Naz AKMAN / Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Kampüsü önünde taksicilik yapan Sezai Özmen, Hemşirelik Bölümü öğrencilerinden Nurten Hanım’a sevdalanır. Bu ilgiye Nurten Hanım’ın da karşılık vermesiyle evlilik gerçekleşir. Nurten Hanım, okulunu bırakır ve Gölbaşı’na Sezai Özmen’in yaşadığı köye yerleşir. Çiftin iki kızı olur, bu haftaki konuğumuz da kızlardan Tuba Bozkurt. Günümüz televizyon yayıncılığında önemli bir yeri olan “Jimmy Jib”i kullanmayı öğrenen Tuba Bozkurt ile mesleği üzerine söyleştik. Tuba Bozkurt, çocukluk dönemini ve ailesini de şöyle anlatıyor: “Benden büyük bir ablam var, köyde yaşayan bir aile tabii ki ikinci çocuklarının erkek olmasını bekliyor. O zaman ultrason diye bir şey yok ki !.. Hatta ben doğmadan dedemin adını koymaya bile karar vermişler. Doğum yaklaşınca annemi hastaneye kaldırmışlar, babam da eve gidip annem ve benim için kıyafet getirmiş, o sırada hemşire babama ‘müjdeli’ haberi vermiş: ‘Bir kızınız oldu…’ Erkek çocuk bekleyen babam, üzüntüyle eşyaları hemşireye bırakıp hastaneden ayrılmış. 1981 senesinin temmuz ayında doğmuşum, o gece de Ankara’da hava yağmurlu ve fırtınalıymış. Beni hastane odasında annemin yanındaki bir beşiğe koymuşlar, annem gece yarısına kadar hiç kucağına almamış. Ta ki rüzgarın esmesiyle içeri giren soğuk havadan dolayı ben hapşırana kadar, işte o anda annem varlığımı hissetmiş ve kucağına alıp emzirmiş. Bebekliğim köydeki evimizin dipteki bir odasında geçmiş, o sıralar ablam hasta olduğu için bana da babaannem bakmış. Yani kısacası babaannemin peşinden ahırdaki inekleri, civcivleri ve tavukları beslemekle geçen bir çocukluğum oldu.” Tuba Bozkurt, ailesinin köyden Ankara Bahçelievler’e taşınmasını da şöyle anlatıyor: “Ablam ilkokul dördüncü sınıfta okuyordu, öğretmeni de bir gün babamı okula çağırmıştı. Ablamın, öğrenimine devam edebilmesi için şehir merkezindeki okullara gitmesi gerekiyormuş. Bunun üzerine 1987 yılında Gölbaşı’ndan Bahçelievler’e taşındık. Babamın bana kattığı en büyük şey de Bahçelievler gibi özgürce yaşayabildiğim bir semte taşınmamız oldu. Bahçelievler Alparslan İlköğretim Okulu’nda öğrenime başladım. Bir bisikletim vardı, sabahtan biner mahalledeki arkadaşlarımla gezerdim, çoğunlukla erkek çocuklarla gezerdim. Zaten saçlarım da onlar gibi kısacık kesilmişti. Okulda hiç başarılı değildim. Cuma günleri okul kapanırdı, çantamı evin önüne bırakırdım, içini açmadan pazartesi alıp tekrar okula giderdim. Okulda okuma-yazmayı öğrenen herkesin önlüğünün yakasına kırmızı kurdele takılırdı, kurdeleyi alamadığım için annemden her gün dayak yerdim. Sınıfta okuma-yazmayı en son ben öğrendim. Aslında tembel bir öğrenci değildim, sadece başarılı olmak gibi bir gereklilik duymuyordum. ABLAM ÇALIŞKANDI Ablam benden iki yaş büyüktü ve çok çalışkandı, her karne günü başarı belgesi alırdı. İkimiz arasında derin bir ayrım vardı. Her konuda ablam el üstünde tutulurdu. Annem, evde gürültü yapıp ablamın çalışmasına engel olmayayım diye beni sokağa gönderirdi. Bu nedenle okula pek ilgim olmuyordu, günün her saati sokaklardaydım. Babamın taksi durağına gider telefonlara bakardım, ablamın başarısı ve hayatı için göz ardı edildim. İlkokul bittikten sonra Bahçelievler Deneme Lisesi’nde okumaya devam ettim, lise ikinci sınıfa kadar başarılı olmak için çabalamadım. Üniversite sınavı yaklaşırken çocuklara olan sevgimden dolayı sınıf öğretmeni olmaya karar verdim. Derslerime çalışıp sınava girdim, tercihlerimi de sınıf öğretmenliği üzerine yaptım, fakat istediğim bölüm gelmedi. Gazi Üniversitesi Kırşehir Meslek Yüksekokulu İşletme Bölümü’ne yerleştim. İki yıl sonra da evlendim.” Eşiyle evlenmesi üzerine televizyon sektörüyle tanışan Bozkurt, bu sektöre başlarken yaptığı işleri de şöyle anlatıyor: “Eşim Show TV de Televole programını çekiyordu ve gece çalışıyordu. Ben de evde yalnız kalmayayım diye yanında götürürdü zaman zaman. ‘Hadi Tuba, mikrofonu sen tut, soruları sen sor, kamerayı sen kullan’ diyerek teşvik ederdi. Muhabirliğe ilgim olmamasına rağmen Televole’de muhabirliğe başladım. JİMMY JİBİ ÖĞRENİYOR 2002 senesinde eşim, İstanbul’da olan, Ankara’da bulunmayan bir cihazdan söz etti; Jimmy Jib… Jimmy Amerika’da bu cihazı bulan kişinin adı, ‘jib’ de İngilizcede küçük kısa boru anlamına geliyor. Jimmy Jib, küçük kısa borulardan oluşuyor, tavan yüksekliği olmayan yerler için üç metre kullanılıyor, alana göre 5,7 ve 9 metre olarak değişiyor. 400 kiloluk bir cihaz, kapalı ortamlarda stüdyolarda, açık havada rüzgar olmadığı zaman rahat kullanılabilir. Çok karışık bir mekanizma gibi görülse de kullandıkça alışırsınız. Tahterevalli mantığı, öndeki kameranın ağırlığına göre arka taraflara bırakılan ağırlıkla denge sağlanıyor, sağa sola hareketlerde operatör gücüne ihtiyacınız var. Her bir silindirin ağırlığı farklı… Ben genç yaşlarda başladım bu işe… Hakikaten bilek, kas gücü isteyen bir iş. Kamera hareketlerini yaparken de sağ ve sol ellerinizin altında ‘joystick’ler var. Sağ elde objektifin ileri geri hareket etmesini sağlayan yani zoom sistemi, sol elde kameraya ‘pan-tilt’ denilen, yukarı-aşağı hareketi sağlayan düzenek bulunur. Sizden metrelerce uzakta olan kameradan rahat görüntü alabilmeniz amacıyla da ortada bir monitör vardır. Operatörlük sadece teknik kısımları yapıp çekimleri bitirmek değil, aynı zamanda kurgu mantığını da bilmek gerekiyor. Yani sunucu ortamdan bahsederken hemen ortam görüntüsü vermeniz, konuklardan başka birine bir soru yöneltilince hemen o konuğu çekmeniz, kısacası uygun zamanda uygun kareyi vermeniz gerekiyor.” Dünyada kullanılan, İstanbul’da televizyon sektörüne de giren, ancak o sıralarda Ankara’da özel sektörde henüz kullanılmayan bu cihazı almak isteyen çift tüm birikimlerini buraya yatırır. Tuba Bozkurt o dönemi şöyle anlatıyor: “Biriktirdiğimiz paraları, düğünden gelen takıları satarak, bir araç kiralayıp İstanbul’a gittik, Jimmy Jib cihazını aldık. Show TV’den ayrıldık ve ‘Su Prodüksiyon’ isminde kendi şirketimizi kurduk. Fakat ben hala bu kadar büyük bir işin içine girdiğimizin farkında değildim, sadece eşime destek olmak için ortaklık yaptım. OPERATÖR OLMADAN ŞOFÖRLÜK YAPTIM Dokuz buçuk metrelik bu cihazı kurduğumuzda ben 21 yaşındaydım. O kadar çok sevdim ki cihazı, adeta kanım kaynadı. Yeni işler almaya başlayınca cihazın şehir dışına götürülmesi gerekiyordu. Ben de eşimle daha fazla zaman geçirmek için Jimmy Jib aracının şoförlüğünü yapmak istedim. Böylece operatör olmadan önce cihazın şoförlüğünü yaptım. Beş yıl boyunca eşimle birlikte birçok şehre gidip canlı yayınlar, mitingler, tanıtım filmleri gibi işler yaptık. Makinenin başına hiç geçmedim, ama eşim cihazı kullanırken sürekli izliyordum. İLK İŞİ ‘TEKE TEK’ 2007 yılında eşim askere gitti. İşlerin devam etmesi gerekiyordu, ancak işi yapabilecek kimse yoktu. Bir perşembe günü Habertürk’ten Yusuf Ziya Özsoy beni aradı, ‘Teke Tek’ programını çekmemi istedi. Bir yandan eşimin emaneti olan bir iş vardı, bir yandan da hiç kullanmadığım bir cihaz. Yusuf Abi işi kabul etmem için bana çok destek oldu. Onun sayesinde ilk operatörlük işim için bir adım attım… Canlı yayındı, çok önemli konuklar vardı. Hiçbir şekilde hata yapmamam gerekiyordu. Üç metrelik Jimmy Jib’imi eşimden gördüklerimle stüdyoya kurmaya başladım. Elim ayağım titriyordu. Hata yapmadan canlı yayını bitirdim. Bu işten sonra Ankara’daki tüm kanalların, partilerin, tanıtım filmlerinin çekimini yapmaya başladım. Sektörde ‘Eşi askerde bir kadın’ olarak görüldüğüm için çok destek aldım. On sekiz ay boyunca ikinci Jimmy Jib cihazı, araç ve kameramı aldım. Eşim askerden döndü, ikimiz de ayrı ayrı işlere gitmeye başladık. Bu iş hayatımızı çok değiştirmişti. Şehirlerarası yollarda karşılaşıp iki çay içerek yollarımıza devam ediyorduk. Eşimle iş arkadaşı gibi olmuştuk. Bir kadın olduğum için elbette farklı bir bakış açım var, gözüme farklı detaylar çarpıyor. Hemen onları kameradan veriyorum. Bir günde dört miting çektiğim zamanlar da oluyor. Sürekli kamu spotları, canlı yayınlar çekiyorum. Yorucu elbette… Ancak Tuba Bozkurt deyince gelen olumlu yorumlar, beni daha çok motive ediyor. Bu alanda çalışan kadınlara gelecek olursak… Çok az kadın bu işi yapıyor. İstanbul’da özellikle stüdyo ortamında çalışanlar var. Ama benim gibi bu cihaza uygun aracı olan, arazide çalışan kimse yok. İnsanlarda bir ön yargı oluyor, hele böyle bir işte genç bir kadın gördükleri zaman fazla ciddiye almıyorlar, küçümseyebiliyorlar. Ancak çalışmamızın sonunda beni bütün yönetmenlerin tebrik ettiğini söyleyebilirim.” HAMİLELİĞİNDE DE ÇALIŞTI Jimmy Jib operatörü Tuba Bozkurt, hamileliğinde de mesleğe devam edişini şöyle anlatıyor: “Hamileliğim boyunca işime devam ettim. Doğumun son gününe kadar hala çalışıyordum. Kırk ikinci haftadaydım, karnım Jimmy Jib’e değiyordu. Kanal 7’de ‘Dr. Feridun Kunak Show’u çekiyordum. Feridun Bey hareketlerimin değişmesinden dolayı doğumumun yaklaştığını söylüyordu. Ağrılarım arttı, bunun üzerine hastaneye kaldırıldım. Anneler gününün olduğu geceydi… Kızım bir ışık gibi hayatımıza bütün saflığıyla girmişti. Bu nedenle adını ‘Işık Su’ koyduk. ŞİMDİLERDE YOLUMUZA KIZIMLA BİRLİKTE YÜRÜMEYE DEVAM EDİYORUZ Doğumdan sonraki üçüncü gün Kastamonu’ya doğru yola çıktık. Sinop, Kayseri derken, Işık Su benimle beraber ilk yolculuğuna başlamış oldu. Kızım henüz birkaç günlükken onu da yanımda işlere götürdüğüm için sosyal medyadan, çevremden tepki aldım. Türkiye’nin birçok yerini kızımla beraber gezdik, çoğu zaman canlı yayını bırakıp kızımı emzirdim. Anne sütü dışında bir şeyle beslemedim. Hayatımdan çok mutluydum, kızıma gerekli ortamı sağlıyordum. Yanı başımdaydı, bana engel olmuyordu. Bir anne olarak kızımın her anında yanındaydım. Bu nedenle insanların söylediklerini umursamadım. Kızım şu an dört yaşında, 34 şehir ve 4 ülke gördü. Yaşına rağmen 34 plakasının İstanbul’a ait olduğunu biliyor, haritada Edirne’nin, Hakkari’nin veya Amerika’nın, Fransa’nın yerini gösterebiliyor. Ege’de dağların denize dik uzandığını, Akdeniz’de Toros Dağları’nı biliyor, çünkü oraları gezdik. Göstererek her şeyi anlatmaya çalıştım. Büyümek dedikleri bu olsa gerek… Şimdiler de yolumuza kızımla birlikte yürümeye devam ediyoruz. Kızımı, Bahçelievler’de buz pateni, atlı spor gibi aktivitelere götürüyorum. Şu anda atlı sporun en küçük binicisi ve bir hedefi var: Fransa’da, Monaco’da yarışmalara katılmak. Bugün kızım okul çağına geldi. Artık Ankara dışı işlere pek sıcak bakmıyorum. BEN HAYATIM BOYUNCA ERKEK İŞİ YAPMIŞIM Geceleri kızımı uyuttuktan sonra, köyden getirdiğim otuz yıllık radyomu dinliyorum. Yaptığım işleri, hayata karşı duruşumu düşünüyorum. Ben hayatım boyunca erkek işi yapmışım. Şoförlük, operatörlük, elektronik aletleri tamir etmek gibi... Erkek çocuk olarak doğmadım, erkek gibi oldum. Bu boşluğu böyle işler yaparak doldurduğumu düşünüyorum. Babamdan ‘Sen on erkeğe bedelsin’ sözünü birçok kere duydum. Konuk olduğum programları izleyip gururlandı. Bu da beni mutlu ediyor.” Türkiye ve dünyanın birçok yerinde görev alan Tuba Bozkurt yaşadığı anıları da şöyle anlatıyor: “Doğu illerindeki çalışmalarımız sırasında birçok defa silahlı çatışma arasında kaldık. Sırf Doğu’da çatışma altında kaldım diye bir daha Doğu’ya gitmemezlik etmedim. Bir kış günü de Siirt’te açılışa gitmiştik. Ankara’ya gelirken yoğun bir kar yağışı vardı. Niğde’den geçerken bir tır kaza yapmış, dorsesi yolu kapatmıştı. Tipi yüzünden göremeyip çarptık. O esnada canlı yayın aracında uyuyordum. Çekimlerde ben sahnenin önünde yer aldığım için çoğu zaman insanlar beni izliyor, yaşlı teyzeler yiyecek içecek ikram ediyorlar. Seçimlerde Niğde’de miting çektiğimiz bir gün hava çok sıcaktı. Aynı günde yedinci mitingimi çekiyordum. İçecek suyum bitmişti. Çantamı karıştırırken bir sakız bulup çiğnemeye başladım. Miting bittikten sonra Jimmy’i kilitleyip kalabalığın dağılmasını bekliyordum. Yaşlı bir teyze yanaşıp sakız çiğneme şeklimin çok kötü olduğu söyleyerek beni epeyce fırçaladı. Çok utandım açıkçası, fark etmedim nasıl çiğnediğimi… Susuzluğumu gidermesi için çiğnemiştim. Alışmıştım tabii insanların beni takdir etmesine, böyle bir olay yaşayınca yüzüm bayağı bir kızardı.” Gelecekte teknik yönetmen olarak mesleğini yürütmek isteyen Tuba Bozkurt, kızıyla beraber bir televizyon kanalında program yapmayı hayal ediyor.