Birsen GÜRDİL / Dünya turizminin artık güneş, kum plaj olmadığı yeni alternatiflerin çok daha değişik yönleri ile ele alınması gerektiği ortaya çıkmıştır. Beş, altı hafta yedi yıldızlı ultra lüks otellerin yanında ülkemize gelen yabancılara başka başka etkinlikler sunamazsak pek para kazandık diyemeyiz. Mutfak zenginliği, termal suların verdiği inanılmaz güzellik, sağlık, sportif imkânlar örneğin Golf, tenis, yamaç paraşütü, yürüyüşler, av partileri, tarihi yapıları ziyaret, otantik düzenlemeler gibi, gelen gezginlerin devamlı ilgisini çekecek aktivitelerle turistin rahatının yanı sıra cebine de hitap etmek gerekmektedir. Son yıllarda pek çok ülke şehirlerinde bulunan muhteşem müzelerine daha çok yabancı çekebilmek için yeni bir uygulamaya başlamışlardır. Müze kafeler, müze restoranlar, ziyaretçilerin midesine de hitap eden bu düzenlemeleri günümüzde başta Londra’nın dünyaca ünlü British Museum olmak üzere, Pariste Loure, Madrid’de Prado müzeleri dünyanın en iyi müze restoranları olarak tanınmaktadır. Her ne kadar sanat ruhun gıdası ise mideyi de boş bırakmamak için müze restoranları bulundukları şehrin kalburüstü lokantaları ile yarış halindedir. Üstelik fiyatlarda gayet makul tutulmaktadır. Yeme-içme dergileri bu yarışta geri kalmayıp yayımladıkları pek çok ilaveli neşriyatlarında dünyanın en iyi müze restoranlarını seçme alışkanlığını sürdürmektedir. Stockholm’daki Vasa Müzesi, Hollanda, Amsterdam-Rijksmuseum’daki Rijk Fransa-Paris, Fondation Louis Vuitton’daki Le frank, ve İtalya Milano Museo del Noveccento’daki Giamo müzeleri sundukları lezzetlerle Avrupa’nın en ünlü müze restoranlarıdır. Avustralya-Sydney Çağdaş Sanat Müzesi’nin MCA kafesi ile Japonya-Tokyo’daki Hara Çağdaş Müzesi’ndeki Cafe d’Art’da dünyanın sayılı müşteri, yani turist ağırlayan işletmelerdir. Dünyanın ünlü kentlerinde yer alan müzelerin diğer bir özelliği ise mimari yapılarının olağanüstü bir yapıya sahip olmalarıdır. Mesela İspanya’nın kuzey kenti Bilbao sıradan bir şehirken, modern sanat müzesi olarak yapılan bina öylesine muhteşem oldu ki Guggenhcim adı ile tanın bu binayı Avrupa’da hatta dünyada duymayan kalmamıştır. Ayrıca gösterişli bir lokantasının yanında müze sanat eserleri bakından öyle göz dolduran bir yer değildir. Ne var ki müze içindeki Nerua adlı lezzet sunan lokantası ile dünyada ilk 20 müze içinde yer almaktadır. Ülkemizde de bazı müzelerimizin hemen hemen içinde sayılacak lezzet sunan lokantalarımız bulunmaktadır. Müzecilikte o kadar tarihi eserlerimiz olmasına rağmen pek ileri gitmiş sayılmayız. Elimizde teşhir için bekleyen yüzlerce antik obje mahzenlerde çürümektedir. Oysa metropol bir şehir olan İstanbul’a dünya çapında bir müzenin yapılması şarttır. Bu arada ecdadımızdan kalan nice pala biçilmez eserler ya el altından veya müzayede salonlarında sırf etrafa hava basmak için yüklü paralar ödenerek alınan eserler vardır. Nitekim daha geçen gün ünlü koleksiyoner Geri Benardate, Osmanlı devrinin arayıp ta bulunmayan kıymetli tabloları ve Sultan II. Abdulhamid tarafından dönemin Avusturya Kralının kızına düğün hediyesi olarak verilen 35 karatlık elmasla süslenmiş Anka Kuşu broş 90 bin TL’den satılmıştır. Yine saray ressamı olarak tanınan Fausto Zonaro’nun “Üsküdardan sandala binen fecali cariyeler” isimli eseri 600 bin, “Süleymaniye Camii önünde” adlı tablosu ise 275 bin TL’ye kim oldukları bilinmeyen meraklılara satılmıştır. Benardate’nin elinde halen Osmanlı döneminden kalma 800 değerli tablonun bulunduğu ve bunları müzayede salonlarında satacağı bilinmektedir.