►“Fatih hocam bana bir baba şevkati ile davrandı. Benim için çok doğru hamleler yaptı. Ehliyetim yoktu ve ben araba kullanıyordum. Bunu öğrenince bana arabayı yasakladı” diyen Emre, oynadığı kulüplerde liderliği oynadığını açıkladı. ►İşte FourFourTwo'nun, "Karşısındaki kişinin yüzünün kızarmasından çıkarım yapacak kadar gözlemci, sahip olduğu şöhreti bir buğu olarak tanımlayacak kadar gerçekçi, onuruna yapılan heykelden kimseye bahsetmeyecek kadar da mütevazı! Gerçek Emre’yi tanımaya hazır mısınız?" diyerek girdiği röportajdan çarpıcı kısımlar: Beş kişiler. En büyüğünün yaşı en fazla 14. Başakşehir Tesisleri’nin giriş kapısının karşısındaki duvarın dibine konuşlanmış bekliyorlar. Tesise giren arabaların birinden bekledikleri kişinin indiğini gördüklerinde telaşla hep bir ağızdan bağırmaya başlıyorlar: “Emre abiiii!”, “Emre abiii!”, “Emre abi lütfen!” Belli ki civarda oturan akranları, daha önce aynı taktiği kullanarak istediğini almış. Onlar da çok zorlanmıyor. Emre abileri isteklerini ikiletmeden tesise gidip formalarını getiriyor. Bu çocukları tanıyoruz. Yaş gruplarının profilini değil, doğrudan kendilerini! Yaklaşık 1 saat önce, tesislerin hemen yanında; röportajı beklerken oturduğumuz kafeye gelip, garsona “Bize nargile!” diyen, garson abilerinin “Hadi bakayım oradan! Yok size nargile filan!” diyerek kafeden çıkardığı çocuklar. Kıyafetlerinden ve yanlarında bir yetişkin olmadan gezebilmelerinden, yetiştikleri sosyal kesim hakkında aşağı yukarı bir çıkarım yapmak zor değil. En hırslı, en istekli futbolcuların bu kesimde yetiştiğini bilmek de… Onların hikayeleri, belki sırtlarında “Belözoğlu” yazan formalarla başlayacak. Belki Emre sayısız gencin hayatına dokunduğu gibi onların da hayatlarına bir şekilde dokunacak. Hem de bizim de röportaj yapana kadar diğer yüzünü görmediğimiz gibi hiç bilmeden… İşte Emre’yi yakından tanımak ister misiniz sözümüzün açıklaması... Liderliğe alışık bir oyuncusun. Başakşehir’e gelirken bunu yaşamayı bekliyor muydun? Futbolcu profilime uygun olduğunu düşündüğüm için, bugüne kadar hep önde oynamayı tercih eden takımlarda oynadım. Başakşehir’e geldiğimde Abdullah Avcı’nın ve oyuncuların reaksiyonu da bu yöndeydi. Benim de dahil olmamla birlikte daha çok önde oynamaya çalışan bir takım ortaya çıktı. Sezon başında oynadığımız çok zorlu dört maçın tamamından hakkını vererek ayrıldık ve o maçlar şu an ligdeki konumumuza gelmemizi sağladı. Yola lider olmak için çıkmadık ama takımdaki oyun gücünü gördükten sonra buna inanmaya başladım. İki sene önce imza atarken şampiyonluğa oynamak; Beşiktaş’la, Galatasaray’la kafa kafaya mücadele etmek gibi hedeflerden ziyade ligi ilk dörtte bitirmek, Avrupa Ligi’ne gitmek gibi daha gerçekçi hedefler koymuştuk. İşine daha kolay konsantre olmanı mevcut durum sağlıyor mu? Olumlu ve olumsuz anlamda taraftarla yaşayan bir oyuncu değilim. Ama özellikle iç saha maçlarında taraftarın desteği olsa ayrı bir motivasyon kaynağı edinebiliriz. Bu takım bunu fazlasıyla hak ediyor. Abdullah Avcı’yla nasıl bir ilişkin var? Her şeyden önce çok samimi. Konuşurken yüzü kızarır, söyledikleriyle karşısındakini etkiler çünkü yapmacık değildir; içinden geldiği gibi hareket eder ama aynı zamanda da oyuncusuyla mesafelidir. Benim gözümde oyuncusundan geri bildirimi en iyi alan teknik direktör o çünkü oyuncusuna yaklaşırken birçok parametreyi göz önünde bulundurur: Psikolojik durumunu, aile yaşantısını, bir önceki antrenmanını, sakatlık durumunu… Şöhret senden neler götürdü? Hâlâ götürmeye devam ediyor mu? Şöhretin bir tılsımı var, hemen her futbolcu bunu yaşamıştır. Bir anda sokaktaki insanlar sizi tanır, parmakla gösterir ve siz de memnun olursunuz. Bazı insanlar zamanla onsuz yaşayamaz hâle gelir; ki bu da şöhretin zehirli yanı! Sevdiğim birçok insanda buna şahit oldum. Sokağa çıktığımda hiç hak etmediğim kadar sevgi de gördüm, hiç hak etmediğim kadar nefret de! Bunların tamamı camı tutan bir buğu gibi; yani sildiğinizde geçecek şeyler. Gerçek hayatı görmek için sadece elimle o buğuyu silmem gerekiyordu. Bu şekilde daha mutlu olabileceğimi fark ettim. Çocukluğumda trenle idmana giderken karşımda oturan iki adamın gazetenin arkasında benim fotoğrafımı görüp, bir gazeteye bir bana baktığını hatırlıyorum. “Evet, o benim!” demiştim. Şimdi artık kamufle olmak istiyorum. Bazı şeyleri çok küçük yaşta yaşamaya başladığım için özellikle özel hayatımda kendime özgü tecrübelerim var. Daha durağan bir hayat yaşamak, magazin haberlerinden uzak kalmak, işimle anılmak istiyorum. Böyle daha mutluyum. Abi saydıkların sana saha içinde de sert davrandıklarını anlatıyor. Hatta bilerek düşürdükleri bile olurmuş! Neye sinirleniyorlardı? Bacak arası attığımda, çalım attığımda çok sinirlenirlerdi. Sonra enseye bir tokat, bacağa bir tekme, düşürürlerdi beni! Alışkındım ama. 14 yaşımda Zeytinburnuspor’da A takıma çıktığımda da başıma aynı şeyler geliyordu. Hatta o zaman terlik yok, takunya fırlatırlardı! Ben de o dönemin son temsilcilerinden olduğum için burada gençler benden biraz çekinir çünkü zamanında bu yüzden ben de hatalar yaptım. Şöhret, futbolcular için zeminin kaygan olduğu bir ortam hazırlıyor. Galatasaray’daki abilerimin yaklaşımları beni çok törpüledi. O havalı, afralı tafralı oyuncudan disiplinli bir oyuncuya dönüştüm. Fatih Terim’in bundaki katkısı neydi? Saha dışında seninle çok uğraştı mı? O da bana çok sert davranırdı ama bir baba şefkati de vardı. Çok iyi bir motivasyon ustasıdır ve genç oyunculardan ne alabileceğini çok iyi bilir. Benim için çok doğru hamleler yaptı. Birçok oyuncuda olduğu gibi bende de çok emeği var. Mesela daha ehliyetim yokken kendime bir araba almıştım, ailemden kaçak! Sonra Fatih hoca bir anda altımdan arabayı aldı. Yurt dışına ilk çıktığında nasıl bir heyecan yaşamıştın? Valizime ilk koyduğum şey bir takım elbiseydi ve o benim ilk takım elbisemdi. Özellikle almıştım. 40 derece sıcağa rağmen! Okan Buruk “Ben bu sıcakta takım elbise giyemem!” dedi. Ben de “Abi, orası İtalya! Böyle giyinmek lazım” dedim. Beni dinlemeyip şort giydi, ben kararımdan dönmedim! Gittiğimizde bi’ baktım; bütün oyuncular şortla, atletle geliyor! Okan abiyle İtalya’daki her günümüz çok güzel geçti. Benim için mükemmel bir tecrübe oldu. Inter’den ayrılma kararım, “Keşke” dediğim birkaç şeyden biridir. Fenerbahçe’nin teklifinde sana cazip gelen neydi? Neyi düşünerek ani bir dönüş kararı almıştın? Eşim Tuğba, o dönem nişanlımdı. Bu yüzden kulüpten ayrılmak istiyordum ama göndermiyorlardı. Zaten Fenerbahçe dışında her yerden kendi isteğimle ayrıldım, sadece Fenerbahçe beni gönderdi. Yurt dışında sekizinci yılımdı ve artık zor gelmeye başlamıştı. Tuğba’nın yurt dışında yaşamakla ilgili endişeleri vardı, annem dönmemi çok istiyordu, Aziz başkan çok istiyordu… Ben de dönemin Galatasaray Başkanı Adnan Polat’la görüştüm çünkü onlara bir söz vermiştim, “Türkiye’ye dönmek istediğimde ilk size söyleyeceğim” demiştim. Onlar beni düşünmediklerini söylemişlerdi ve ben de Fenerbahçe’ye gitmiştim. Hâlâ çok doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Fenerbahçe’de oynamak çok büyük bir ayrıcalıkmış, bunu çok net bir şekilde hissettim. Özellikle de sokakta. Fenerbahçe taraftarının samimiyetini başka hiçbir takımın oyuncusu hissetmemiştir. Kimse yanlış anlamasın, Galatasaray’da da çok güzel günlerim geçti. Bugünlere gelmemi sağlayan Galatasaray’da almış olduğum eğitimdir ama Fenerbahçe’de oynamak ayrıcalıktı. “Şunu da beceremedim” dediğin bir şey var mı? Sakin kalmak, daha fazla gol atmak vs. Beceremediğim çok şey var. Hagi gibi frikik atamam, topun dönmeden gitmesini arkasından izlemeyi beceremem. Ronaldo’yla oynarken onun bileğinden mi, kalçasından mı, bacağından mı, neresinden çalım attığını görüp aynısını yapmayı beceremem. Kendimi hep limitlerini çok iyi bilen ve bunun zirvesini zorlayan bir oyuncu olarak tanımlarım ama benim limitim Hagi’nin frikiği, Ronaldo’nun çalımı kadar değil. Bazı yetenekler doğuştandır. Kariyerinde yaşadığın en büyük onurlardan biri, heykelinin dikilmesi miydi? Bunu pek kimse bilmiyor! Yedikule’de ilk kez top oynamaya başladığım parka adım verildi ve bir de heykelimi yaptılar. O zaman Inter’de oynuyordum. Birçok futbolcu artık PR şirketleriyle çalışıyor, bir tweet bile atacak olsalar onaydan geçiyor. Ben o zaman da olduğum gibi davrandığımdan gazeteci falan çağırmamıştım. Açılışını belediye çalışanları ve ailemle yaptık. Fenerbahçe’ye transfer olduğumda gözlerimi oymuşlar! Mermer heykelin gözlerini! Canları sağ olsun. Sonra belediye restore etti. Kendin için Alan Shearer’ınki gibi bir jübile hayal ediyor musun? Öyle bir son istemiyorum. Bir anda bitsin çünkü kendimi hazırlamam çok zor. Geleceğin için nasıl yatırımlar yaptın? Sonrası için neler planlıyorsun? 2002 Dünya Kupası’ndan sonra bize B lisans verilmişti ve Fenerbahçe’deyken de A lisansımı aldım. Teknik direktörlük yapmak istersem yurt dışında bir-iki senelik eğitim almak ve lisansımın kapsamını genişletmek istiyorum ama aklımda spor yöneticiliğiyle de alakalı, Türkiye şartlarıyla örtüştüremediğim projeler var. (Spornova.net sitesine teşekkür ederiz)