Utku ŞENSOY Ekonomik sorunların çığ gibi büyüdüğünü, tehlike çanlarının bu kez de ülkemiz için çaldığını söylemek için iktisatçı ya da ekonomi profesörü olmaya gerek yok. Hemen hepimiz bu topraklarda yaşamımızı sürdüren bireyler olarak, imkanlarımız dahilinde evini barkını geçindirmek, faturalarını ödemek ve ay sonunu denkleştirmek zorunda olan vergi mükellefleriyiz. Dolayısıyla da yaşam koşullarından, ekonomik sorunlardan ve hayat pahalılığından özetle ülkede olup bitenden iyi kötü haberdarız. Dünyanın önde gelen ekonomileri mercek altına alındığında ana hedefin; kaynak yaratmak, yabancı yatırımları çekmek, istihdam yaratmak, katma değerli üretime yönelmek, güçlü bir ulusal para ve halkını işsizlik enflasyon vb. sıkıntılardan kurtarıp eğitim, sağlık ve benzeri yaşamsal konularda refah düzeyine eriştirmekolduğu görülecektir. Özetle bu ülkelerin, sosyal devletin gerektirdiği tüm yükümlülüklerini yurttaşları arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin yerine getirmenin çabası içinde olduklarını görmekteyiz. Batı’da hal böyleyken bizdeki tabloya bakınca aradaki uçurumun ne denli derin olduğu görülecektir. Dünyada artık, “taşıma suyuyla ekonomi değirmenini döndürmenin yaniborçlanarakgünü kurtarmanın pek de mümkün olmadığını görüyoruz”. Gelişmekte olan ülke ekonomilerinin vazgeçilmezi olan yabancı yatırımlar için; “istikrarlı bir yönetim ve uluslararası güvenilirlik” koşulları yerini çoktan daha karmaşık yeni kriterlere bıraktı. Yenidünya düzeninde yabancı yatırımları çekmek için yeni kriterler ön plana çıkmakta. Bunların en başında da;“yönetimlerin,demokrasiye ve onun vazgeçilmezleri olan hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı ilkesi ve basın özgürlüğünün yanı sıra düşünce ve ifade özgürlüğü gibi evrensel kurallara sıkı sıkıya bağlılığı geliyor”. Eğer bir ülke yönetimi bu ilkelerde bir zafiyet gösterip bazı sıkıntılar yaşarsa, ürkek yabancı yatırımlar yüksek kazançlarından imtina edip oraya bulaşmadan, daha az kazançlı ülkelere gitmeyi tercih ediyor. İfade ve basın özgürlüğünden söz ederken, bu konudaki önemli göstergelerden biri olan, Sınır Tanımayan Gazeteciler› in (RSF) her yıl yayınladığı “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi” negöz atmakta yarar var. Hatırlarsanız 2018 yılına ilişkin son endekste Türkiye iki basamak gerileyerek 180 ülke arasında 157’nci sıraya düşmüştü. Basın özgürlüğünün gerilediği tek ülke tabii ki de Türkiye değil. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nin son sıralarında Arap ülkelerini görüyoruz. Bu ülkelerde basın özgürlüğü konusunda ciddi bir sorun olduğu çok net biçimde görülüyor. Arap ülkelerindeki gazeteciler ülkelerindeki yönetimlerin siyasi kıskaçları altında baskılardan bunalıp, zor koşullar altında çalışıyor. Endekse göre, en iyi durumda olan Arap ülkesi Tunus. Tunus o listede 97'inci sırada Lübnan ise 98'inci sırada yer alıyor. Katar 125'inci, Mısır 161'nci, Bahreyn 166'ncı, Yemen 167'inci, Suudi Arabistan ise 169'uncu sırada. Çarpıcı olan, bu ülkeler karşılaştırıldığında, ekonomik durumları ile basın özgürlüğü arasında bir bağlantı olmadığı görülüyor. Arap dünyasının en yoksul ülkelerinden Yemen, zengin Suudi Arabistan›ın önünde yer alıyor. Demek ki basın özgürlüğü konusu ekonomik koşullardan çok ülkelerdeki siyasi iklim ve kültürle ilgili. Sonuç olarak, dünyanın önde gelen ekonomileri arasında yer almak, kaynak yaratıp yabancı yatırımları çekmek, istihdam yaratmak, katma değerli üretime yönelmek, güçlü bir ulusal para, işsizliğe son vermek enflasyonu dizginleyip halkı sıkıntılardan kurtarmak istiyorsak; Cumhuriyet ile yönetilmek ve ülkede demokrasi olduğunu söylemek artık yeterli gelmiyor. Siyasi söylemlerin ötesinde evrensel bazı değerlerin ülke yönetimlerince içselleştirilmiş ve harfiyen uygulanıyor olması gerekiyor. Bunlar; “Hukukun üstünlüğü-güçler ayrılığı-düşünce ve ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü”.