METİN TÜRKYILMAZ-Başta ABD Doları olmak üzere döviz kurlarının Türk Lirası (TL) karşısındaki konumu, değer kazanması veya kaybetmesi, faizden, dış ticarete, büyümeden, enflasyona birçok konuda Türk ekonomisini derinden etkilediğini apaçık görüyoruz. ABD, İngiltere gibi ülkelerde borsa, paranın, ekonominin odağında yer alırken, Türkiye’de geçmişte ağırlıklı olarak ABD Doları, Alman Markı, şimdilerde ABD Doları ve Avro her zaman borsadan çok daha etkili oldu. Tabii altını da unutmamak gerek. Döviz kurları Türkiye açısından her zaman sorun oldu. Geçmişte ABD Doları, Alman Markı, şimdi ABD Doları ve Avro’nun seviyesi Türk ekonomisindeki birçok parametreyi etkilediğini söylemek yanlış olmaz. Özellikle yüksek enflasyon, düşük faiz dönemlerinde halkın tasarruflarını yönlendirdiği temel yatırım araçları ABD Doları, Alman Markı ve altındı. Banka kartları, kredi kartları piyasaya çıkmadan önce temel borç aracı da dolar, mark ve altındı. Birinden borç istediğinizde borcu dolar, mark ya da altın olarak isterdiniz. Türk ekonomisinin en temel sorunlarından biri de dış ticaret açığıdır. Hemen her yıl dış ticaret açığı veren Türkiye, hizmet gelirleriyle de bu açığını kapatamadığı için, her zaman cari açık sorunuyla uğraştı, yani döviz sıkıntısı çekti. Yüksek faiz vererek çektiği sıcak parayla bu açığını kapatmaya çalışan Türk ekonomisi, büyümenin artmasıyla dış ticaret açığının aşırı arttığı yıllarından ardından ekonomik küçülme, ithalatta düşüş, cari açıkta ve dolayısıyla döviz talebinde azalmayla dengeye ulaşmak zorunda kaldı. Türkiye açısından her zaman sorun olan döviz kurları, geçmişte yaşanan 16 ekonomik krizin de temel nedenlerinin başında gelmektedir. Enerji açısından dışa bağımlı olan Türkiye, enerjiyi dolar, sanayi ürünlerinin çoğunu ise Avro ödeyerek alıyor. İhracatının yarıya yakınını AB ülkelerine yapan, turizm gelirlerinin büyük bölümünü bu ülkelerden sağlayan Türkiye’nin, döviz gelirlerinde avronun ağırlığı fazla… Geçmişte yaşanan yüksek enflasyon, verilen dış ticaret açıkları nedeniyle sık sık ödemeler krizine girilmesi Türk halkının tasarruflarında dövize yönelmesine neden oluyor. Döviz piyasası için söylenebilecek en kesin hüküm, Türk halkının dolar ve avroya, borsayla kıyaslanmayacak ölçüde değer vermesidir. Dolar kurunun seyri Merkez Bankası döviz satış kuruyla 22 Şubat 2001 tarihinde 1 ABD Doları 685 bin 391 lirayken, 26 Şubat 2001’de ise 1 milyon lirayı aşarak 1 milyon 72 bin 988 TL’ye yükseldi. Daha sonra 12 Mart 2001’de 887 bin 605 liraya düşse de 3 Nisan 2001’de 1 milyon 238 bin 549 liraya, 4 Kasım 2001’de 1 milyon 679 bin 169 liraya, 25 Mart 2003’te 1 milyon 746 bin 390 liraya kadar çıktı. 2001 yıl ortalaması 1 milyon 225 bin 411,8207 olan Dolar kuru, 2002 yılında 1 milyon 505 bin 839,5257 lira, 2003 yılında 1 milyon 493 bin 67,76 lira oldu. Paradan 6 sıfır atılıyor Türk Lirası’ndan 6 sıfır atıldı ve adı Yeni Türk Lirası (YTL) olarak belirlenen para, 1 Ocak 2005 tarihinde tedavüle girdi. 31 Aralık 2004 tarihini 1 milyon 342 bin 100 liradan kapatan dolar döviz satış kuru, 1 Ocak 2005’te 1,3421 YTL oldu. Dolar kuru 2005 yılında 1,3408, 2006’da 1,4311, 2007 yılında 1,3015 olan dolar döviz alış kuru, 2008 yılında 1,2929’a indi. Hatta 16 Ocak 2008’de 1,1449’a kadar düştü. 2009 yılında Türk Lirası’ndaki “Yeni” ibaresi kaldırıldı. Dolar, 2009 yılında 1,5471 TL’ye çıktı, 2010 yılında 1,5004 TL’ye indi. 27 Ağustos 2013 dolar 2 lirayı aştı ABD Doları kuru, 2011 yılında 1,67, 2012 yılında 1,7925, 2013’te 1,9042, 2014’de 2,1869 oldu. 2013 yılının ikinci yarısından itibaren yeniden yükselişe geçen ABD Doları kuru, 28 Ağustos 2013 tarihinde 2 TL’yi aşarak 2,0225’e yükseldi. 17 Aralık 2013’de 2,0337 olan dolar kuru, 17 Aralık süreciyle birlikte yeniden yükselişe geçti ve 2013 yılını 2,1343 TL’den kapattı. Dolar kuru, sermaye çıkışının etkisiyle 27 Ocak 2014’de döviz alış kurunda 2,3142, 28 Ocak 2014’te 2,3428’e kadar çıktı. Döviz satış kurunda ise sırasıyla 2,3184 ve 2,3470 rakamlarını gördü. Bunun üzerine 28 Ocak 2014’de Merkez Bankası’nın müdahalesi geldi. Merkez Bankası’ndan keskin faiz artırım kararı Piyasaya yaptığı müdahalelere rağmen, döviz kurlarındaki yükselişi durduramayan Merkez Bankası’nın 28 Ocak 2014 gecesi, faiz oranlarını 5,5 puana varan oranlarda artırdı ve bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 4,5’ten yüzde 10’a çıkardı, borç verme faiz oranı yüzde 10,25 düzeyinden yüzde 15 düzeyine yükseltti. Merkez Bankası, bu tarihten bu yana aralıklarla faiz oranlarını indirdi. En son, 24 Şubat 2015 tarihinde yaptığı toplantıda, gecelik borçlanma faiz oranını yüzde 7,5’den yüzde 7,25’e indirdi. Banka, gecelik faizde, marjinal fonlama oranı yüzde 11,25’ten yüzde 10,75’e, açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkanı faiz oranı yüzde 10,75’ten yüzde 10,25’e, Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 7,5’ten yüzde 7,25’e düşürdü. Bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 7,75’ten yüzde 7,5’e çekildi. Merkez Bankası, Geç Likidite Penceresi uygulaması çerçevesinde, Bankalararası Para Piyasası’nda saat 16.00–17.00 arası gecelik vadede uygulanan Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 0 düzeyinde sabit tutarken, borç verme faiz oranı ise yüzde 12,75’ten yüzde 12,25’e düşürdü. 27 Şubat 2015’de dolar 2,5 lirayı geçti Sonuçta, Merkez Bankası’nın döviz satması ve faiz müdahalesi ile ABD Doları döviz satış kuru, 4 Nisan 2014’te 2,1393’e indi. ABD Doları, 3 Nisan 2013’de 1,8108 düzeyindeydi. 15 Mayıs 2014’de 2,07480’e kadar gerileyen döviz satış kuru, daha sonra yeniden yükselerek 2 Ekim 2014’te 2,2871’e çıktı. 3 Kasım 2014’de yeniden 2,2067’ye gerileyen dolar, 17 Aralık 2014’te 2,3714’e ulaştı. 2014 yılını 2,3230’la kapatan dolar, 14 Ocak 2015’te 2,2819’a indikten sonra 27 Şubat 2015’te 2,5123 ile ilk kez 2,5 lirayı geçti. Dolar bir yılda yüzde 21,31 artışla 2,1393’den 2,5952’ye çıktı Dolar, 4 Mart 2015’te serbest piyasada 2,55 sınırını aştı. 10 Mart 2015’de 2,6318 ile rekor seviyeye ulaşan ABD Doları, halen 2,60’ın altında seyrediyor. Merkez Bankası döviz satış kuruyla geçen yıl 4 Nisan’da 2,1393 olan ABD Doları, son bir yılda yüzde 21,31, son iki yılda yüzde 43,32 değer kazanarak 2,5952 liraya yükseldi. Avro ise son bir yılda sadece yüzde 3,64 azalarak 2,8249 liradan 2,9317 liraya indi. Son iki yılda avrodaki artış yüzde 21,81 oldu. Dolar kurunun yükselmesinin ekonomiye etkileri ne olur? Dolardaki yükselme, dolar cinsinden milli geliri doğrudan etkileyen bir unsur. TL olarak milli gelir artsa bile, dolardaki artış, dolar bazında milli geliri aşağı doğru çekiyor. Örneğin, 2014 yılında, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH), reel olarak yüzde 2,9, cari olarak yüzde 11,6 büyüdü. 2013 yılında 1 trilyon 567 milyar 289 milyon lira olan GSYH, 2014 yılında 1 trilyon 749 milyar 782 milyon liraya çıktı. Milli gelir enflasyonu dediğimiz deflatör yüzde 8,45 artmasına karşın ortalama dolar kurunun yüzde 14,84 artışla 1,90426’dan 2,18693’e çıkması nedeniyle dolar cinsinden GSYH 823 milyar 44 milyon dolardan 800 milyar 107 milyon dolara indi. Yine 2013 yılında 10 bin 822 dolar olan kişi başına GSYH ise 2014 yılında 10 bin 404 dolara düştü. 2014 yılında halen 2,60’a yakın bir seviyede seyreden dolar kuru, böyle devam etmesi durumunda, deflatörün çok üzerinde değer kazanacağı için 2015 yılında Türkiye’nin GSYH’si kesinlikle 800 milyar doların altına inecek. Kişi başına GSYH de 10 bin doların altında kalacak. Bu rakamların nerede duracağını, deflatörde çok büyük değişiklik olmayacağı için, dolar kurunun seviyesi belirleyecek. Dolardaki yükselme enerji ve hammadde maliyetlerini artırıyor Türkiye, enerjinin hemen hemen tamamını ABD Doları ödeyerek alıyor. Bu, Türkiye’nin enerjiye olması gerekenden daha fazla TL ödemesi demek olacak. ABD Doları cinsinden enerjiye ödenen para aynı kalsa bile TL karşılığı artacak. Bu da enerjinin pahalanması, enerji maliyetinin artması demek. Türkiye, petrolünü, doğalgazını, kömürünü dolar ödeyerek satın alıyor. Elektrik üretiminin çok önemli bölümü de ithal doğalgaz kullanılarak üretildiği için dolar harcanarak elde ediliyor. Aslında, ABD’nin kaya gazı yataklarını hızla faaliyete alması, Çin ekonomisinin yavaşlaması, ABD ve batı ülkelerinin petrol tüketimlerini artırmamaları, Rusya-Ukrayna krizi ve Rusya ekonomisinin yavaşlaması, petrol fiyatlarının 45 dolarlara kadar indirmişti. Yemen kriziyle yeniden yükselişe geçse de İran’ın nükleer programını sınırlayan anlaşma koşullarına evet demesiyle düşüşe geçen ve halen 55 dolarların altında seyreden ham petrol fiyatları, geçen yıl Haziran ayında 100 doların üzerinde olan seviyenin çok altında satılıyor. Neredeyse yüzde 50’lere varan bir indirime rağmen, akaryakıttaki vergilerin yüksekliği ve doların artması nedeniyle bu indirim yeterince yansımadı. Daha sonra da petrol fiyatları ve dolardaki artış, akaryakıtta zamma sebep oldu. Petrol ürünleri ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, sadece enerji maliyetlerini değil, sanayinin çok kullandığı önemli girdileri de artırıyor. Petrol, plastiğin hammaddesi. Günümüzde plastiksiz bir hayatı düşünmek zor bile değil imkansız. Doğalgaz gübre sanayinde çok kullanılan bir girdi. Türkiye, 2014’de hammadde ithalatına 176,7 milyar dolar ödedi Dolardaki artış, sadece petrol ve doğalgaz maliyetlerini değil, hammadde ve yarıl mamul madde ithalatı nedeniyle girdileri önemli ölçüde etkiliyor. Türk ekonomisi, hammadde ve yarı mamul maddede dışa bağımlı bir ekonomi. Büyük ölçüde ekonomideki aşırı soğuma nedeniyle (büyüme yüzde 2,9) ithalat 2014 yılında geriledi. Dolardaki artış da ihracatı destekledi ve ihracatta artış oldu. Nitekim, 2014 yılında Türkiye’nin ihracatı 151 milyar 803 milyon dolardan 157 milyar 715 milyon dolara çıkarken, ithalatı 251 milyar 661 milyon dolardan 242 milyar 224 milyon dolara indi. İthalatın yüzde 73’ünü ara malları yani hammaddeler oluşturuyor. 2014 yılında ara mallarına 176 milyar 747 milyon dolar ödendi. Yatırım mallarına ödenen döviz 36 milyar dolar (ithalatın yüzde 14,9’u). Tüketim malları ithalatın sadece yüzde 12’sini 29 milyar 23 milyon dolarla oluştururken, diğer mallara 453 milyon dolar (ithalatın yüzde 0,2’si) döviz harcandı. Görüldüğü gibi ithalatın dörtte üçü hammadde ithalatından oluşuyor. Dolardaki yükseliş, hammaddelerin çok büyük bölümü dolarla alındığı için TL olarak hammadde maliyetini artırıyor. Bu da ekonomiye enflasyon olarak yansıyor. Tabii bunun iç piyasaya, daha doğrusu iç üretime de olumlu etkisi oluyor. İçerde üretim yapanlar, ithal mamul mallar pahalandığı için, Türkiye içinde daha rekabet edebilir koşullara ulaşabiliyorlar. Yalnız, bundan ithal girdi kullanarak üretim yapan sektörler yeterince yararlanamıyor. Çünkü yaptıkları ithalat daha pahalı hale geliyor. Nitekim, Çin gibi ülkeler, paralarını olması gerekenin altında tutarak, iç piyasaya destek veriyorlar. İşe ihracat yönünden baktığımızda ise yerli mallar döviz cinsinden ucuzladığı için TL’deki değer kaybı, ihracata doğrudan destek veriyor. Firmalar, döviz bazında daha ucuza ihracat yapabilme olanağı nedeniyle rekabet edebilme seviyelerini artırıyorlar. Dövizdeki yükselme turizm ve navlun sektörlerini olumlu etkiliyor Turizm ve navlun gelirlerine bakıldığında, yani hizmet ihracatı açısından değerlendirildiğinde dolar ve avrodaki yükselişin her iki sektöre de olumlu yansıdığı açık. Bundan dolayı turizm sektörü, her zaman değerli TL istemez. Çünkü, gelirlerini döviz cinsinden elde ederlerken, harcamalarını TL olarak yapıyorlar. Dolar ve avrodaki yükselme sektöre TL cinsinden gelir artışı demek. Bu da doğrudan elde ettikleri kara yansıyor. Dövizdeki yükselmenin borca etkisi Borçlara gelince. Türkiye, devlet borçları açısından büyük bir sıkıntı yaşamıyor. 2014 yılı sonu itibarıyla, kamu net borç stoku 187,4 milyar, Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim borç stoku ise 586 milyar lira olarak gerçekleşti. Buna göre, kamu borçlarının milli gelire oranı yüzde 33,5’i ancak buluyor. Batılı ülkelerin ekonomisi sağlam olanlarının bile yüzde 80-90 seviyesinde kamu borcuna sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda yüzde 33,5 rahatlıkla çevrilebilir bir seviye demek. Fakat, sıkıntı dış borçların yanı sıra iç borçların da önemli bir bölümünün döviz cinsinden olması. Bilindiği gibi kamu gelirlerini, yani vergileri ve diğer gelirleri TL cinsinden topluyor. Döviz cinsinden borç, eğer TL değerinde gerileme olursa, borcun TL cinsinden karşılığının artması demektir. Özel sektörün dış borç stoku ise kamudan çok daha kötü durumda bulunuyor. Türkiye brüt dış borç stoku, 2014 yılı sonu itibarıyla 402,4 milyar ABD Doları düzeyinde. Özel sektör borçlarının toplam dış borç stoku içindeki payı 282,2 milyar ABD Doları ile yüzde 70,1’i bulurken, kamu kesimi borçlarının payı 117,7 milyar ABD Doları ile yüzde 29,2’de kalıyor. Merkez Bankası borçlarının toplam dış borç stoku içindeki payı ise 2,5 milyar ABD Doları ile yüzde 0,6’ya kadar inmiş durumda... Türkiye net dış borç stoku, 2014 yılının Aralık ayı sonu itibarıyla 243,7 milyar ABD Doları olarak gerçekleşti. TL’deki değer kaybı açık pozisyonları vuruyor Finansal kesim dışındaki firmaların 2014 yılı sonunda net döviz pozisyon açığı 183 milyar 243 milyon dolar seviyesinde bulunuyordu. Kısa vadeli net pozisyon açığı ise 12 milyar 760 milyon dolardı. Finansal kesim dışındaki firmaların net döviz pozisyon açığı her ne kadar 2015 Ocak ayında 177 milyar 452 milyon dolar seviyesine inse de hala çok yüksek düzeyde seyrediyor. TL’nin değer kaybetmesi, döviz fiyatlarının artması doğrudan açık pozisyonları vuruyor. Döviz borçlarının TL karşılığı artıyor, borçlular TL olarak artan borçları nedeniyle sıkıntıya düşüyor. Merkez Bankası 2014 Finansal İstikrar Raporu’na göre, Borsa İstanbul'da işlem gören 317 şirketten yüzde 58’i olan 185’inin açık döviz pozisyonu var. Açık pozisyonu olan 44 şirketin döviz geliri yok. Kur riski yüksek sektörler elektrik üretimi yapan firmalar ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları. Açık pozisyonunuz varsa büyük sıkıntı içindesiniz demektir. Örneğin, bir yatırım için geçen yıl bu zamanlar, 10 yıl vadeli 100 milyon dolar kredi almışsanız. Bunun TL karşılığı 214 milyon lira demektir. Krediniz aynı kalmak üzere, dolardaki artış nedeniyle bu kredinin şu andaki karşılığı 260 milyon liraya çıkmış ve siz sadece kur artışı nedeniyle 46 milyon lira zarar etmişsiniz anlamına geliyor. Bunun üzerine bir faizi eklerseniz zararınızın boyutlarını artık siz düşünün. Böyle bir ortamdan yatırımların etkilenmemesi düşünülebilir mi? Merkez Bankası’nın sıkıntısı İşte tam burada Merkez Bankası’nın sıkıntısı başlıyor. Büyüme yüzde 2,9’a düşmüş durumda. Bir kesim, büyümenin artmasını istiyor. Büyüme artınca, istihdam artacak, işsizlik düşecek, üretim ve yatırım artışı olacak, hane halkı gelirleri düzelecek. Kar oranları artacak. Diğer kesime göre, Merkez Bankası faizleri düşürürse, ekonomi ısınacak, ithalat artacak, döviz sıkıntısı baş gösterecek, borçlar çevrilemez hale gelecek, şirketler batacak, işsizlik artacak. Hem büyüme hem istikrarı isteme özellikle dünyadaki ekonomik yavaşlama, döviz kıtlığı dönemlerinde mümkün değil. Ya büyümeyi ya da istikrarı seçeceksiniz. Merkez Bankası da şimdilik istikrarı seçmiş gibi görünüyor. İçinde bulunduğu dönemde başka türlü bir davranışa da cesaret edemiyor. Nitekim, en son 17 Mart 2015 tarihinde Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını yüzde 7,5’de sabit tuttu. Para Politikası Kurulu, yüzde 10,75 olan faiz koridorunun üst bandı olan gecelik marjinal fonlama oranını, yüzde 10,25 olan açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkanı faiz oranını, yüzde 7,25 olan Merkez Bankası borçlanma faiz oranını, yüzde 0 (sıfır) olan Bankalararası Para Piyasası’nda saat 16.00-17.00 arası gecelik vadede uygulanan borçlanma faiz oranını, yüzde 12,25 olan borç verme faiz oranını değiştirmedi. Açıklamasında da "Öte yandan küresel piyasalardaki belirsizlikler ve gıda fiyatlarındaki artışlar para politikasındaki temkinli yaklaşımın sürdürülmesini gerektirmektedir. Önümüzdeki dönemde para politikası kararları enflasyon görünümündeki iyileşmenin hızına bağlı olacaktır" denildi. Yani Merkez Bankası temkinli yaklaşımını sürdüreceğini, faizlerdeki değişikliğin enflasyon görünümündeki iyileşmenin hızına bağlı olacağını net olarak vurguladı ve istikrardan yana tavrını koydu. Zaten Merkez Bankası'ndan da başka bir duruş beklenemezdi.
Editör: TE Bilisim