Olcay: “Rodrigo’dan Haydar Haydar’a”

HABER VE FOTOĞRAFLAR SU CANDEMİR - Ankara Kalesi’nin uğrak noktası haline gelmiş Gramofon Kafe’nin işletmecisi Emre Olcay’ın amacı, gramofon ustası ağabeyi Ali Olcay’ın yarattığı mirası korumak ve devam ettirmek. Olcay ailesi, sekiz yıldır Gramofon Kafe olarak hizmet veriyor ama 25 yıldır Ankara Kalesi civarında aynı isimle radyo, gramofon ve pikap tamiri ile uğraşıyor. Gramofon Kafe’de pek çok gramofon, taş plak ve on binlerce 45’lik bulunuyor. Olcay, 50 binin üstünde plakları olduğunu belirtiyor. Eski objeleriyle, üstünde çayı kaynayan sobasıyla, duvarlarda yankılanan eski şarkılarıyla Gramofon Kafe ziyaretçilerini büyülüyor… Müzik Evrenseldir Koleksiyonlarının sadece Türkçe müzikten oluşmadığının altını çizen o Ali Olcay, “Bizim için müzik evrenseldir” diyor. Rodrigo’nun konçertosundan tutun da, Anadolu’dan çıkan her türlü sözlü ve sözsüz esere kadar ne ararsanız var. Osmanlı döneminden kalan 1917 yılına ait ‘Haydar Haydar’ kayıtlı bir taş plak, koleksiyonun değerli parçaları arasında. Emre Bey konuşurken müziğe duyduğu ilgi hemen gün yüzüne çıkıyor, “Benim bile bazen bilmediğim, görmediğim parçalar çıktığında heyecanlanıyorum ve sürekli olarak yeni kayıtlar çıkıyor karşımıza. Bu zaten bitmeyen bir okyanus. Kafeye de gelen misafirlerimize bunu yansıtıyoruz. Kendi halimizde profesyonel bir kafeyiz” diyerek anlatıyor Gramofon Kafe’yi. Her eski eşyanın antika olduğu algısının değişmesi gerektiğini vurgulayan Olcay, “Antika bize göre Osmanlı’dan, Selçuklu’dan, Roma’dan 300 yılı açmış malzemelerden oluşur. Bizdekiler eskidir. Buradaki en eski eşyalar 1800’lerin sonunda çıkmış bir gramofon ve Osmanlı’dan kalan saatler, zaten bu tür eşyaların Anadolu’ya gelmesi Cumhuriyet’le başlar” diyor.

 

Orhan ‘Kencebay’ Gramofon Kafe’nin en büyük derlemi, Orhan Gencebay serisi… Dünyada hatta Orhan Gencebay’da bile olmayan bir arşiv oluşturmuşlar. Zaman zaman kafede ve değişik yerlerde sergilenen bu koleksiyonda, bir plaktan belki yüz tane var ama birini bile satmayı reddediyorlar. Koleksiyonun nadide parçaları arasında Orhan Gencebay’ın müziğe ilk başladığı yıllarda Orhan Kencebay olarak çıkarttığı plaklar var. Türkiye’de oturmuş bir arşivleme geleneği olmadığı için bunun gibi değerlerimizi korumanın giderek zorlaştığından dem vuran Olcay, “Müzik kültürümüz inanılmaz geniş; Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Mahsuni Şerif, Aşık Veysel gibi sanatçılara, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan gibi bestecilere sahibiz. Ama bunu muhafaza eden ne bir devlet ne de şahıslar var” diyerek hepimizi daha duyarlı olmaya çağırıyor.  Biraz Dikkat Olcay, “Günümüzde çoğu türkünün nereden geldiğini, neden veya kime yazıldığını bilmeden ve merak etmeden dinleyip geçiyoruz, Zeki Müren çalarken, gelip ‘Zeki Müren çalar mısınız?’ diye soranlar oluyor. Dadaloğlu isyanı, Karacaoğlan aşkı anlatmıştır. Günümüzde dikkat etmiyoruz, ne demek istediklerini anlamaya uğraşmıyoruz artık” diyor. Ruhi Su’nun daha geniş kitlelerce tanınmamasının ve şu anda Türk müziğinde hak ettiği yerde olmamasının Emre Olcay’ı üzdüğünü şu cümlelerden anlıyoruz, “İngiltere’ye eğitim almaya gittiğinde oradaki öğretmenin teşviki sayesinde, kendi ülkesine ait bir enstrüman çalmaya yönelip, piyano eğitimini bırakıyor. Daha sonra Türkiye’ye döndüğünde ise bağlama çalmayı öğrenip, inanılmaz eserler veriyor Ruhi Su, ama maalesef kimse tanımıyor. Bizim bu kafeyi açma amaçlarımızdan en önemlisi bu bilgi boşluğunu doldurmak, kaybolan değerlerimize sahip çıkmak. Biz bu yüzden topluyoruz.  Aşık Veysel’den sadece 250 tane plak kaldı. Neredeyse bütün kayıtları yakıldı” diye açıklıyor kaybettiğimiz değerleri. Eskiye Özlem Olcay, “Biz burada her türlü müziği çalarız. En çok çaldığımız plak Zeki Müren’indir. Ben artık ilk notasından hangi şarkısının çaldığını söyleyebiliyorum” diyor. Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Sezen Aksu gibi sanatçıların eserlerinin çalınması için de çok talep olduğunu belirtiyor. Plak kültürünün giderek yayılmasını, yeni nesildeki eskiye özlem ve geri dönüşe bağlayan Olcay, “Bizim gibi mekanların çoğalmasıyla, gençler televizyonlarda ve filmlerde gördükçe, çok büyük bir hevesle plak toplamaya başladılar. Günümüzde popüler yerli ve yabancı sanatçıların da bu geleneğe sahip çıkarak plak basmaları da yeniden canlanmasına yardımcı olmuştur” diyor. Pikap sahibi olmanın da eskisi kadar zor olmadığını vurgulayan Olcay, “Herkesin bütçesine göre plak ve pikap bulmak çok kolay. Özellikle son iki senedir sürekli olarak Avrupa’dan çeşitli pikap türleri geliyor. Beş bin liraya da var üç yüze de. Plaklarda aynı şekilde, Ahmet Kaya’nın orijinal baskı plaklarını 2 bin 500’e, yeni baskılarını ise 80 liraya bulabilirsiniz” diyerek, bu işin o kadar da pahalıya gelmediğini anlatıyor. Kafede bulunan, etrafı süsleyen müzik çalarların çoğu aslında satılık. Etrafımızı daktilolar, eski sinema makinaları ve perdeleri, film afişleri sarıyor, başka bir zamana taşıyor adeta. Kafenin müdavimlerinin çok büyük çoğunluğunu öğrenciler oluştursa da, her yaştan ve kesimden insanın mutlaka gitmesi ve görmesi gereken yerlerden biri…                                                   40 sene önce sevgilisi ile dinlediği şarkıyı onca zaman sonra ilk defa burada duyup, duygulananlar hatta ağlayanlar, Gramofon Kafe’de gün aşırı görebileceğiniz insanlar. Emre Bey de, “Kapımız herkese açık, otursun, yesin içsin, para bile vermesin, yeter ki insan olsun” diyerek herkesi Zeki Müren dinlemeye çağırıyor.
Editör: TE Bilisim