Türkiye’de her şeyin gündemi olur, ama buna siyaseti dâhil edemezsiniz. Nedeni de çok basit… Günü gününü tutmayan bir politika anlayışı, sonunda toplumu ilkesizliğe götürüyor.. İlkesizliğin neticesi ise tutarsızlık..

Günlük siyaset alışkanlığından vazgeçemediğimiz müddetçe, mükemmele ulaşmamız hayalden öteye gidemez. Tutarsız ve ilkesiz siyaset, hangi partide olursa olsun, siyasetçi yetişmesini de engeller.

Bunu basında da görmek mümkün. İlkeli ve tutarlı bir gazete olmayınca, gazeteci de olmuyor.

Söyler misiniz bana, ilkeli ve tutarlı kaç gazeteci var. Belki bir elin parmakları kadar. Yanlıyla yandaşlık arasındaki farkta da belki bu gerçek yatıyor.

Kendimden misal vereyim. 68 senelik ve basın şeref kartı sahibi bir gazeteciyim. Önemli devlet görevlerinde bulundum. Ama kimsenin yanı ve yandaşı olmadım. Kimseye de biat etmedim. Bir kooperatif sayesinde 64 yaşında bir daire sahibi olabildim. Halimden de hiç şikâyetçi değilim. Onur ve gururuma kimse dil uzatamadı. İstesem köşeyi dönemez miydim? Şu sözü hiç unutmadım:

"Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.."

Toplumun her kesiminde, biraz önce belirtmeye çalıştığım acı gerçeklere rastladıkça, umutsuzluğa ve yeise düşmemek elde değil. Biz bu kadar mı duyarsız olduk? Sanki kendimizi, daha önce var olan kişiliğimizden tecrit etmiş gibiyiz.

Şunu üzerine basa basa vurgulamak istiyorum:

His toplumundan, şuur ve mantık toplumuna geçemediğimiz sürece, çıkmazlardan kurtulamayız.. Şuurlu ve mantıklı siyasetçi, gazeteci olamayacak mıyız? Daha önce sahip bulunduğumuz meziyetlere, hasletlere yeniden kavuşmak için daha ne kadar bekleyeceğiz? Aklı ve basireti, duygularımıza hâkim kılma noktasında, ne zaman silkinip kendimize geleceğiz?

"Biz bize benzeriz." Anlayışından ve alışkanlığından kurtulmanın yolu "Biz, biz gibiyiz.." olmaktır: Bunu başarabiliriz. Başarmaya da mecburuz. Herhalde balığın kavağa çıkmasını bekleyecek değiliz. Kendi göbeğimizi kendimiz kestiğimiz gün, balığın kavağa çıkmasına hacet kalmayacak.

Şuurlu ve mantıklı bir toplumun önünde kimse duramaz. Şuur, mantık ve basiret, bizi iyiye, güzele ve mükemmele ulaştırır. Tabii doğruya da..

Şuur, mantık ve basiret, yeniliğin de, yenileşmenin de ve değişimin de anahtarıdır.

Türkiye, bu süreçleri daha önce yaşamadı değil. Kendimiz, bu süreçlerden geçen kendimiz gibi olduğumuzu, yeniden yaşamanın sırrına sahipliğini yeter ki unutmasın.

Siyaset konusunu işlerken, siyasetçiyi harmanlayan partileri atlamak mümkün mü? Özellikle 157 yıllık siyasi yapılanmanın geçirdiği aşamalardan sonra bugün gelinen noktaya vurgu yapmak istiyorum.

Siyasi partilerin iç yapıları itibariyle kitle ve kadro partileri şeklinde bir tasnife tabi tutarken, ideolojik örgütlenmeleri de dikkatten uzak tutamayız.

Başlıca siyasi partilerin büyük çoğunluğunun milli nitelikte olduğunu hemen belirtmek gerekir. Bölgesel tanımda partiler bulunduğunu da görmezden gelemeyiz.

Türkiye, partileşme açısından sağdan sola geniş bir yelpazeye sahiplik açısından çok farklı bir özellik gösterir.

Şu bir gerçek ki, Türkiye’de bir partiler emperyalizminin varlığından söz edilemez. Zira partilerin hemen hemen tamamı demokratik zemine oturma özelliği gösterirler.

Özellikle şunu sormadan geçemeyeceğim. Siyasi partilerin de his değil, şuur toplumu olarak yapısal bir değişimi gerçekleştirmeleri gerekmez mi? O zaman siyasetçiler de şuur, mantık ve basiret üçgeninin nirengi noktaları olabilirler.

Bu bağlamda siyasetçi de, siyasi parti de, yükseliş sürecinin simgesi haline gelebilirler.