Alpan: AB, Türkiye ile göç üzerinden bir ilişki tanımlıyor

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi bünyesinde, “AB-Türkiye Medya Köprüleri Projesi” kapsamında düzenlenen Diplomasi Akademisi’nin ikinci konuğu ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Başak Alpan oldu. Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) ilişkilerini anlatan Alpan, katılımcıları başlangıcından günümüzde AB ile olan müzakereler konusunda bilgilendirdi

SULTAN YAVUZ / ANKARA - Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi tarafından organize edilerek “AB-Türkiye Medya Köprüleri Projesi” kapsamında düzenlenen Diplomasi Akademisi’nde Türkiye ve AB ilişkileri konuşuldu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Başak Alpan, 1959 yılından bugüne kadar Türkiye ile AB arasında yaşanan süreci anlattı. Türkiye siyasetinde Avrupa meselesinin yeni olmadığını vurgulayan Alpan, Avrupa Birliği’ni dış politika yöntemi olarak, bir medeniyet projesi ve bir politika aracı olarak değerlendirmek gerektiğini belirtti. 18. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için yüzünü Avrupa’ya çevirdiğini kaydeden Alpan, bu çerçevede önce ordunun, daha sonra ise vergi sisteminin ve yerel yönetimlerin değişime tabi tutulduğunu ifade etti. Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Avrupa konusunda bir süreklilik olduğuna dikkat çeken Alpan, Cumhuriyet’in “muasır medeniyetler” sözü üzerine inşa edildiğini söyledi. Alpan, dört döneme ayırdığı Türkiye ve AB ilişkilerinden ilk dönemin 1959-1999 arasını kapsadığını belirtti. Birinci dönem: Yakınlaşma dönemi Alpan, 1957 yılında kurulan, o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu’nun 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan, savaşın yarattığı tahribatı önlemek için bir araya gelen altı ülkeden oluştuğunu söyledi. Soğuk Savaş dönemi olan bu süreçte yüzünü Avrupa’ya dönen Türkiye’nin Avrupa’yla ısınma ilişkisi kurduğunu belirten Alpan, bu döneme ilişkin şöyle konuştu: “Avrupa Topluluğu’nda yer almak isteyen Türkiye’nin üç nedeni vardı. Muasır medeniyetler seviyesi, 1950’lerdeki ekonomik olarak dışa açılma isteği ve her zaman dış politikada önemli olan Yunanistan’ın da Avrupa Topluluğu’na katılım için başvurması.1959 yılında Türkiye ilk kez ortaklık için başvuru yaptı. Bu dönemde bir yandan sıcak ilişkiler var ama bir yandan da gel-gitler yaşanıyor. Mesela 1971’deki muhtıra için Avrupa Topluluğu çok sert uyarıda bulunuyor. Aslında Avrupa Topluluğu bir yanıyla barış projesi ama aynı zamanda atom ve kömür-çelik ayağıyla da ekonomik bir proje. Demokrat Parti de, kalkınmanın bir parçası olarak Avrupa Topluluğu’na yüzünü dönüyor. Türkiye’nin 1959’daki başvurusunun ardından 1963 yılında Ankara Antlaşması yapılıyor. Bu ilk resmi antlaşmayla üç aşamalı bir gümrük birliği inşa edilmek isteniyor. ‘Eğer gümrük birliğini oluşturacak konularda adım atarsanız, tam üyelik düşünülebilir’ deniyor. Ekonomik liberalizasyon ve normalleşme kavramları bu süreçte önem taşıyor. Demokratikleşme ise 1980’lere kadar ekonomik liberalizasyonla bir tutuluyor. İfade özgürlüğü, azınlık hakları gibi kavramlar 1990’larda ortaya çıkıyor.” 1970’ler… 1970’li yılların hem Türkiye hem de Avrupa için kriz dönemi olduğuna dikkat çeken Alpan, ekonomide dalgalı kur rejimine geçilmesi, ABD’nin Vietnam Savaşı, Arap-İsrail Savaşı ve 1970’lerin sonunda Avrupa Topluluğu’nun “güney genişlemesi” ile İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ı bünyesine almasının gündem maddeleri arasında yer aldığını ifade etti. Alpan, 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs Harekatı’nın yarattığı gerginliğin ve 1981’de tam üyelik başvurusu yapan Yunanistan’ın bu anlamdaki tavrının da ilişkilerde soruna yol açtığını kaydetti. Alpan, Türkiye’nin bu dönemde Avrupa Topluluğu ile ilişkisini tek taraflı olarak dondurduğunun altını çizdi. 1970’lerin sonunda, İran İslam Devrimi, SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi gibi olaylara, Türkiye’deki 1980 askeri darbesinin eklendiğini söyleyen Alpan, bu süreçte Avrupa Topluluğu’nun Türkiye’yi tedbirli ve eleştirel bir tepkiyle karşıladığını söyledi. 1981 yılında Ankara Antlaşması çevresinde verilen mali desteği kesen Avrupa Topluluğu’nun ilk kez insan hakları meselesini ele aldığını belirtti. Avrupa Topluluğu’nun “güney genişlemesi” ile demokratik olmayan üyelerini demokratikleştirme amacı içine girdiğini anımsatan Alpan, “O zamana kadar sadece ekonomi ön plandayken, artık demokratikleşme kavramı öne çıkıyor” dedi. Alpan, Türkiye’de 1983’de çok partili seçimle birlikte normalleşme sürecine girildiğini ve Avrupa Topluluğu’nun yeniden mali yardımda bulunduğunu ifade ederek, Türkiye’nin 1987’de tam üyelik başvurusunda bulunduğunu, ancak 1989’da “Hazır değilsiniz” cevabının alındığını belirtti. 1990’lar… Alpan, 1990’larla birlikte politik arenada yeni kimliklerin, insan haklarının, ifade özgürlüğünün konuşulmaya başlandığını ve Türkiye’nin bu süreçte dış siyasette aktif rol oynadığını ifade ederek şöyle konuştu: “Türkiye Körfez Savaşları’ndan aktif rol oynuyor. Bosna ve Kosova’da da kendini gösteren Türkiye, Bosna Hersek’in kuruluşunda öncü oluyor. Balkanlar’da ve Kafkaslar’da etkin hale geliyor. Bunun yanında 1990’lar bu kez ‘doğu genişlemesi’ yaşanıyor. Avrupa Topluluğu on ülkeyi daha bünyesine katıyor ve 1992 yılında da Maastricht Antlaşması ile topluluk Avrupa Birliği (AB) adını alıyor. Kimliklerin önem kazandığı bu dönemde demokrasi gibi kavramlar da AB için önemli hale geliyor. ‘Doğu genişlemesi’nin ardından Kopenhag Kriterleri gündeme geliyor. ‘Artık, üye olmak istiyorsan kurumlarını Avrupa kurumlarıyla uyumlu hale getireceksin’ deniyor. 1997 yılına geldiğimizde, Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye gerekli koşulları sağlamadığı gerekçesiyle kabul edilmiyor fakat iki yıl sonra Türkiye resmi aday ilan ediliyor. İkinci dönem: 1999-2005 Alpan, bu dönemde Türkiye’nin üye devlet statüsüne kavuştuğu için teknik süreçlerle uğraştığını belirtti. Avrupa’nın belirlediği kısa, orta ve uzun vadeli stratejileri uygulamaya çalışan Türkiye’nin 1999-2002’de pek çok değişim yaşadığını söyledi. Alpman şunları ifade etti: “12 Eylül Anayasası’nın 34 maddesi değişiyor, sekiz uyum paketi geçiriliyor. Milli Güvenlik Konseyi sivilleştiriliyor, idam cezası kalkıyor. 2004’teki Anayasa değişikliği, 2005’teki Medeni Kanun değişikliği gibi pek çok yasal yenilik yapılıyor ve 3 Ekim 2005’te müzakerelerin başlanmasına karar veriliyor. Bu dönemde demokratik koşulluluk ve Kopenhag çerçevesinde uyum için pek çok adım atılıyor. Aynı zamanda 2003 yılından itibaren, dış siyasette ‘komşularla sıfır sorun’ benimseniyor ve Türkiye’nin bölgesel lider olma gibi tutumu ve komşuluk vurgusu, eksen kayması olarak yorumlanıyor. Fakat siyasete damgasını vuran, yine de Avrupalı kavramlar oluyor. 2003 yılında ABD’nin Irak müdahalesine Türkiye’nin karşı çıkması ve Mart tezkeresini geçirmemesi de, Avrupa Birliği tarafından memnuniyetle karşılanıyor.” Üçüncü dönem: 2005-2011 Üçüncü dönemi “geri çekilme” dönemi olarak ele alan Alpan, müzakere sürecinde Türkiye’nin ayak sürüme dönemine girdiğini ve kamuoyunda AB ilgisinin azaldığını kaydetti. Alpan bu konuya ilişkin şunları dile getirdi: “Mesela AB’ye girme fikri kamuoyunda yüzde 74 iken 2006 yılında yüzde 57’ye geriliyor. Birçok fasıl açılmıyor. Türkiye Kıbrıs’ı tanımadığı için, ekonomik olarak AB’nin parçası olamayacağı için fasıl başlığı da blokajlı oluyor. 2005’ten itibaren kamu desteği azalırken, reformların da hızı azalıyor. Bu durum ‘reform yorgunluğu’ olarak literatüre geçiyor. Aynı zamanda AB’de de ‘genişleme yorgunluğu’ var, on iki ülkeyi alması sonucunda kapasitesi yetmediği için sıkıntı yaşıyor. Bu dönemde değiştirilen bazı yasal kriterler var ama belli konularda, en çok da devlet ve asker ilişkisinde… AB artık geçer akçe değil ve Türkiye siyasetinde ivme kaybediyor.” Dördüncü dönem 2011-2019 Dördüncü dönem için “Bir reddediş olarak Avrupa” diyen Alpan, 2012 yılında AB ile Türkiye arasında pozitif gündem oluşturulduğunu söyleyerek, “en azından iş birliği alanlarını genişletmek istediklerini” belirtti. Bu dönemde AB’nin önceliğinin insan hakları ve adalet olduğuna dikkat çeken Alpan, bunları kapsayan 23. ve 24. fasılların Türkiye için kapatıldığını vurguladı. Buna rağmen Türkiye’nin ilerleme yolunda olduğunu ifade eden Alpan, “Hâlâ AB perspektifi var fakat bu dönemde Geri Kabul Anlaşması, göç ve mültecilik konuları ön plana çıkıyor” dedi. Alpan bu sürece ilişkin şunları söyledi: “AB, Türkiye ile göç üzerinden bir ilişki tanımlıyor. Geri Kabul Anlaşması hayata geçiriliyor, ‘Mülteciler konusunda Türkiye tampon görevi alsın’ deniyor. Karşılığında da AB, Türkiye vatandaşlarına vizesiz giriş hakkı verilsin şeklinde bir müzakere yürütülüyor. Bu dönem göç meselesinin yanı sıra, gümrük birliğinin modernleşmesi önerisi, yüksek enerji diyaloğu gibi konular ön plana çıkıyor. Tam üyelik ise gittikçe azalıyor. 2019 yılına kadar genişleme mümkün değil diyen AB, Türkiye’nin adını dâhi geçirmiyor. Ama Türk siyasetine bakarsak, ufku hâlâ Avrupa’da…”