Naz AKMAN / Nazım Bey, İstanbul’da Halkalı Ziraat Okulu’nu bitirdikten sonra babasının çiftliğinde çalışmaya başlar. İstanbul vilayetinin Fidan Hastalıkları Mütehassısı olarak da görev yapan Nazım Bey, şehir dışında da tarım bölgelerindeki bitkileri hastalıklardan korumak için ilaçlama yapar. Üç çocukları olan Nazım Bey ve eşi Nusret Hanım’ın en küçük kızları Mine Erol, Cumhuriyet’in henüz yeni ilan edildiği yıllarda dünyaya gelir. 1929 yılında dünyaya gelen Prof. Dr. Mine Erol bu haftaki konuğumuz… İstanbul Kısıklı’da Onüçüncü Okul’unda eğitim hayatına başlayan Mine Erol, ortaokul ve lise öğrenimini Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde tamamlar. “HAYALLERİM GERÇEKLEŞEMİYORDU” Üniversite çağına gelen Mine Erol, okuyacağı bölümü tercih aşamasında yaşadığı sıkıntıları ve çocukluk dönemini şöyle anlatıyor: “Yaşamım boyunca, çocukların becerilerine ilişkin alanlarda çalışmaları ya da uzmanlaşmaları gerektiğini savundum. Başarının temelinin de burada yattığını düşünüyorum. Ben ailenin dördüncü ve son çocuğuydum. Büyük kardeşlerimle aralarımızda oldukça yaş farkı vardı. Dolayısıyla onlarla oyunlar oynayarak bir çocukluk dönemi yaşayamadım. Bütün zamanlarımı tek başıma köşkün bahçesinde çamurdan oyuncaklar yaparak, eşyaları boyayarak geçirirdim. Diğer büyüklerim gibi piyano ya da bale öğrenmek için dersler alamamıştım, ama güzel sanatlar alanına yoğun bir ilgim vardı. Farklı sebeplerden kaynaklı hayallerim bir türlü gerçekleşemiyordu. Ama yılmıyordum, mücadele etmeye devam ediyordum. Lise dönemlerinde okulun ‘Biz Bize Dergisi’nde hikayeler, şiirler yazardım. LİSE SIRALARINDA TARİH PROFESÖRÜ Özellikle çok sevdiğim Hilal Ülman hocamın emekleriyle tarih bölümüne ilgi duymaya başladım. Sınıfta birçok öğrencinin bilemediği tarih suallerini ben yanıtlardım. Arkadaşlarım arasında daha o dönemlerde ‘Tarih Profesörü’ lakabıyla çağırılırdım. Lise bitince, bizim dönemimizde ‘Olgunluk İmtihanı’ adında fen ve edebiyat alanlarında suallerin sorulduğu bir imtihana tabi tutulurduk. Bu imtihanı başarılı bir şekilde geçen öğrenciler tıp fakültesi haricinde diğer bölümleri tercih edebiliyorlardı, tıp için çok yüksek puan almak gerekiyordu. ‘OLGUNLUK İMTİHANINI GEÇEMEDİM’ Galatasaray Lisesi’nde Olgunluk İmtihanı’na girdim. Edebiyat alanından giriş yapmıştım. Diğer tüm soruları yanıtladım. Bir tane kompozisyon sorusu vardı, ona da 18 sayfalık yanıt yazmıştım. Sanıyorum bu kadar uzun yazdığım için imtihanı geçememiştim. Daha sonra Ankara’da Gazi Lisesi’nde yeniden bu imtihana girdim ve başarılı görüldüm. Çok iyi hatırlıyorum, Hukuk Fakültesi’ne kaydolmak için idare bölümüne gitmiştim. Orada tanıştığım hukuk öğrencisi bir beyefendi, benim de aynı bölümü okumak isteyeceğimi öğrenince ‘Kadından hukukçu olmaz’ demişti. Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırmaya gidiyordum, bu beyefendi hukuk mesleğinin zorluklarını anlatarak beni avukatlıktan vazgeçirmişti. Geriye sevdiğim iki şey kalmıştı, edebiyat ve tarih… 1949 senesinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) Tarih Bölümü’ne kaydoldum.” KİTAPLARIYLA İLKLERE İMZA ATIYOR Tarih bölümünü bitirdikten sonra iş hayatına başlayan Mine Erol, mesleğinden ve yazdığı kitaplardan şöyle söz ediyor: “Okul bittikten sonra kendi alanımda iş bulamadım. Ankara Etimesgut’ta Havayolları Danışma Bürosu’nda, uçakların saat kaçta havalanacağını, uçuşların olup olmayacağının bilgisini veriyordum. Yaklaşık altı ay kadar burada çalıştım, ardından DTCF’de Amerikan Tarihi Bölümü’nde Amerikalı Profesör Swearenger’in asistanlığını yaptım. Doktoramı da tamamladıktan sonra doçent olarak 1982 yılında Konya Selçuk Üniversitesi’nde göreve başladım. Bu dönemlerde Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerden kaynaklı olarak, kitaplarımı da bu alana ilişkin yazdım. İlk kitabım ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Kağıt Para (Kaime)’yi yazdım. 1970’lere kadar Osmanlı Devleti’nde kağıt parayı kaleme alan ilk kişiydim. Benden sonra Cüneyt Ölçer Cumhuriyet Dönemi kağıt paraları hakkında kitap yazmıştı. 1972 yılında ‘Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi’, ardından ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Amerika Büyükelçisi Rüstem Bey (Alfred Rüstem)’ ile sırasıyla ‘Birinci Dünya Savaşı Arifesinde Amerika’nın Türkiye’ye Karşı Tutumu’, ‘Amerika’nın Türkiye ile Olan Ticaret Antlaşmaları’ isimli kitaplarımı yayımladım. Tarihi kitaplarım haricinde bir de ilgi duyduğu edebiyat alanında ‘Mor Menekşe’, ‘Uçan Kuşlar’ ile ‘Son Bahar Renkleri’ isimlerinde üç şiir kitabı yazdım. Şiirlerimin bir kısmı bestelendi. ‘Dünden Bugüne’, ‘Umut Aşk Hayal’ ve ‘Kanayan Kalpler’ adlı romanları yazdım…” PROFESYONEL RESSAM OLUYOR Tarih Profesörü Mine Erol, çocukluğunda ilgi duyduğu resim alanındaki çalışmalarına 1970’li yılların başında amatör olarak başlar. Erol, bu zamanlarını da şu sözlerle aktarıyor: “1970 yılından itibaren kendi imkanlarımla amatör resim çiziyordum. 1997 senesinde profesyonel olarak Ressam Hikmet Çetinkaya Atölyesi’ne giderek başladım. Yaklaşık yirmi yıldır profesyonel olarak tablolarımı çiziyorum. Şimdiye kadar 20 kişisel, 18 de karma sergim oldu. İlk sergimi 1979 yılında İstanbul’da Olgunlaşma Kız Enstitüsü’nde kağıt para ve mangır süslemeleriyle ilgili açmıştım. 1981 yılında da Ankara’da ikinci meclisin, şimdilerde Cumhuriyet Müzesi olan yerin tavan motiflerini tablolarımda resmettiğim sergiyi açtım. Çocukluğumda çamurdan yaptığım küçük heykeller, fincanlar, tabaklar, resim alanında bu kadar iyi olmamın temelini oluşturmuştu. Şimdi dönüp geriye bakınca 88 yıllık yaşamımın en güzel zamanlarını, o çocukluk yıllarımı özlüyorum… Büyük dedem hakikaten pederşahi bir aile kurmuş. Halamlar, çocuklar, torunlar, dadılar ve bacılar, herkes bir arada yaşarken, ben de bu kalabalık ailenin içine doğmuşum. Faytonlarla denize iner, büyük sofralarda oturup yemekler yerdik. Gençlik dönemlerimde dikiş-nakış, görgü-adap ve diksiyon gibi birçok şeyi ailemden öğrenmiştim. Hatta köşkteki dadılara fistanlar dikiyordum, evlenince kendi gelinliğimi, daha sonrada oğlumun eşinin gelinliğini de dikmiştim. Her şeye rağmen 88 yıllık yaşamımı dolu dolu yaşadım…” ADNAN MENDERES’E YAKALANACAKTI Müge Erol, bazı anılarını da şöyle anlatıyor: “Havayollarında çalışırken sabahları saat dörtte işe giderdim. İlk uçak havalandıktan sonra öğleye kadar işim olmazdı. Müdür Bey de o dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Ankara Havaalanı’na gelince istirahat ettiği odada uyumama müsaade ederdi. Odada bir kanepe ve iki koltuk vardı. Bir gün ben orada uyurken, Adnan Menderes de Ankara’ya gelmek üzere yola çıkmış. Bunun bilgisini vermek için telefondan Ankara Havaalanı’nı aramışlar, ancak telefon bir türlü düşmemiş. Uyuduğum odanın kapısı da çok sert çalınıyordu. Uyanınca Menderes’in geleceğini söylediler, ayakkabılarımı bile giyemeden koşarak aşağı indim. Üstüm başım dağınıktı, ayakkabılarım elimde Menderes ile karşı karşıya gelmiştim. Öyle kötü bir vaziyetti ki bu, hala unutamam… Konya’da ders verdiğim sınıfta yoklama alıyordum. Bazı öğrencilerin de soy isimleri çok uzundu. Ben de bazen isim bazen de sadece soy isimle hitap ediyordum. Yoklama alınca da farkında olmadan Süleyman demişim, ardında da bir öğrencinin Demirel soy ismini okumuşum. Yanıt alamayınca da sinirlenerek ‘Nerede yahu bu çocuk, bu gidişle dersten kalacak’ dedim. Öğrenciler de gülüyor, ama anlayamıyorum nedenini… Çocukcağızın biri, ‘Efendim gelemezler, kendileri meşguldür. Koskoca Cumhurbaşkanı derslerinize nasıl gelsin’ dedi. O an fark edebildim, meğer önce Süleyman, ardından Demirel’i okumuşum. Öğrencilere katılarak bir hayli gülüşmüştük.” Her yıl Ankara Ticaret Odası’nda kitap fuarlarına katılan Mine Erol, 1996 yılında Konya Selçuk Üniversitesi’nden emekli oldu. Mine Erol, halen Ressam Hikmet Çetinkaya Resim Atölyesi’nde sanat alanındaki çalışmalarını ara vermeden sürdürüyor.
Editör: TE Bilisim