir. Biz bu şartlar ve koşullarda eğitimler alarak görev yerlerine dağıtım yapıldık. Geçen hafta Tunceli Kırsalında 2 Uzman Çavuşumuz, donarak şehit oldu. 21. Yüzyılda ileri teknolojiler kullanılıp, insanoğlu uzayda koloniler kurmaya başlarken, biz halen askerlerimizin donarak ölmesine seyirci kalıyoruz. Bunun sebebi nedir acaba? Gerekli eğitimler yeterince verilemiyor mu? Kışlık elbiselerimiz mi yok? Yoksa varda vermeye mi kıyamıyoruz? Emir komuta zincirinde aksaklıklar mı oluştu? Subaylarımızın eğitim süreleri mi yetersiz? Göreve çıkan personellerin seçiminde yanlışlıklar mı yapılıyor? Bu ve buna benzer soruları çoğaltmak mümkündür; fakat temel sorunun ortaya çıkışını şu şekilde özetlemek doğru olacaktır. Çeşitli kumpas davalarla, vatan sever, Atatürkçü subaylarımız zindanlara atılarak bertaraf edildi. Savaş deneyimi bulunan, araziyi, teröristlerin stratejilerini çözümleyen, tecrübeli askerler yok edildi. Böylece kamu oyundaaskerlerin itibarsızlaştırılması hız kazanarak, vatanı için canını verebilecek insan sayısı azaltıldı. Bu vatan sever askerlerin yerleri Fettullah Gülen cemaati tarafından dolduruldu. Liyakata uygun terfilerin önüne geçilerek yandaş kişiler mükafatlandırıldı. 15 Temmuz hain kalkışması sonucu, suçlu suçsuz araştırması yapılmadan haksız tutuklamalar yapılarak, bir kez daha peygamber ocağının içi boşaltıldı. Bütün olanların sonucu olarak, daha düne kadar bütün dünyanın gıpta ile baktığı asker ocağımız, emir vermekte zorlanan, astlarını doğru bir şekilde yönlendiremeyen,emir komuta zincirini doğru dürüst bilmeyen; kısacası 2 vatan evladını göz göre göre donarak ölüme mahkum eden bir hal aldı. Yazıktır, günahtır. Çocuklarımız boşu boşuna ölüme mahkum ediliyor. Vatan hepimizin . Bu geminin içinde hepimiz yolculuk ediyoruz. Batarsa hepimiz boğulacağız. Bu gidişata hep birlikte dur diyelim. Yapılacak tek iş, askeri okulları cemaat mensuplarıyla doldurmayalım. Kalbi Atatürk sevgisiyle dolup taşan ve Türkiye tehlikeye düştüğünde eline silahını alarak korkusuzca düşmanın üzerine koşabilen vatan evlatlarına fırsat tanıyalım. Yoksa her geçen gün dünden daha kötü gelecek.