ANKARA (ANKA) -İlhanTaşçı ve Okay Konuralp, dün Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne; Halk TV'de Ayşenur Arslan'ın porgramına katılan Gazeteci Hüsnü Mahalli ve TELE 1 'e konulak olan İlahiyatçı Cemil Kılıç'ın sözleri nedeniyle RTÜK'ün 5 gün yayın durdurma cezası vermesi kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemleri ile dava açtı. Cezaların Anayasa ve yasalara aykırı olduğuna dikkat çeken Taşçı ve Konurlap, "Usule ve yasaya açıkça aykırı nitelikteki kararın öncelikle yürütmesinin durdurulması ve netice olarak da iptali istemli işbu davanın açılması zorunluğu doğmuştur. Üst Kurul tarafından değerlendirilen programa ilişkin uzman raporunda, değerlendirmelerin resmi açıklamalarla çeliştiği; kamuoyu gündemi ile uyumlu olmadığına yönelik tespitler yapılmış olması da gazetecilik açısından hayli sorunlu bir bakıştır" dediler. Taşçı ve Konuralp, dava dilekçesinde özetle şu görüşleri savundular: -Gazetecilerin yazacakları, söyleyecekleri ve yorumlarının resmi açıklamalar dışında olamayacağına ilişkin bir yaklaşım, belli bir merkezde masa başında hazırlanan metinlerin gazetelere ya da televizyonlara aktarılması anlamına gelir ki, evrensel anlamda bu faaliyete de gazetecilik denilemez; PR çalışması olur bunun adı. Edebiyatçı ve gazeteci George Orwell’in evrensel gazetecilere de yol gösteren “Gazetecilik birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, girişi halkla ilişkilerdir” sözü dikkate alındığında, gazetecinin hangisini seçeceği kişisel bir tercihtir. Evrensel ilkeler açısından gazeteciden beklenen, yazdıklarının, söylediklerinin birilerinin hoşuna gitmese bile ısrarla yazması ve söylemesidir. Bu nedenle bir gazeteci, eleştirilemez, yargılanamaz, hele hele hükümetin resmi politikalarına aykırı, karşıt söylemler geliştirmesi nedeniyle bir televizyon kanalının ekranının 5 gün karartılması basın özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü ve demokrasi açısından düşünülemez. -Kamuoyu gündemi ile uyumlu yayın” anlayışı ise tam anlamıyla istenilenin konuşulması, yazılması, istenilmeyenin ise duyurulmaması anlayışını öne çıkartır ki, bunun da demokrasilerde yeri yoktur. Gazeteciler kendi gündemlerini, kendi bakış açılarıyla belirler ve o doğrultuda çalışmalarını sürdürürler. İstenileni yazan, istenmeyeni görmezden gelen bir anlayışa gidilir ki, bunun da düşünce ve özgürlüğünün anayasal koruma altına alındığı demokratik bir hukuk devletinde yeri yoktur. Söz konusu programdaki yorum ve değerlendirmeler, eleştiri sınırları içinde olup herhangi bir hakaret, tehdit, aşağılama içermemektedir. -Eğer gazeteci ve televizyoncular yalnızca resmi görüşe yer verecek ve bu görüşü de hiçbir şekilde eleştiremeyecekse, şu an RTÜK’ün denetiminde olan 1700 radyo ve televizyonun varlığı anlamını yitirecektir. Eğer amaçlanan çok kanallı tek sesli Türkiye ise tüm televizyonların fişleri çekilir, lisansları iptal edilir ve şu an bu görevi yasasına aykırı bir şekilde sürdüren TRT yayınları üzerinden bu amaç gerçekleştirilir. Eğer beklenen; bu iktidarı sorgulayan, eleştiren, yeri geldiğinde yanlışlarını haberleştiren, doğruların izini sürerek özgür ve özgün yayıncılık yapmaya çalışan kanalların sesleri kısılarak, iktidar propagandası yapan kanallara izleyiciyi yöneltmekse bunun da bu çağın gelişmişliği, teknolojik gücü ve her türlü bilgiye, habere ulaşım kanallarının çokluğuyla gerçekleşmeyeceği aşikardır. Hal böyleyken sırf siyasal iktidarın politikalarını eleştirdiği için bir program nedeniyle, program bazında uygulanabilecek tedbirler yerine kanalın tüm yayınlarına karartma uygulanması hukukla, basın özgürlüğüyle açıklanamaz. -Gazetecilerin varlık nedeninin halkın gerçeklerden haberdar olması ve gerçeğin haberini alması olduğuna dikkat çekilen başvuruda, haber alma hakkının basın özgürlüğünden, düşüncenin yayılmasından bağımsız düşünülemeyecği vurgulandı. Taşcı ve Konurlap, dilekçelerinde şunları kaydetti: -Hem Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun dava konusu kararına muhalefet eden üyeler olarak ve hem de Sarı Basın Kartı sahibi gazeteciler olarak söz konusu işlemin iptali ve yürütülmesinin durdurulması talebiyle işbu davayı açmak zorunluğu doğmuştur. Zira RTÜK Üyeleri olarak basın özgürlüğü ve düşüncenin yayılması özgürlüğünün güvence altına alınması yasal görevimizdir. İfade özgürlüğünü ve düşüncenin yayılması özgürlüğünü güvence altına almak her RTÜK Üyesinin görevleri arasındadır. RTÜK’ün hem denetleme hem de düzenleme görevi vardır. Düzenleme görevi, özgür yayıncılık ortamını oluşturma, yayıncıların karşılaşacağı olası engelleri ortadan kaldırma ve haber alma hakkına tüm yurttaşların erişimini de kapsamaktadır. -RTÜK’ün aldığı son karar, hükümete dönük eleştirilerle devlete yönelik yapılan söylemler arasındaki ayrımı yapmadığı/yapamadığı eleştirilerini ve tespitlerini daha güçlü hale getirmiştir. Dava konusu işlem açıkça hukuka aykırıdır ve uygulanması halinde gerek yayıncı kuruluş, gerek kamuoyunun haber alma özgürlüğü ve gerekse Anayasa ve İnsan Hakları alanındaki uluslararası mevzuat ve yargı kararları ile güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü ve keza basın özgürlüğü açısından telafisi güç ve imkânsız zararlar doğacaktır. İYUK.’nun 27/2. Maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmiştir. Bu yönüyle basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkına yönelik doğrudan doğruya karartma anlamına gelecek kararın uygulanmasıyla oluşacak telafisi güç sonuçların ortaya çıkmaması bakımından Üst Kurul kararının yürütmesinin durdurulmasını talep ederiz. TAŞÇI: 83 MİLYON YURTTAŞ ADINA BU DAVAYI AÇTIK RTÜK Üyesi İlhan Taşçı, davayı 83 milyon adına açtıklarını belirterek, şu görüşleri dile getirdi: " RTÜK son dönemde aldığı kararlarla basın ve düşünce özgürlüğü, ifadenin yayılması ve haber alma hakkına ilişkin dar bir bakış açısıyla hareket ettiğini göstermektedir. RTÜK’ün son olarak TELE 1 ve Halk TV’ye verdiği 5’er günlük ekran karartma cezası; salt bu yayıncılara yönelik olarak değerlendirilemeyecek kadar önemlidir. Ulusal düzeyde yayın yapan televizyonların ekranlarının 5 gün boyunca “karartılması” doğrudan doğruya basın ve düşünce özgürlüğü ile yurttaşların haber alma hakkına yönelik ciddi müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kararlara sadece bu durumdan etkilenen yayıncılar açısından bakılamaz. Türkiye’nin özgürlüklere bakışını ve dünyadaki saygınlığında önemli bir parametre de olacak bu kararların mutlaka ama mutlaka Türk Milleti adına karar veren yargı denetiminden geçmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Üst Kurul Üyesi olarak, görevlerimiz arasında basın özgürlüğü, düşünce ve düşüncenin yayılması özgürlüğünün sağlanmasının da yer alması nedeniyle 83 milyon yurttaşımız adına bu davayı açtık. Mahkemelerin bu davaya Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında güvence altına alınan basın ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde bakmasını umut ediyoruz."