Evden çalışan kadın gazeteciler anlattı: Evden çalışmak demek; ek masraflar, bitmek bilmeyen mesailer, artan ev içi yük, çocuk bakımı sorunu, sürekli evde olma halinin getirdiği psikolojik bunalım demek…

HİLAL TOK Neredeyse 1 yıla yakın süredir tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisi sürecinde birçok meslek sektöründe çalışma biçimleri değişti. Evde kalamayanlar ve çalışmak zorunda olanlar salgın riskiyle sürekli karşı karşıyayken, evden çalışma da oldukça arttı. Medya sektöründe evden çalışma, gazeteciler için gerçekten bir şans mı? Kadın gazeteciler için ne evde kalmak ne de saha da çalışmak şans. Salgın riski bir yana artan yüklerden kadın gazeteciler oldukça şikayetçi. Evden çalışan ve sahada çalışan kadın gazeteciler bu süreçte çalışmanın yaşamlarına nasıl etkilediğini 24 Saat’e anlattı. ‘EVDE BİTMEYEN BİR MESAİ VAR’ Bir televizyon kanalında kültür sanat üzerine çalışan Zülal Koçer, pandemi sürecinde evden çalışmaya başlayanlardan. Evde olmanın çevresinde ‘çalışmadığı’ algısı oluşturduğunu düşünüyor ancak durumun öyle olmadığını savunuyor:“‘Evdesin zaten, bir süpürge tutuverseydin, e yanında bir yemek yapsaydın, e evdesin ne diye dışarıdan yemek söylüyorsun? Şu tozu alıverseydin.’ Evden çalışınca fiilen işte değilmişsin gibi görülüyor, çalışmıyoruz gibi bir muamele... Erkek olsaydım aynı cümleleri duyar mıydım? Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz sanıyorum. Kadın olmaktan bağımsız evde çalışmanın getirdiği ekonomi ve iş yükü var. Evden çalışmak dışarıdan bir hayli kolay görünüyor. ‘Yol yok, işe gitmek için hazırlık yok, evdesin rahatsın.’ Ama böyle değil elbette. Bir kere bitmeyen bir mesai var, mesai saatim bitti evi terk edeyim diyemiyorsun. Bilgisayar da iş de orada duruyor. Sonra zamanı satın almak gibi bir şey var. Mesela yoğun iş temposunda yemek yemeye vakit ayıramıyorsun, dışarıdan söylesen masraf…” “Evin ofisin oluyor mesela. Ama masrafları çalıştığın yere ait olmayan bir ofis” diyerek sözlerini sürdüren Zülal şöyle devam ediyor: “Normalde gündüz düşükte yaktığın kombiyi tüm gün evdeysen hele ki şu soğuk günlerde bir hayli arttırmalısın. Tüm gün hareketsiz oturduğun yerde ısınmak gibi bir derdin oluyor çünkü. Bu da aslında bir ofis masrafı ama faturayı günün sonunda ödeyen oluyorsun.” Sürekli evde yaşamanın yarattığı zorluklar bitmiyor evde çalışanlar için, tüm sosyal yaşantının bitmesi, sürekli evde olmak psikolojik olarak da yıpratan bir süreç: “Bir süre sonra eve sığamamaya başlayan bir yaşam var. Sürekli evdesin, sosyalleşebileceğin bir ofis arkadaşın dahi yok. Ya da işe giderken şöyle ‘İki insan göreyim’lik bir durum olmuyor. Mesela evi paylaştığım kız kardeşim işten geldiğinde o gün neler olduğuna dair bir şeyler anlatabilirken senin anlatabildiğin en iyi ihtimalle bir dijital yazışma, ya da görüntülü sohbet oluyor. Psikolojik olarak da zorlayan bir şey aslında.” ‘YEMEK YAPARKEN TOPLANTIYA KATILMAK ZORUNDA KALIYORUM’ Ulusal yayıncılık yapan bir gazetede çalışan Gözde’ye göre ise evde çalışmak pandeminin başında güzel gelmişti ancak süreç uzadıkça bu güzellik yerini başka bir duyguya bıraktı: “Aslında her şey güzel başlamıştı. Dışarıda bulaştığında öldürebilen bir virüs yerine, evin güvenli ve görece konforlu (sandalye sıkıntısı hariç) alanında çalışmaya başlamak fena değildi. Sabah ‘İşe geç kaldım’, akşam ‘Çocuğu kreşten almam lazım’ kaygıları yok. Kreşler kapandığı için ‘Çocuğa kim bakacak’ sorunu da ortadan kalkmıştı. Zaten teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanıldığı için çok da yoğun sorunlar yaşanmıyordu… Ohh, çalışırız böyle derken… Kendimi hem mücver kızartıp hem de toplantıya katılırken buldum. Evet rahatlığı vardı, kabul ediyorum. Ama ‘iş’ hiç bitmiyordu. İş yerinde bilgisayarı kapatıp çıktığında iş fiziki olarak bitiyordu. Ama evde bitmiyor. Bitemiyor. Gecenin 1’inde yapılan telefon konuşmaları, sabahın köründeki zoom toplantıları… Sadece bununla da sınırlı kalmadı ki. İş yerinde ne zaman yemek yenecek belliydi. Şimdi onları yapmak da bize düştü. Ne zaman yemek yapılacak, ne zaman toplantıya katılınacak, ne zaman çocukla vakit geçirilecek, ne zaman dinlenilecek… Uzunca bir süre her şey birbirine girdi. Sonra her şeyi saatle ayarlamaya başladım. Sabah şu saatte kalkarsam daha rahat olur, şu saatte öğle yemeği hazırlarsam, toplantıya da bu saatte katılabilirim. Çamaşırları şu saatte makinaya atarsam, öğleden sonra asması kolay olur gibi gibi…” EV İÇİ YÜK, ÇOCUK BAKIMI, BİTMEYEN DERTLER… İşin içinde çocuk olunca işlerin daha da karmaşıklaştığını anlatıyor Gözde ve şöyle sürdürüyor sözlerini: “Aslında bir açıdan rahattım. Henüz 4 yaşında olduğu için online eğitim gibi bir duruma maruz kalmadı. Ama tabii onun hayatındaki her şey de tıpkı bizimki gibi değişti. Öyle ki pandeminin ilk döneminde 45 gün sonra ilk defa evden çıkarken, daha önce koştura koştura merdivenlerden inen çocuk ‘Anne elimizi tutar mısın’ dedi. Fiziki olduğu kadar akli ve duygusal değişimler de yaşandı elbette. Kısıtlı televizyon ve telefon kullanımı yerini 24 saat açık televizyonlara bıraktı. Arkadaşlarıyla ilk görüştüğünde ise birbirilerine nasıl davranacaklarını bile unutmuşlardı. Biz ise ebeveynler olarak onu nasıl geliştirebiliriz diye kendimizi yedik bitirdik. Erkekler için de zordur elbette bu süreç. (Herkes gibi) Ama biz kadınlar için 5 kat daha zordu herhalde. Bir yandan yemeği planla, bir yandan çocuğun gelişimini takip et, bir yandan işe kafa yor, bir yandan telefonla görüş… Lütfen en kısa sürede bitsin bu durum. Anneler işe çocuklar kreşe gitsin…” ‘SOĞUKTA, SOKAKTA HABER YAZMAK ZORUNDAYIZ’ Bir başka ulusal gazetede çalışan kadın muhabir ise salgının başından bu yana sahada çalışma yürütüyor. Haber takibi için çok fazla kalabalık ortama giren muhabir kadının kaygısı ise ailesine hastalık taşımak: “Ailemle yaşadığım için korkuyorum. Ya bana bulaşır da fark etmez anneme bulaştırırsam korkusu... Alanda iki bazen üç maske takıyorum, her saniye elimde dezenfektan. Çok kalabalıklaştığında alan açıklamaya bile konsantre olamıyorum. Korkuyoruz bize de bulaşırsa diye. Dışarıya çıktıktan sonra kendimi koronaya yakalanmış gibi hissediyorum. Psikolojik olarak bizi bu süreç çok yıprattı. Dışarıda olduğumuz için haber yazacağımız ortam yok. Kafeler kapalı. Malum kış. Bazen o soğukta sokak ortasında ellerimiz soğuktan kıpkırmızı olmuş halde haberi yetiştirmeye çalışıyoruz. Yemek yiyeceğimiz yerleri de bu süreçte bulamıyoruz. Çoğu zaman bu nedenle aç bir şekilde eve gittiğimi biliyorum. Saatlerce aç kalıyoruz.”