Henüz yeni evliydik. Şartlarımız büyük şehirde yaşamamızı engelliyordu, ikimiz de ilk öğretmenlik başvurumuzun doğuda bir yer olmasını kararlaştırıp tayinimizi istedik. Tayinimiz çıktığında iki valizle ilk görevimiz olan Ağrı›nın Patnos ilçesine soğuk bir sonbahar sabahı ulaştık. Yaşaması zor da olsa bu kasabada yeni hayatımıza alışmış, öğrencilerimizle kaynaşmıştık. Yeni bir sınıf yapabilmek için uğraş verdiğim günlerde civar köyleri geziyordum. O yıllarda (1968) yollar her köy için açık değildi. At üzerinde ulaşım sağlanıyordu. Ben de at üzerinde köye ulaşmaya çalışıyordum. Köy uzaktan gözükmüştü. Tam o sırada yolu boydan boya kesen koca bir yılan bindiğim atı ürküttü. Şaha kalkan at beni üzerinden fırlatarak ters istikamette koşup gözden kayboldu. Düşüşüm esnasında kafamı korumak amacıyla ellerimle kafamı tutup ayaklarımı karnıma doğru çekmiştim. Kendime şiddetli bir acıyla geldim. Sağ ayağımın dizden aşağısı tutmuyor, bileğimin hemen yukarısından ise kan fışkırıyordu. Bütün gayretimle kemerimi çıkararak yaranın biraz üzerinden sarıp beklemeye başladım. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, soğuk ve acının şiddetiyle kendimden geçiyordum ki gözlerimin önüne eşim geldi. Evimizde sobayı yakmaya çalışıyordu. Acı içinde bilinçsizce bağırdım: «Bırak şimdi sobayı, ben ölüyorum!» Hemen kendime geldim. Acı ve soğuktan çıldırıyordum. Galiba en az yirmi kilometrelik bir yol vardı aramızda nasıl duyabilirdi? Hava kararmaya başlamış, ben ise atın fırlattığı la kaplı çalıların arasında ölümü bekliyordum. Birden eşimin ve öğretmen arkadaşım Sadri›nin sesini duydum me, «Az kaldı köye, merak etme, yenge!» diyordu. Soğuktan yanan dudaklarımı açarak son bir gayretle bağır* «Ben buradayım.» Eşim sobayı yakarken birden içine bir sızı düşmüş ve nim başıma bir şey geldiği hissine kapılmış. Arkadaşıma ısrar ederek gittiğim köye gelmek istemiş. Bunun adına altıncı his diyoruz ya da telepati; her ne denirse densin, eğer vakit gelmediyse Allah yardımcımız oluyor. Kemal GÜL İstanbul