Evliliğin bir son, kesin bir amaç, düğünün ise bir happy-end olduğu görüşüne uygarlığımızda gereğinden fazla vurgulandığına tanık olmaktayız. Örneğin bunu bir erkekle kadının evlenmesiyle son bulan binlerce romanda görürüz. Oysa bu iki insan gerçekte ortak yaşamlarının başında bulunmaktadır. Durum çokluk öyle anlatılır ki sanki evliliğin kendisi bütün sorunları memnunluk verecek şekilde çözüp çıkarmıştır aradan. Bir diğer önemli noktada, sevginin tek başına her şeyi yerli yerine oturtamayacağıdır. Sevginin bin bir türü vardır; evlilik ödevlerinin üstesinden gelebilmenin en iyi yolu bir mesleğe, paylaşma duygusuna ve toplumsallık bilincine sahip olmaktır. Adler şöyle devam ediyor! Her insanın evliliğe karşı tutumu kendi yaşam üslubunun bir dışa vurumudur. Avrupa’da psikologlar nevrozlu sorunlu kişilere kendilerine bir sevgili ya da aşık bulmalarını tavsiye ederler ve söz konusu vakaların çözüme kavuşturulması için bunun en iyi yol olduğu görüşünü savunurlar. Ama zamanla onların bu düşüncelerini değiştirip bu tür tavsiyelere başvurmaktan vazgeçeceklerinden eminim. Söz konusu çözüm önerisinde bulunabilmelerinin nedeni sorunu tüm yönleriyle açık seçik görememeleri bu yeryüzündeki yaşamımızın öbür ödevleriyle evlilik arasındaki ilişkiyi kavrayamamalarıdır. Sevgi ve evliliği her derde deva bir ilaç yapma anlamına gelmekte söz konusu tavsiyeye uyan hastalar sonunda kesinlikle hüsrana uğramaktadır. Hiçbir sorun yoktur ki mutlulukla anlamlı ve verimli bir yaşamla evlilik kadar sıkı şekilde iç içe girmiş olmasın. Sorunu bir çocuk oyuncağı gibi ele almamız, sevgi ve evliliğe suçluluğu, alkolizmi, nevrozu tedavi edecek bir ilaç gözüyle bakmamız olanaksızdır. Hatta sorunlarını büyütmek için evlenenler de vardır. Diyelim ki bir genç gireceği bir sınav ve ileride seçeceği meslek konusunda sıkıntı içindedir. Çok büyük olasılıkla istenen başarıya ulaşamayacağını düşünür, başarısızlığa uğradığı zaman bunu bağışlatacak bir neden ele geçirmek ister. Bunun için bir de evliliğin ek yükünü sırtlanır. Evliliği kolaylaştırmaya yönelik duyup işittiğim bütün önerilerin zararını sonunda kadınlar çekmektedir. Uygarlığımızda zaten erkeklerin kadınlardan daha rahat bir yaşam sürdüğüne kuşku yoktur. Bu da bizim düşünce ve yaşam biçimimizdeki bir hatadan başka bir şey değildir. Bu hata kişisel bir başkaldırıyla giderilemez. Özellikle evlilikte kişisel bir başkaldırı karşı tarafın toplumsal ilişkisini ve sevecenliğini baltalamadan başka bir işe yaramayacaktır. Kadın öğrencilerimden biri olan Detroit’teki Profesör Rasey’in yaptığı bir anketin sonucuna göre kızlardan yüzde 42’si oğlan olarak dünyaya gelmelerinin kendilerini daha çok memnun edeceğini belirtmiş, böylelikle cinsiyetlerinin kendilerini düş kırıklığına uğrattığını açığa vurmuşlardır. İnsanlığın yarısı düş kırıklığı içinde yaşar, konumlarından memnunluk duymaz ya da öbür yarımının daha büyük bir özgürlüğe sahip olmasının başkaldırırsa sevgi ve evlilik sorunları nasıl kolay çözümlenebilir? Kadınlar hep küçümsemeyle kendilerine davranılmasını bekleyip erkekler için cinsellik objelerinden başka bir şey olmadıklarına ya da erkeklerin sadakatsizliğinin ve çok kadınlarla düşüp kalkmasını doğal karşılaması gereğine inandıkları süre söz konusu sorunları çözümlemek kolay olabilir mi? Alfred Adler’in Sevgi ve Evlilik makalesine göz atabilirsiniz.